ARSIVANA SAYFA
 
11 Kasım '00
SAYI: 42
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Zindan direnişine karşı sistematik devlet provokasyonları
Ölümleri mi bekleyeceğiz?
Kamuda özelleştirme ve mücadelenin sorunları
Kamu emekçilerine sesleniş!
Faşist partiye kongre cilası tutmadı
Gençlik hareketinde yeni bir dönemin işaretleri
YÖK nedir?
YÖK’e karşı yaygın ve kitlesel eylemlilik
6 Kasım eylemlilikleri üzerine
Komsa grevinin başarısı için
Metal işkolundaki satış sözleşmesinin ardından
Sendikalaşma çerçevesinde gelişen işçi direnişleri
SAG direnişçilerinden çağrı
“Çete devletine diz çöktüreceğiz! Biz kazanacağız!”
Süresiz Açlık Grevi üzerine sendikacılar ve öncü işçilerle konuştuk
Devletin F tipi saldırısı durdurulmalıdır!
Bern’de 25 bin kişilik işçi-emekçi gösterisi
Yıkım halkın örgütlü gücüyle püskürtülebilir!
Sermaye cumhuriyeti 77. yılında çürümenin doruğunda!
Fikir ve eleştiri..., Küfür ve hakaret...
Atılım’ın küfürbaz takımına...
Zindanlar'dan
Mücadele Postası
 



 
 
Sermaye cumhuriyeti 77. yılında çürümenin doruğunda!


Hücre karşıtı mücadele komünist ve devrimci tutsakların 20 Ekim’de başlattıkları SAG eylemiyle yeni bir aşamaya girdi. Eylemin başlamasının hemen ardından devletin çelik çekirdeği işe koyuldu ve cezaevlerindeki besleme çetelerini harekete geçirdi. Böylece SAG eylemini geri plana itmeye, hücrelere geçişin ne kadar gerekli olduğu demagojisini kitlelere kabul ettirmeye çalışıyor.

Bu çeteler, cezaevlerindeyken bile haraç toplayabilmekte, bellerinde silahları ve telefonlarıyla dolaşmaktadırlar. Devrimci tutsaklara karşı vahşet tabloları sergileyen devlet, kendi yasalarını bir paçavra gibi ayaklar altına alarak, çetelerin silah, uyuşturucu, cep telefonu vb. ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Nitekim çete başlarından biri Uşak Cezaevi’nde cinayetler işleyip, medya önünde “en büyük devlet” diye bağırabilmektedir. Sözkonusu katillerin sevklerde bile bellerinden silahları eksik olmuyor. Bu da kontra devletin hizmetinde çalışmanın ödülü olsa gerek.

Aynı dönemde bankacılara karşı da harekete geçiliyor! Güya “temiz toplum” hedefine ulaşacaklar. Oysa bu bankaların boşaltılacağı yıllar öncesinden biliniyordu. Buna rağmen bugüne kadar herhangi bir müdahalede bulunmadılar. Şimdi harekete geçmeleri, belli ki hazır bir planın yaşama geçirilmesinden ibarettir. Yaşanan süreç yalnızca, burjuva cumhuriyetin çürümüş ve kokuşmuş bir soygun düzeni olduğu gerçeğini ortaya sermiştir.


29 Ekim ve “bağımsızlık” nutukları

Böylesi bir süreçte kutlanan “Cumhuriyet Bayramı”nda, bir yanda şovenizmi körüklerken, öte yandan “sivil toplum örgütleri”ni de kullanarak “bağımsızlık”tan dem vuran nutuklar attılar. Önceki yıllara göre Kemalizm, bağımsızlık vurgusu ağırlık kazandı. Bu hamasi nutuklar, çürümenin alabildiğine derinleştiği bir sürece ve Susurluk’un yıldönümünün hemen öncesine denk düştü. Susurluk’ta ortaya saçılan kirli iş ve ilişkileri örgütleyenler, dördüncü yılında da görevlerine devam ediyorlar. Ulucanlar katliamı ve ardından devletin sergilediği tutum, katillerin korunması, tesadüf eseri katliamdan kurtulan devrimci tutsakların yargılanması ve kolluk kuvvetlerinin tutsak yakınlarına karşı kudurgan tavrı, “Susurluk devlettir!” tespitinin açık kanıtı. Nitekim, sermayenin sadık uşağı kimi savcıların koruma araçlarının geri istendiği bir dönemde, “bin operasyon”un başı Mehmet Ağar altı devlet aracıyla korunmaktadır.

İşçi ve emekçiler için açlık ve sefalet, sermaye ve çeteler için “cennet” olan bir düzende, içi boş gösterilerin, yaşamın gerçekliğinin boşa düşürdüğü iddiaların bir hükmü yoktur. Zaten asalaklaşmış, insanlığın gelişimi önünde engel haline gelmiş bir düzenin, kapitalizmin kurumlarının temiz olmasını beklemek, abesle iştigaldir. Asli görevi milyonlarca işçi-emekçinin canıyla-kanıyla beslenen sermaye sınıfının çıkarlarını savunmak olan devletin, tüm kurumlarıyla çeteleşmesi, kontralaşması, bir cinayet örgütüne dönüşmesi kaçınılmazdır.


Kargaları güldürecek iddia: “Bağımsızlık”

Devletin resmi törenlerinde ve “sivil toplum örgütleri” tarafından organize edilen değişik etkinliklerde, Kemalizme ve bağımsızlığa yapılan vurguların emperyalizme uşaklığın alabildiğine derinleştirildiği bir döneme denk gelmesi, ancak kara mizah konusu olabilir. Cottarelli başkanlığındaki İMF heyetinin kapalı kapılar ardında teftişler yaptığı, emirlerini dikte ettirdiği bir zamanda kutlanan bir Cumhuriyet Bayramı, tek başına bu olay bile, bağımsızlık palavralarının temelsizliğini göstermeye yeter de artar.

Emperyalizme kölece bağımlığını küreselleşme masallarıyla derinleştiren, ABD’ye uşaklığı marifet sayan, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da emperyalizmin taşeronluğunu üstlenen bir cumhuriyet bağımsız olabilir mi? Kamu emekçisine vereceği maaş zammının, tarımın çökertilmesinin, özelleştirmelerin, tahkim uygulamalarının, bütçenin vb. bizzat İMF tarafından belirlendiği bir ülkede, bağımsızlıktan sözedilebilir mi? İnsanları bu masallara inandırmak mümkün olmasa da, ayakta kalabilmek için baskı, terör, demagoji, yapay gündemler ve yalanlara mahkum olan çete cumhuriyeti, döne döne bu kirli araçları kullanacaktır.

Kokuşmuş burjuva cumhuriyeti 77 yaşında hala ayakta durabiliyorsa, bu onun güçlü olmasından değil, onu yıkacak olan işçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüz ve dağınık olmasından dolayıdır. İşçi sınıfı öncü partisiyle birleşip mücadeleye aktif bir şekilde katıldığı zaman, sermaye cumhuriyeti de asıl yeri olan tarihin çöplüğünü boylayacaktır.

Kahrolsun emperyalizm ve uşakları!
Yaşasın bağımsız sosyalist Türkiye!





Düzeni aklama oyunun aktörleri;

İyi adamlar, kötü adamlar


Düzenin tahkimatı ve emekçilerin bilincini bulandırmak için kullanılan temel politikaların başında, düzen gerçekliğinin düzenin çeşitli kişi ya da kurumlarının ön plana çıkarılarak karartılmasıdır. Bu politika yönteminde, sahneye kötü adamlar ya da kurumlar çıkarılır, düzenin tüm pislikleri bunların üzerine yıkılır. Böylelikle bir çırpıda düzen ak pak olur. Bu oyunda tüm düzen cephesi ortaya çıkardığı kötü adamlara karşı can siparene bir mücadele yürütür.

Sınıf karşıtlıkları karartılır, sermaye düzeninin dışarı attığı pisliğine karşı “mücadeleye” emekçiler de ortak edilir. Ancak bu “mücadele”de işçilerin ve emekçilerin fiili aktivitesine de yer yoktur. Çünkü bu çerçevede sokağa dökülecek kitlelerin denetiminden çıkma tehlikesi göze alınamaz. Bu nedenle “kötü adamlar”ın karşısına bir de “iyi adamlar” çıkarılır. “İyi adamlar” pürü-paktır. Gözüpekçe bir mücadele verirler. İşçiler ve emekçiler ise bu “mücadeleyi”, oynanan oyunun izleyicileri olarak sadece seyrederler. “Mücadele”nin sonucu zafer olur ve kazanan bir bütün olarak “millet” olur. Düzen aklanmıştır!

Bu oyunun son örneği, banka operasyonları vesilesiyle bir kez daha tekrarlanıyor. Murat Demirel ve benzerleri bu oyunun yeni “kötü adamları”; Tantan ve Temizel ise “iyi adamları”nı oynuyorlar. Murat Demirel ve benzer birkaç kişi bir gece ansızın bir hırsızlık yapmış, Tantan ve Temizel’de bu hırsızların yakasına yapışmışlar. Tantan, “yıllarca bu soyguncuların önünde ceket ilikledik. Yeter artık” diye feryad ediyor.

Bu namuslu “iyi adamlar” önlerine konulmuş senaryoyu çok ta iyi oynuyorlar. Madem bu kadar cesur ve isyankarlarsa, neden “aile fotografı”nın diğer fertlerine ve reislerine dokunmuyorlar? Çünkü kirlilik, soygun bir düzen gerçeğidir. Çarklar soygun ve talan için dönmektedir.

Tantanlar ve Temizeller bu kirli soygun düzenin aklayıcısıdırlar. Pislikleri saklayıp düzeni aklamaktadırlar.

İşçi ve emekçiler, bu oyunun basit izleyicileri olmaktan çıktıkları gün, bu düzeni her türlü pisliği ve aklayıcısıyla beraber mezara gömecek gün de gelmiş olacaktır.





Yargı çalışanları acil istemleri için alanlardaydı!

“F Tipleri çözüm değildir!”


İMF patentli sermaye hükümetinin işçi-emekçilere yönelik saldırısından nasibini alan Tüm Yargı-Sen üyeleri, 4 Kasım Cumartesi günü Kızılay YKM önünde, saldırıları protesto eden bir eylem düzenlediler.

Çeşitli illerden gelen yargı çalışanları Ankara Adliyesi önünde toplandılar. Ardından polis kuşatması altında YKM önüne doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş sırasında; “Yargıda eşitlik istiyoruz!”, “Adalet yoksa barış da yok!”, “Yargıda isyan devam ediyor!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Tazminat hakkımız, söke söke alırız!”, “Sadaka değil toplu sözleşme!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

YKM önüne gelinmesinin ardından yapılan konuşmada İMF uşağı hükümetin yoksulluk bütçesine karşı alanlara çıkıldığı, enflasyonu düşürme adı altında emekçilere saldırıldığı anlatıldı. Daha sonra kürsüye çıkan Tüm Yargı-Sen genel başkanı Tekin Yıldız, konuşmasında; hükümetin memurun sesini duymadığını, ancak hak arayan memurların yargılandıklarını belirtti. Saldırılar çerçevesinde tazminat haklarının yanında bazı özlük haklarınında gasp edildiğini; ayrıca emekçilere para yok denilirken, batık bankalara ve F tipi cezaevlerine trilyonların aktarıldığını belirtti. Sözlerine F tipi cezaevlerine geçiş için yargı infaz memurlarının kullanıldığını, ancak F tipinin çözüm olamayacağını vurgulayarak devam eden Yıldız, istekleri karşılanana dek eylemlerin süreceğini belirtti.

Eylemde önplana çıkan talepler şunlar oldu: 5 yıllık yıpranma tazminatı, angaryasız çalışma, personel açığının kapatılması, gaspedilen özlük ve sağlık haklarının iade edilmesi.

Kızıl Bayrak/Ankara