ARSIVANA SAYFA
 
25 Kasım '00
SAYI: 44
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
1 Aralık genel eylemi ve öncü kamu çalışanlarının görevleri
Süresiz Açlık Grevi eylemi Ölüm Orucu’na dönüştürüldü!
Ölmelerini beklemeyeceğiz, biz de öleceğiz!
Bedenlerimizi açlığa yatırdık!
Devrimci tutsakların direnişini destekliyoruz!
Biz 1 Aralık genel grevine hazırız!
TEKEL işçilerine açık mektup
Özelleştirme saldırısını püskürtmek için ne yapılmalı
Enerji sektöründe direniş çizgisi güçlendirilmelidir
Komsa grevi sürüyor
“Enflasyonu indirdik” yalanı ve gerçekler
İşçi kadının sorunları
Fabrikalarda taşeronlaştırmaya hayır!
Operasyonal devlet ve operasyonların perde arkası
Gençliğin eğitim hakkına yeni saldırılar
ODTÜ’den Ölüm Orucu Direnişi’ne estek!
İsviçre: Zindan direnişine destek için açlık grevi
Köln’de zindan direnişiyle dayanışma açlık grevi
Çok geç olmadan zindan direnişine sahip çıkalım!
Basından seçmeler
Clinton’ın Vietnam çıkarması
Kurtuluş uğruna devrimci fedakarlık
Uluslararası hareket
Partiyi bekleyen görev ve sorumluluklar
Ekim Devrimi ve partinin yıldönümü etkinliği
Pratik faaliyetlerimizden
Mücadele Postası
 



 
 
Tasfiyeci savrulmalara karşı,

Partiyi bekleyen görev ve sorumluluklar


Azad ARAS


Parti yeni bir atılımın eşiğindedir

Partimiz 2. mücadele yılını geride bıraktı. Kuruluşun ilanına rastgelen dönemde hem genelde yoğunlaşan saldırılardan, hem de kendisine yönelen kapsamlı operasyonlardan nasibini aldı. Yaşadığı güç kaybı nedeniyle parti ilanını ve sonrasını gerçek bir atılıma dönüştürmede ciddi sorunlar ve sıkıntılarla yüzyüze kaldı.

Bugün hala da süren benzer sorunlarla yolunu yürümeye çalışıyor. Şu farkla ki, saldırılar ve zorlu dönem, partimizi her açıdan sınamıştır. Partimiz bu sınavın zorlu ilk aşamalarını başarıyla geçmiştir. Politik ve ideolojik düzeyde saldırıları göğüslemiş, poliste ve zindanlarda başarılı bir sınav vermiş, saldırıların yarattığı güç ve imkan kaybına rağmen, elindeki olanaklarla pratik olarak süreci tersine çevirme çabası içerisinde olmuştur. Bunu herşeyden önce, kongre ile güvenceye aldığı programatik gelişmesine ve ortaya koyduğu iddiaya borçludur.

Bu, kuşkusuz yine de istenilen ve hedeflenen atılımın yapıldığı anlamına gelmiyor. Fakat dost ve düşman önünde sınanmış olmasının avantajıyla, hedeflerine ulaşması için koşullar da giderek olgunlaşmaktadır. Parti, saldırıların netleştirdiği saflaşma içerisinde, şimdiye kadar güvenceye aldığı konumuna yaslanarak sıçrama yapabilecek yeni bir atılımın eşiğindedir. Bunalım içindeki geleneksel akımların çoğunu, çok da uzak olmayan bir gelecekte bir çözülme, aynı anlama gelmek üzere iddiasızlaşarak liberalleşme akibeti bekliyor. Devrimci sol cepheden çok az sayıdaki yapı bu gerçekliğe -o da kuşkusuz belli sınırda ve bir döneme kadar- direnç gösterebilecektir. Mevcut saldırılara karşı devrimci konumu korumak kaygısı, dönemi karşılayacak bir programa ve ideolojik kuvvetle birleşmezse eğer, çözülme yine kaçınılmazlaşıyor.

Parti, tam da bu tabloya rağmen, yeni bir sıçrama yapacaktır. Kuşkusuz ve mutlaka, parti, bunu ancak programatik gelişimini ve ideolojik-politik etkisini pratik olarak güvenceye alacak asgari bir örgütsel gelişim göstererek başarabilir.


Tasfiyeci savrulmaya karşı saflaştırma görevi

Yukarıda “saldırının ilk aşamaları” tanımı bilinçli olarak kullanılmıştır. Zira saldırı dönemi bütün hızıyla sürüyor. Demek ki sınama ve temel görevler hala güncelliğini koruyor. Parti, saldırının sınıfsal ve ideolojik niteliğine karşı alınması gereken tutumu yeterli açlıkta almış, kendisini bu düzeyde fazlasıyla kanıtlamıştır. Fakat parti, geçen yıl yaptığı değerlendirmede yeni sınavı, “sınıf ve kitle hareketine önderlik etme” konusunda alacağı ve alması gereken mesafe olarak tanımlamıştır. Bu görev hala da gerçek bir sınama alanı olarak önümüzde duruyor.

Bunu hiçbir biçimde esnetip ertelemeksizin ve bir an olsun akıldan çıkarmaksızın, bir başka göreve, karşı karşıya olunan tasfiye ve teslimiyet rüzgarına karşı mücadelede partiye düşen görev ve sorumluluğa eğilmek istiyoruz. Zira, yeni dönemde sıçramanın, bir parti olarak çekim gücünü artırmanın kritik ve güncel halkalarından biri de buradaki görevlere yüklenmektir. Bu göreve gereken ilgiyi göstermek, yukarıda bahsi geçen avantajları genişletecek, ve parti, daha şimdiden zindanlardan başlayarak kendisine yönelen ya da ilgiyle izleyen ve tasfiyeci rüzgara karşı direnen güçleri hızla bünyesine katabilecektir. Düzenin tasfiye operasyonlarıyla teslim alma amacına karşı, süreci devrimci bir saflaşmaya götürmektir görevimiz. Fakat, bunun da ötesinde, daha genelde bu saldırıları karşılamak, sınıfa karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır. Zira, karşılanamaması durumunda mücadele dinamikleri üzerinde ciddi bir tahribat yaratacaktır. Partinin teorik-ideolojik ve programatik düzeyi fazlasıyla bu gücü taşıyor. Yapılması gereken, tasfiyeci rüzgara karşı politik bir savaşın gereklerini güncel planda yerine getirmektir.


Düzenin aldatıcı manevraları ve tasfiyecilik

Sürmekte olan saldırıların yolaçtığı savrulma devrimci-sol hareketi ciddi olarak tehdit ediyor diyoruz. Saldırılar yalnızca devlet terörü ve yıldırıcı polisiye operasyonlardan ibaret değil kuşkusuz. Devletin liberal açılımları, sözde demokratik açılımları ve kendi iç temizliğinde gösterdiği kararlılığın dışarıya yansıyan etkisi de saldırıların bir parçasıdır. Üstelik her liberal açılım ve sözde de kalsa demokrasi manevraları, devrimci dinamikleri tasfiyeyi de dolaysız biçimde içermektedir. Bunlar, sınıf temeline yaslanmayan bir devrimcilik anlayışında tasfiyeciliğin yapısal olduğu gerçekliği ile birarada ele alındığında, mevcut tehditin alacağı boyutları görmek hiç de zor değildir.

İşte tüm bunlar, sınıf ve kitle hareketine umutsuzluk ve iddiasızlık taşıyan tasfiyeci sağ dalgaya karşı yeni bir görev, yeni bir sorumluluk yüklüyor partimize. Kökleri gerilere kadar giden tasfiyeci savrulmanın kimleri ne kadar yaladığının hem güncel, hem de orta ve uzun vadeli sonuçları yeterince ortadadır. PKK’nin teslimiyetinin düzene sağladığı rahatlama düzeyinde olmasa bile, yılların birikiminin ve prestijinin devrimci dinamiklerde, sınıf ve kitle hareketinde ciddi aşınmalara ve güven kaybına yol açacağı açıktır.

Programatik ve ideolojik zaafiyet içinde olan ara akımların önemli bir kesimi, sermaye iktidarının saldırıları karşısında, iddialarından ve devrimci duruşlarından hergün bir adım gerileyerek ayakta durmaya çalışıyorlar. Kelimenin gerçek anlamıyla gün dolduruyorlar. Eğer ciddi bir hareketlilik yaşanmazsa, sınıf ve kitle hareketi yeni bir canlanma işareti vermezse, devletin AB üyeliği çerçevesinde atacağı bazı adımlar, bu yönde girişeceği demokratik rötuşlar, bunların önemli bir bölümünün reformist kanala doğru hızla sürüklenmesine ya da daha da küçülen sektler biçiminde bir başka tarzda yozlaşma içinde iflasına (intiharına) bir vesile olacaktır. Düzen, tam da bunun hesabı içerisindedir. Ve bu kesimler, sınıf-kitle hareketinin bir çıkış yapamaması durumunda (yani önünde sürüklenecekleri yeni bir rüzgar çıkmadığı koşullarda), tam da bunu dikkate alan berbat bir muhasebe çerçevesinde hareket etmeye hazırlanıyorlar. Aslında hazırlıktan da öte, bu yönde yavaş yavaş atılan adımlardan bahsetmek gerekir. Bu, zindanlar cephesinden daha rahat izlenebiliyor.


Son iki yıldaki hızlı gelişmelerin yolaçtığı kırılma

Zindandaki son ayrışma, kimin nerede, nasıl durduğunu, kimin hangi hesap ve beklentilerle sorumluluktan kaçtığını çıplak biçimde gözler önüne sermeye yetmiştir. Aylar boyu süren tartışmalarda “bekleyelim görelim” tutumu alanların, başvurduğu politik manevralara dikkatli bir gözle bakıldığında, bu platformun düzenden beklentileri ve hesaplarının, ancak reformistlerle kıyaslanabileceğinin dolaysız kanıtları görülebilecektir. Böyleleri bugün hücre saldırısına karşı reformistlerle aynı dili konuşuyor, aynı platformda buluşuyorlar. Bu kesinlikle bir tesadüf değildir.

Yalnızca şu nokta üzerinde dikkatle düşünmek bile yeter: Tasfiyecilik ve reformizme kayış, sermayenin ideolojik, politik ve polisiye saldırıları karşısında bunalan mücadele içindeki tabandan değil, bizzat önderliği üzerinden boyveriyor. Kuşkusuz üzerine oturdukları ideolojik ve sınıfsal zeminin dayanaksızlığı nedeniyle böyle bir tehlike ile hep karşı karşıya idiler. Fakat, sürecin bugünkü noktaya gelip dayanması, son iki yıldaki hızlı gelişmelerin yolaçtığı kırılmanın ürünüdür. Ve partinin iki yıllık süreçte sınandığı ve kendini kanıtladığı gelişmelerdir bunlar.

İki yıl öncesinin yaz sonlarında ayyuka çıkarılan azgın şovenist histeri dalgası eşliğinde sermaye, bu toplumun en diri en örgütlü kesimlerine karşı sistematik ve sonuç almayı hedefleyen bir saldırı kampanyası örgütledi ve bu alanda ciddi başarılar kazandı. Bir başka ifade ile, saldırının odağındaki kesimler saldırıları püskürtmekte yetersiz kaldılar. Sermaye siyasal gelişmeler üzerinde adım adım gelişen bir hakimiyet kurdu. Önce, önderliği şahsında Kürt ulusal hareketi, içinde bulunduğu açmazların da etkisi ile, hızla çözüldü ve giderek teslimiyet çizgisine oturdu. Yanısıra, şovenist histeri dalgası mücadele içindeki işçi ve emekçi hareketini dumura uğratmada da önemli bir rol oynadı. Sermaye, buradaki başarıdan da güç alarak, bunalım dönemlerinin karakteristik özelliği olan parçalı siyaset tablosuna rağmen, kendi içindeki merkezkaç kuvvetleri denetim altına almayı başardı.

Düzen adına bu toplam başarı tablosu, aslında sermayenin milyonlarca işçi ve emekçiyi her yeni uygulama ile sefalete itmesinin yarattığı muazzam bir hoşnutsuzluğun büyümesini göze alması pahasına gerçekleşti-gerçekleşiyor. Teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı tok bir devrimci duruş ve yüzünü işçi sınıfı ve emekçi kitlelere dönmüş politik ve ideolojik açıklık, bu açıklıkla yürütülecek faaliyete yüklenmek, savrulmadan ayakta kalabilmenin tek güvencesidir. Fakat burada öncelikli olan, saldırının ideolojik ve sınıfsal temellerine ve muhtevasına uygun bir tutum alabilmektir. Bu yapılmaksızın gösterilecek direniş, geçici ve dayanaksız kalmaya mahkumdur. Ne tek başına pratik devrimci çaba, ne de doğru bir ideolojik-politik tutum, tek başına saldırıları göğüslemenin güvencesi olamaz.

Ve şimdi, sorunun çözümünü kendi dışına atıp kollarını bağlayanlar, zindanlarda ve genelde saldırılara karşı alamadıkları pratik ve politik tutumun üstünden atlayarak, şaşırtıcı biçimde “sınıf ve kitle çalışması” diyorlar. Net bir sınıf programına ve perspektifine dayanmayan böylesi vurguları öne çıkarmanın, şimdiye kadar böyle hareket eden hiç kimseyi kurtarmadığını biliyoruz. Ya yeni bir hareketlilikle dikkatler eski geleneksel kesimlere yönelik çalışmaya yeniden odaklandı ve bu sözde vurgular geçici bir heves olarak kaldı. Ya da köklü zaaflarını aşma kararlılığı göstermeden böyle bir çalışmaya balıklama dalanların nefesi, sınıf ve kitlelerin karşısına ancak bir reformist yapı olarak çıkabilmeye yetti. Yapısal zaaflara rağmen böylesi bir yönelime belli bir ciddiyet ve samimiyetle girenleri bekleyen akibet, yeni bir EMEP olmaktan öteye gidemiyecektir. Ki bu yeni adaylar da, yeni yönelimlerinin hakkını verebilecek bir güce ve ciddiyete sahip değildirler.


Yeni bir sınav dönemindeyiz

Önümüzdeki süreçte daha da yoğunlaşacak saldırılar, tüm devrimci yapı ve akımlar için ciddi bir sınav, aynı anlama gelmek üzere, sınıfsal özüne uygun bir tutumla karşılanamadığı ölçüde bir tehdit olma özelliği taşıyor. Sınav, sermaye iktidarının tasfiye ve teslimiyet saldırılarına karşı devrimci çizgi ve devrim iddiasının sınanmasıdır. Ve devrim iddiası ve devrim çizgisi, sınıfa yabancı, sınıfa dayanmayan bütün program ve iddiaları boşa çıkarıyor. (Kuşkusuz, politik gücünü, programını ve çalışmasını belli bir ciddiyetle ezilen bir sınıf olarak küçük-burjuvaziye dayandıran ve bunda anlamlı bir birikim oluşturanlar, varlıklarını ve iddialarını sürdürme olanağı bulabileceklerdir.)

Son iki yılın tablosu yeterince açık ve nettir. Devrimci hareketin belli kesimleri bu süreci hakkıyla karşılayamadıkları gibi, en pespaye ve savunmacı bir tutum sergileyerek, kavrayışlarına ve iddialarına ilişkin ciddi kanıtlar sundular.

Sınıf çatışmasının katı gerçekleri, bir kez daha, ara bir konumda, ara tutumda uzun süre tutunulamayacağını, temel sınıflar ve temel akımların itme ve çekme kuvvetiyle, mücadele alanındaki geçici ve sahte kutupçukların hızla bir uçtan diğerine doğru savrulacağını gösteriyor. Devrimci örgütler sözkonusu olduğunda, isteyen herkes, bu topraklarda çokça yaşanmış trajedi örnekleri bulabilir. Komünistler, politik mücadele alanına daha ilk çıktıkları andan itibaren, bir dizi aday yapı üzerinden yaşanan trajediyi önden gördüler, toplamı için bugüne de ışık tutan genel bir değerlendirme sundular. (bkz. Devrimci Demokrasi ve Sosyalizm, Devrimci Harekette Reformist Eğilim, Solda Tasfiyeciliğin Yeni Dönemi, Eksen Yayıncılık)

Sınıf mücadelesi tarihinden ve gelişen olayların sınıfsal mantığından öğrenmesini bilmeyenleri bekleyen akibet, bir kez daha aynı şeyleri, bu sefer bir komedi olarak yaşamaktır. Toplumsal yaşamda değil ama devrimci politik yaşamda komedi, yadırganan ve yabancı olunan bir durumdur. Dün “cahil cüreti”yle ne dediğini bilmeyenler, bugün ne yaptıklarını da bilmiyorlar. Böylelerinin, tam bir yıldır, içinde yeraldıkları ortak yapıya (CMK) içinde bulunduğumuz süreç ve saldırılara ilişkin tek bir öneri ve değerlendirme sunmadan ellerini kollarını bağlayarak beklemelerini, başkalarının ağzına bakarak bir şeyler söylemelerini anlayabiliyoruz. Ama ortaya bir tutum ve eylem konulduğunda, cesaretleri olmadığı için buna dolaylı yollardan saldırmalarını anlayamıyoruz. Bu türden şeyler, artık ciddiyet ve sorumluluk duygusunun bittiği bir düzeyden yapılabilir. Bunu anlamayız, tartışmayız ve asla kabul etmeyiz.


Eylemin diliyle konuşuyoruz artık

Sözün şimdilik kaydıyla bittiği ve yerini eyleme bıraktığı kritik bir evredeyiz. Eylemin diliyle konuşuyoruz artık. Sonucu ne olursa olsun, biz devrimci bir sorumlulukla yapılması gerekeni yapıyoruz. Teslimiyete, tasfiyeye ve sermaye devletinin her türlü saldırısına karşı içerden bir bayrak yükseltiyoruz.

Ve bu süreçte kimin ne yaptığı ortadadır. Bu utanç verici tabloya şimdilik girmeyeceğiz. Buna en iyi yanıt, eylemin zafere ulaşması olacaktır. Kazanacağımızdan kuşku duymuyoruz. Bunun üstüne elbette bizim de söyleyeceğimiz şeyler olacak. Buna daha zaman var. Sorumsuz, ciddiyetsiz ve düzeysiz sataşmaların ötesinde, eylem boyunca kimseye tek bir söz söylemeyeceğiz. Eylemin dışında kalan hiçbir yapıyla tartışmayacağız. Yalnızca ciddiyetsizlik sergilemeyi marifet sayan birilerine bir uyarıda bulunmak istiyoruz: Bazen susmak da bir erdemdir. Kime ne söyleyeceğinizi, nasıl söyleyeceğinizi bilmediğiniz bir yerde ve bir zamanda konuşmaktansa, susarak göstereceğiniz erdemli davranış, durumunuza az da olsa bir siyasal düzey ve ciddiyet kazandırır belki.


Parti yeni dönemin sorumluluklarını omuzlayacaktır

Tasfiyeci rüzgarlar ve sermayenin genel saldırıları karşısında safların netleşmesinin bir yanı dökülmeler ise, diğer yanı daha ileri bir çıkış için ayak bağlarından kurtulmaktır. Parti, programıyla, politik ideolojik gücüyle her türlü tasfiyeciliğe karşı güçlü bir direnç odağı olduğunu kanıtlamıştır. Tasfiyeciliğin ve liberalizmin tehditi altındaki bütün devrimci değer, birikim ve güçler partiyle beraber bir güvenceye kavuşmuştur. Partiyle beraber işçi sınıfı kendisini kurtuluşa götürecek bir önderliğe kavuşmuştur. Parti yeni dönemde yoğunlaşan saldırıları karşılamanın, sınıfı devrime kazanmanın, geleceğe güvenle bakmanın güvencesidir artık.
Parti, artık bu topraklarda işçi sınıfının tek temsilcisi olmak kimliği, cüreti ve sorumluluğuyla sürecin görevlerine yüklenecektir.
2. mücadele yılında yaşasın TKİP!

12 Kasım 2000





Herşey parti için, devrim ve sosyalizm için!


Türkiye Komünist İşçi Partisi 2. yılını geride bıraktı. Partimizin Türkiye devrimi tarihinde bir kilometre taşı olduğunu belirtmiştik. Yolumuz hedefimize ulaşmak için zor bir yoldur, partimizin bu zorlu yolu aşma mücadelsindeki dayanağı Türkiye’deki işçiler ve emekçiler, ezilen ve sömürülen tüm kesimler olacak.

Partimizin kuruluşu kapitalist sömürüye karşı komünistlerin savaş ilanıdır. Komünistlerin 150 yıldır taşıdığı bayrak Türkiye coğrafyasında yükselmiştir. Bu bayrak altında birleşme çağrımızı iki yıl öncesinden duyurmuştuk.

Sermaye devleti partinin ilanının ardından gerçekleştirdiği operasyonlarla birçok yoldaşımızı tutukladı, işkence tezgahlarından geçirdi. Bu operasyon komünistlerin kinini bir kez daha biledi. Gerek zindanlarda gerekse dışarda tüm partili yoldaşların gücü ve mücadele azmi bin kat daha arttı.

Ulucanlar’daki iki yiğit yoldaşımız, sermayenin güçleri tarafından bilerek hedef seçildiler ve katledildiler. Habip ve Ümit yoldaşlardan devraldığımız kızıl bayrak, bugün saflarımıza akan yeni güçlerin ve genç komünistlerin elinde dalgalanmaktadır.

Devletin uzun zamandır uygulamaya geçirmeye çalıştığı F tipi tabutluklar, devrimci ve komünistlerin iradesiyle bir kez daha yenilgiye uğrayacaktır. SAG ve ardından gelen Ölüm Orucu’yla bir irade savaşı verilmekte bugün. Bu savaş düzen ve devrim arasındaki mücadelenin zindanlar cephesinden gelişen yönüdür. İşçi ve emekçiler ise tüm saldırılara rağmen henüz gereğince ayağa kalkabilmiş değil. Siyasi tutsaklara verilebilecek her destek, gerçekte genel emek ve devrim cephesine bir katkı olacaktır. İlerici sendikacıların, bilinçli öncü işçilerin soruna buradan da bakabilmesi gerekir.

Devletin siyasal ve ekonomik alanda yaşadığı bunalımın faturasını işçi ve emekçiler fazlasıyla ödemektedir. Örgütlenmenin önündeki engeller açıktan devlet terörüdür. Yaşamın her alanı birer zindana dönüşmüştür. Nerede bir hak alma mücadelesi yaşansa, devletin bütün kurumları buraya çöreklenmektedir. Polis saldırısı, gözaltı, mahkemeler ve ardından da zindanlar geliyor. Zindanlarda ise hiçbir hayat güvencesi olamamaktadır.

Toplumun bütün kesimleri kapitalist sistemin sosyal çöküntüsünü yaşıyor. Çürüme ve yozlaşmadan her kesim payına düşeni alıyor.

Türkiyeli komünistler, umutların yitirilmeye başlandığı bir dönemde tohumu toprağa düşürdüler. Ve o tohum gelişti, güçlendi. Dünya üzerindeki işçi sınıfının mücadeleleri komünistlerin sözünü doğruladı. Sosyalizm dünya proletaryası için yeniden bir umut oldu. Kapitalist sistem var olduğu sürece halklara hiçbir zaman mutluluk getirmeyecektir, bu gerçek yaşam tarafından bir kez daha doğrulandı.

Kapitalizm barbarlık demektir, sosyal-ahlaki çöküntü ve yozlaşma demektir. 200 yıldır dünyanın ezilenleri ve sömürülenleri kapitalizme karşı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratmak için mücadele vermektedirler. Türkiye işçi sınıfı da uzun zamandır bu mücadelede yerini almıştır.

Ve bu mücadele şimdi en temel silahına kavuşmuş bulunmaktadır. Türkiye Komünist İşçi Partisi “Yeni Ekimler İçin” şiarıyla bu coğrafyada tarihi önemde bir adımı attı, devrimi başarmanın yolunu açtı.
Herşey parti için, devrim ve sosyalizm için!

Partili bir tekstil işçisi/İstanbul