Gün birlik, gün dayanışma, mücadele ve gün ölümüne direniş günüdür. Nasıl ki 96 Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Oruçlarında bir direniş sergiledilerse yiğit Onikilerimiz, nasıl ki 26 Eylülde insanlık onurlarını korumak için düşmana karşı bedenlerini siper ettilerse yiğit Onlarımız, bugün de aynı direniş geleneğini yine hücre saldırısına karşı sürdüreceğiz.
İnsanlar meşru haklarını korumak için mücadele etmişlerdir. O yüzden bu insanların çoğu cezaevlerine konulmuşlardır. Kimisi işçi, kimisi memur, kimisi öğrenci, kimisi köylü, kimisi çocuk, kimisi ise yaşlıdır. Önemli olan bu değil. Asıl önemli olan bu insanların bizim insanlarımız olmalarıdır. Bizim için, haklarımız için mücadele ettikleri için şu anda cezaevlerinde bulunmalarıdır. Bu insanlık dışı muameleye karşı üzerimize düşen görevlerin yerine getirilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.
Son vardığımız aşamada, üç hareket birleşip, düşmanın beyinlerimizi kafese kapatmasına izin vermeyeceğiz diyerek SAG direnişine başlamışlardır. Onlar bu mücadelelerini içeride sürdürürken, bizler, dışarıda devrimci-demokrat ve ilerici insanlar olarak, hem çalıştığımız işyerlerinde, hem de katıldığımız her eylemde hücre saldırısını teşhir edip, tepkilerimizi bu şekilde kamuoyuna duyurmaya çalışıyoruz. Bu artık sadece içerde ve dışarda bulunan devrimcilerin değil, hücreyi insanlık dışı gören herkesin sorunudur. Bir tekstil işçisinden ev kadınına kadar hepimizin sorunudur.
Çocukluğumuzu yaşamak istiyoruz diyen çocuklarımız, okumak ve bilimsel eğitim görmek istiyoruz diyen gençlerimiz, düzenli ve hakkım olanı alabileceğim bir işimin olmasını istiyoruz diyen işçilerimiz, bizler daha rahat ve daha adil bir ülkede yaşamak istiyoruz diyenlerimiz, gün geçtikçe daha fazla eziliyor, daha fazla fakirleşiyoruz. Elimizdeki en ufak hak kırıntıları bile gittikçe gaspediliyor. Bizler eğer insanca bir hayat yaşamak istiyorsak, bunları talep etmekten asla çekinmemeliyiz.
Tanıdığım birçok işçi arkadaşım var ve bunların çoğu sırf aile baskısından kurtulmak için çalıştıklarını, ama daha beterini yaşadıklarını söylüyorlar. Genelde yaygın olan bu sözlerle her zaman yüzyüze geliyoruz.
Oturduğum bölgede pek fabrika yok. Genelde küçük atölyeler ve işletmeler var. Bir sokak arasında, bir bina katında, ya da bir evin bodrumundadır. Atölyelerde sömürünün en katmerlisi vardır.
Nedir? Artı-değer sömürüsüdür; fazla mesaidir; asgari ücrettir; küçük ya da büyük olsun işçileri, sigortasız çalıştırmalar; alışageldik hakaretler; aman boşver dediğimiz aşağılık küfürler; usta ve şef yalakalarının sırf biraz daha fazla para alabilirim diye en ufak bir kıpırtıyı veya duyduğu konuşmayı ispiyonlaması vb., vb. Bunlar bizi her zaman daha da köreltiyor, çökertiyor. Artık hiç karşılıksız birbirini tanımayan, uzaktan kumandalı birer iş makinesine döneriz, ve ezildikçe eziliriz. Bir de buna Mehmetin gezegeni eklenince allah deriz, vay benim kaderim! Benim alınyazım böyle yazılı deriz. Az bunalımlara girmedik, arkadaşlarımızı az kırmadık, ve biz böyle yozlaştıkça zenginler daha da zenginleşti. Böyle suskun kaldıkça daha da bastırıldık. Gerçekten biz böyle miyiz?
İşçi arkadaşlar;
Hiç düşündünüz mü, patronlar biz olmazsak ne yaparlardı diye? Biz, maalesef bilinçsizliğimizden dolayı hep tersini düşünmüşüzdür. Ya patronlar olmasaydı, ya zenginlerimiz olmasaydı bize kim iş verecekti, nasıl para kazanacaktık diye düşünüyoruz değil mi? Hayır aslında onlar olmasaydı daha da iyi bir yaşam olurdu, kardeşçe paylaşılırdı herşey.
Bizler sürekli devletten medet umduk, zenginlerimizden medet umduk. Evet, aslında bize yardım ediyorlar, servetlerini bizim için harcıyorlar... (F)aşist tipi hücre inşa ettiler bizim için; DGMler kuruldu bizim için; gözaltılar-işkencehaneler var, bunların hepsi bizim için. İşadamlarımız kazandıkları parayı bizim için harcıyorlar.
İşçiler, arkadaşlar...
Alınterimizle emeğimizi sattığımız bu asalak sınıftan daha ne bekleyebiliriz! Bizler dostumuzu-düşmanımızı ayırt edebilmeliyiz. İnsanlar niye eylem yapıyor, niye gözaltına alınıyor, dayak yiyor, işkenceden geçiriliyor bunları merak ediyor musunuz?
Ve göz göre göre öldürülen gencecik insanlar, bunlar neyi gösteriyor dersiniz? Tabii ki yıkılmayı bekleyen çürümüş, kokuşmuş bir sistemin varlığını. En ufak bir kıpırdanışta tahammülsüzce copuyla, mermisiyle ve panzerleriyle azgınca saldırarak kitleyi terörize etmeye çalışıyorlar. Bu yetmiyormuş gibi cezaevlerindeki tutsakları teslim almak istiyorlar.
Düşünün ki, siz içerdesiniz bedensel olarak hapsedilmişsinizdir. Bu yetmiyor beyinlerimizi, bilinç ve irademizi de kendi ellerine almak istiyorlar.
Bir tekstil işçisi olarak cezaevindeki tutsaklardan bir farkımızın olmadığını, onlardan bağımsız olmadığımızı anlatmaya çalışıyorum. Cezaevlerine saldırıp onlarca insanı katledenler, bizi dışarda sömürenlerdir.
Hücreleştirilen bizim de yaşamımızdır.
Türkiyede iki değil bir devlet var. O da yıkılmayı bekleyen faşist TC devletidir.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Hücreler ölümdür izin vermeyeceğiz, direneceğiz!
Bu kale duvarları elbet yıkılacak!
Film seyrediyoruz... Hayattaki herşeyi de bir film gibi seyrediyoruz...
Trilyonları götüren devlet yöneticilerini ağzımız açık seyrediyoruz. Hücrelere girmeyi reddeden devrimci tutsakların katledilişini görmezden geliyoruz. Kim beşyüz milyar isteri, para kazananları ağzımız açık izliyoruz. Açlıktan çöplüklerden beslenip ölenleri görmezlikten geliyoruz. Evi basılan ve öldürülen işçiyi korkarak seyrediyoruz. Yılların iti Bahçelinin biz artık değiştik demesini bir masal gibi dinliyoruz. Yılların işçi düşmanı Yaşar Okuyanın sözde iş güvencesini ağzımız açık dinliyoruz. Ecevitin %20 enflasyon deyişini, belimizi koparacak derecede sıktığımız kemerlerle seyrediyoruz. Depremde 45 bin kişinin ölümünün gizlenmesini sessizce seyrediyoruz. Aç, okulsuz, evsiz insanları sadece acıyarak seyrediyoruz.
Devletin trilyonlar vererek tank ve helikopter almasını seyrediyoruz...
Mafya meydanda cirit atarken, devrimci işçileri ve tutsakların öldürülmesini seyrediyoruz...
İşkencecileri, polis coplarını, hortumcu bankacıları seyrediyoruz...
Bütün bunları seyrederken aklımızda hep şu düşünce var: Sessiz olayım, beladan uzak durayım. Ama bela bizden uzak durmuyor. Birgün patron olup zam yok diyor, birgün ev sahibi olup kira diyor, birgün polis olup sus diyor.
Böyle sessiz yaşayan, insan olarak kalamaz.
Duygusuz, korkak, sessiz, eylemsiz, düşüncesiz, kültürsüz, kimliksiz, yalnız birisi, artık insan olmaktan çıkmış demektir.
İşkenceyi, hücre saldırısını, baskıyı, zulmü yapan burjuva uşaklarına madalya verenleri TVde seyrediyoruz... Ama açlıktan ölenleri, zindanlarda katledilenleri, kolları koparılanları, yıllardır Kürt halkının katletilmesini, kulaklarımızı ve gözlerimizi yumarak görmezden geliyoruz.
Seyreden de, seyrettiren de suçludur.
Artık yeter diyelim! Çoğunluk susuyor. Evet! Ama çoğunluktan olup insanlığını kaybetmektense, hergün ölmektense, gel mücadele eden, insanım diyenlerin kızıl bayraklarının altında mücadeleye katıl!