|
YÖK nedir?
Her 12 Eylülde devlet televizyonlarındaki anmalarda siyah-beyaz bir görüntü vardır. Cunta şefi Kenan Evrenin karşısında denetleme veren bir manga gibi dizilmiş Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyeleri ve başlarında komutanına tekmil veren bir asker edasıyla İhsan Doğramacı.
Yıl 1980
12 Eylül faşist cuntasının ardından hemen hemen tüm öğrenci önderleri ya tutuklanmış ya da işkencehanelerde katledilmişti. 1960lardan başlayarak, toplumsal muhalefetin en dinamik, en militan kesimini oluşturan öğrenci gençlik, diğer tüm kesimler gibi 12 Eylül cuntasının hedef tahtasıydı. İşte yukarıda sözünü ettiğimiz görüntü de tam bu döneme denk düşen görüntüdür. 12 Eylüle kadar kısmen de olsa özerkliğini korumuş, bilim yuvası niteliğini devam ettirmiş olan üniversiteleri, bilim insanı olma onurunu taşıyan öğretim görevlilerini ve toplumsal muhalefetin en diri kesimini oluşturan üniversite gençliğini denetim altına almak, sindirmek ve arzu ettiği genç tipini yaratmak için kuruldu YÖK.
Ve hemen ardından icraatları başladı. Önce her biri birer değer olan bilim insanları 1402 sayılı yasa ile üniversitelerden atıldılar. Pek çok değerli öğretim üyesi ise uygulamaya tepki olarak istifa etti. Daha sonra kendilerinin ifadesi ile "birer anarşi ve terör merkezi olan" üniversitelerin idari, mali ve akademik özerklikleri ortadan kaldırılarak, emir-komuta zincirine dahil edildi. Elbette emir-komuta zincirine dahil olan her kurum gibi disiplin yönetmelikleri geldi ardından. Bugün her yeni kayıt olan öğrencinin eline tutuşturulan ve her maddesi sanki askeri bir kuralı anımsatan, öğrencinin saç-sakalından tutun da okul dışındaki davranışlarına kadar nasıl "örnek" bir insan olması gerektiğine "ışık" tutan o "çok değerli" kurallar ve cezalar manzumesi bu anlayışın ve kurumun ürünüdür.
Kağıt üzerinde görevi "yüksek öğretim kurumları arasında eşgüdümü sağlamak" olan YÖK, üniversitelerin rektör atamalarından öğretim elemanlarının terfilerine, har(a)çların miktarından ders geçme sistemine kadar tüm faaliyetleri denetler, kontrol eder. Üniversitelerin idari, mali ve akademik tüm faaliyetleri YÖK tarafından belirlenir ve denetlenir. Bu kadar geniş yetkileri olan bir kurumun yapısı da çok ilginçtir. Kurulun üyeleri Milli Eğitim Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, YÖK tarafından belirlenir ve başkanı Cumhurbaşkanı atar.
Neden YÖKe karşıyız ve neden karşı olmalıyız?
Bugün YÖK; yukarıda belirtilen yapısı, amacı ve görevleri ile özerk, demokratik, bilimsel eğitimin önündeki en büyük engeldir. Her biri birer bilim yuvası olması gereken üniversiteler, gerek eğitimde özelleştirmelerin, gerekse de rejimin devamının sağlanması için "gösterilen yoğun çabaların" sonucu gelişmiş bir liseden farklı değildir. 12 Eylül öncesinin toplumsal sorunlara son derece duyarlı olan öğrenci gençliği, bu niteliğinden soyutlanmak için soruşturmalarla, atılmalarla sindirilmeye çalışılmakta, olmadığı takdirde o bildik "terörist" demagojisiyle ile birlikte polis devreye girmekte ve coptan tutun da katletmeye varan yöntemlere başvurulmakta. Öğrencilerin en doğal hakları olan üniversite yönetiminde söz hakkı taleplerinin yerine soruşturma ve cezalandırma verilmekte. Zaman zaman da özerk, demokratik, bilimsel, ana dilde eğitim hakkı isteyen öğrencilere karşı elleri bıçaklı, satırlı, biber gazlı faşistler devreye sokulmakta
Ancak bizler biliyoruz ki, sorunun kaynağı ne YÖK ne de üniversite idarecileridir. Sorunun kaynağı bilgiyi meta, öğrenciyi müşteri olarak gören emperyalist kapitalizm ve onun iktidarıdır. Eğitim son hızla özelleştirilmekte, "paran varsa oku" anlayışı yerleştirilmeye çalışılmakta ve seçmeci-elemeci sınav sistemi ile üniversite kapıları işçi ve emekçi çocuklarına kapatılmaya çalışılmaktadır. Eğitime, sağlığa, işçi ve emekçilere kaynak yok derken, adeta alay edercesine batık bankalara, silahlanmaya ve tüm bu uygulamalara karşı çıkacak toplumsal muhalefete karşı inşa edilen hücre (F) tipi zindanlara katrilyonlar ayrılmaktadır.
Bugün bizim üzerimize düşen görev ise, geleceğimize sahip çıkmak, geleceğimizi ellerimizden almak isteyenlere dur demek ve bizden sonrakilere yaşanacak bir dünya bırakmak için cüret ve cesaretle mücadele etmektir. Bunun için 6 Kasımda sen de aramızda ol, sesimize sesini, gücümüze gücünü kat. Unutma ki sensiz olmayacak
Eğitim haktır, satılamaz!
YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!
Soruşturma değil söz hakkı istiyoruz!
Hücrelere, silahlara, batık bankalara değil eğitime bütçe!
Süresiz Açlık Grevinin 20. günü!..
Herkes konuştu; herkes bir şeyler söyledi; hücre saldırısına karşı çıkanlar, yanında olanlar söylediler söyleyeceklerini. Şimdi söz sırası bizim...Teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederiz.
Bu sözler içerden, zindanlardan yükseltilen devrimci tutsakların sözleri. Onların uğruna tereddütsüzce ölmeyi seçtikleri yaşamda; sömürüye, açlığa, köleliğe yer yoktur. Onbinlerin bir gecede beton bloklar arasına gömülmesine, açlıktan ölen çocuklara, çöpten ekmek toplayan insanlara, insanların hastane kuyruklarında beklerken ölmesine, ezberci-gerici-bilimsel olmayan-paralı eğitime, YÖKe, harçlara, işçilerin fabrikalarda kan emici asalaklara yem yapılmasına, iş cinayetlerine kurban edilmelerine, bir avuç sömürücü asalağın dünyayı yıkıma, milyonları sefalete mahkum etmelerine yer yoktur.
Ama bu düzen onları sınıfsız-sömürüsüz, özgür bir dünya, insanca bir yaşam için mücadele ettikleri için işkencelerden geçirdi, katletti, katledemediklerini zindanlara attı. Bununla da yetinmedi, şimdi de onları F tipi hücrelere atarak düşüncelerini teslim almak, inandıklarından vazgeçirmek, onları diri diri tabutluklara koymak, yok etmek istiyor. Amaçları; devrimci tutsaklar şahsında sana hücreleri göstererek hak arama mücadeleni engellemek, toplumsal muhalefeti bastırmak. Amaçları; suskun, tepkisiz, itaatkar bir toplum yaratmak. Devrimci tutsaklarsa F tipi hücre hapishaneleri kapatılsın, Anti-Terör Yasası kaldırılsın, Üçlü Protokol iptal edilsin, DGMler kaldırılsın, işkenceciler ve katliamcılar yargılansın talepleriyle bedenlerini açlığa yatırdılar. Ki bugün YÖKe hayır diyen, parasız eğitim isteyen öğrenciler işkenceler görüp, DGMlerce yargılanıp, yüzlerce yıllık hapis cezasına çarptırılırken; Tuzla deri işçileri sendika hakları için mücadele ettikleri için hücrelere atılırken, bunlar senin de taleplerin.
Bugün Süresiz Açlık Grevi nin 20. günü. Yaşam süreleri gün gün, saat saat sınırlanmış. Unutma ki; geride bıraktığımız her dakika, onları ölüme veya bedenlerinde bir daha onarılamayacak hasarlara, sakatlığa daha da fazla yaklaştırıyor.
Yaşamayı ölecek kadar seven bu insanlar için sen ne yapacaksın? Susup seyirci mi kalacaksın? Oysa gerçek yaşamda seyirciye yer yoktur. Herkes katılır yaşama... Bizler insanlık onuruna sahip çıkan herkesi, devrimci tutsakların açtıkları direniş cephesine katılmaya çağırıyoruz. Sermayenin zindan duvarlarını ve kölelik zincirlerini birlikte parçalayalım.
Süresiz Açlık Grevindeki devrimci tutsaklarla dayanışmayı yükseltelim!
İnsanlık onuruna sahip çıkalım!
Hücre ölümdür, izin verme!
(SAGın 20. günü olan 9 Kasımda dağıtılan EG bildirisidir...)
Müşteri değil öğrenciyiz!
Vakıf parası adıyla bizden alınmak istenen 5 milyon haraçlara karşı mücadeleye!
Eğitime bütçe ayırmayan devlet, silaha, çetelere, ve hücre tipi cezaevine trilyonluk bütçe ayırıyor. Ve biz işçi-emekçi çocuklarına paran varsa okursun diyorlar. Bu parayı ödemediğimiz takdirde üniversite sınavına girme hakkını elimizden alıyorlar. Fırsat eşitsizliğinin had safhada olduğu bu eğitim sistemiyle, üniversitelerin kapıları her geçen gün yüzümüze kapanıyor. Bu uygulamaya karşı vakıf paralarını vermeyelim!
Eğitim hakkımız engellenemez!
Herkese eşit, parasız, bilimsel eğitim!
Kurtuluş yok tek başına,ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Ankara Liseli Gençlik Platformu
(ALGP)
|