ARSIVANA SAYFA
 
11 Kasım '00
SAYI: 42
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Zindan direnişine karşı sistematik devlet provokasyonları
Ölümleri mi bekleyeceğiz?
Kamuda özelleştirme ve mücadelenin sorunları
Kamu emekçilerine sesleniş!
Faşist partiye kongre cilası tutmadı
Gençlik hareketinde yeni bir dönemin işaretleri
YÖK nedir?
YÖK’e karşı yaygın ve kitlesel eylemlilik
6 Kasım eylemlilikleri üzerine
Komsa grevinin başarısı için
Metal işkolundaki satış sözleşmesinin ardından
Sendikalaşma çerçevesinde gelişen işçi direnişleri
SAG direnişçilerinden çağrı
“Çete devletine diz çöktüreceğiz! Biz kazanacağız!”
Süresiz Açlık Grevi üzerine sendikacılar ve öncü işçilerle konuştuk
Devletin F tipi saldırısı durdurulmalıdır!
Bern’de 25 bin kişilik işçi-emekçi gösterisi
Yıkım halkın örgütlü gücüyle püskürtülebilir!
Sermaye cumhuriyeti 77. yılında çürümenin doruğunda!
Fikir ve eleştiri..., Küfür ve hakaret...
Atılım’ın küfürbaz takımına...
Zindanlar'dan
Mücadele Postası
 



 
 
Demokratik kitle örgütlerine...


Merhaba,
Ülkemizde, yaklaşık bir yıldır hücre tipi hapisahaneler tartışılıyor. Hücrelerin işkence olduğunu, ölüm olduğunu bilmeyen yok artık. Uzun süredir tüm ülkenin gündeminde olan ve tartışılan hücreler, tecrit ve yalnızlaştırma üzerine kurulmuştur. Ve hücrelerdeki tek amaç, biz devrimci tutsakları siyasi kimliklerinden soyundurmak, emperyalizm ve ülkemizdeki işbirlikçi bir avuç egemen için bir tehlike olmaktan çıkarmaktır. Kısacası devlet hücrelerle, kişiliksiz, kimliksiz, örgütsüz insan tipini hedefliyor.

Tabii hücre tipi hapishaneler ilk defa gündeme gelmiyor. Daha önce de genelgelerle, Eskişehir, Ümraniye tabutluklarıyla defalarca gündeme getirildi. Her defasında devlet kararlılık gösterileri yaparak “kesin çözüm” diye kamuoyuna sundu hücreleri. Fakat her defasında, bedel ödemeyi göze alarak yaptığımız direnişlerle devletin bu saldırısının önünde barikat olmayı başardık. Buca, Ümraniye direnişleri, 1996 Ölüm Orucu Eylemi, Ulucanlar, Burdur direnişleri hala hafızalardadır. Bugün de farklı olmayacaktır. Biz tutsaklar olarak yine direnecek ve zaferi kazanacağız.

Şu da bir gerçektir ki, hücre saldırısı tek başına siyasi tutsaklarla da sınırlı değildir. Amaç olarak tüm halka yönelik bir saldırı politikasıdır. Halkın muhalefetine, örgütlenmesine, özgürlük ve demokrasi taleplerine en ufak bir tahammülü bile yoktur devletin. Bunun için de halkı susturmak, sindirmek için başta zor ve şiddet olmak üzere ideolojik, psikolojik her türlü saldırı yöntemini kullanıyor. Sizin de defalarca bizzat yaşadığınız gibi, bir basın açıklamasının bile karşılığı coplanmak, gözaltına alınmak ve işkence görmek oluyor.

IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle şekillenen ekonomi programlarıyla bırakalım halkın cebindekini, boğazındaki lokmaya el konulmuş durumdadır. İşçilerin, memurların maaşlarını IMF’nin belirlediği bir ülkede işçilerin, memurların haklarından söz edilebilir mi? Her gün işten atılmayla, sakat kalmayla yüzyüze olan emekçilerin tek örgütlenmesi olan sendikaların hareket alanı da daraltıldıkça daraltılmaktadır. Toprağını işleyerek ekmeğini kazanmaya çalışan köylülere IMF’nin tek ürün politikası, her yıl artacağı yerde azalan taban fiyatlarıyla yoksulluk dayatılmaktadır. Ülkenin geleceği olan gençliğe ise yozlaşmadan başka hiçbir alternatif sunulmamaktadır. Okuma hakları elinden alınan, işsizlikle başbaşa bırakılan gençler “potansiyel suçlu” olarak görülüyor ülkemizde. Bu koşullarda “gençliğin geleceği garanti altına alınmıştır” denilebilir mi? Okuma hakkı istediği için öğrencileri gözaltına alıp tutuklayan bir ülkede yaşıyoruz.

Halkın her kesiminin daha da sayabileceğimiz çok çeşitli saldırı ve baskıyla karşı karşıya olduğu ülkemizde, hücre saldırısı bu genel saldırı politikasının bir parçasıdır. Bugün işçilerin, memurların, köylülerin, kadınların, çocukların... yaşadığı baskı ve saldırılar hücre saldırısı ile iç içedir. Hiçbiri birbirinden ayrı ve bağımsız ele alınamaz. Hücre saldırısı tüm halkı kapsayan saldırı politikasının bir parçası olduğu içindir ki, hiç kimse “hücreler beni ilgilendirmez” diyemez. Bugün baskıyla, sömürüyle, haksızlıkla karşı karşıya olduğunu söyleyen herkes hücrelere karşı olmak zorundadır. Çünkü hücrelere karşı olmak;

- Demokrasi istemek,

- Bağımsızlık istemek,

- Adalet istemek demektir.

- Eşit ve özgür yaşamak istemektir. Biz, tüm bu nedenlerle hapishanelerde “HÜCRE” olarak gündeme gelen emperyalizmin halkları teslim alma politikasını boşa çıkarmak, özgürlük ve demokrasi mücadelesini ileriye taşımak için 20 Ekim 2000 tarihinde DHKP-C, TKP(ML) ve TKİP tutsakları olarak Ölüm Orucu eylemi temelinde yürüteceğimiz SÜRESİZ AÇLIK GREVİ’ne başladık. Demokrasi mücadelesi veren sizlerin de direnişimize güç vermenizi bekliyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
(...)
Biz kazanacağız!...

Tüm hapishanelerdeki
DHKP-C, TKP(ML), TKİP Tutsakları





Hukukçulara çağrımızdır!


Merhaba,
Bizler DHKP-C, TKM(ML) ve TKİP davası tutsakları olarak bundan dört yıl önce olduğu gibi bugün de bize dayatılan onursuzluğa, teslimiyete karşı bedenlerimizi açlığa yatırıyoruz. “F Tipi Hapishane” adı altında biz devrimci tutsaklara dayatılan bu saldırı dalgasını bizler de dalga dalga yayılacak olan yeni bir direnişle karşılıyoruz. Tecrit ve yalnızlaştırma üzerine kurulu bir saldırı bu. Özünde siyasi kimliğimizi yok etmek, hapishanelerdeki örgütlü yaşamımızı tasfiye etmek ve inançlarımızdan soyundurmak vardır. Bugüne kadar hapishaneler sürekli irade çatışmasına sahne olmuştur. Buna yıllardır sizler de tanık oluyorsunuz.

Devletin saldırıları hapishanelerle sınırlı kalmamış, ülkemiz emekçi halklarına karşı yürütülen kapsamlı saldırıların bir parçası olmuştur. Bu gerçek bugün değişmemiştir, aksine daha boyutlu yaşanmaktadır. Bu nedenle de hücrelere karşı olduğunu söyleyen herkese vahşice saldırılıyor. İsteniyor ki, kimse sesini çıkarmasın, herkes hücreleri savunsun. Ama böyle bir şey, siz de kabul edersiniz ki mümkün değildir. Çünkü hücrelere girmek; teslim olmak, onursuzlaşmak, kişiliksizleşmek demektir. Ve böylesi bir şeyi hiç kimse kabul edemez.

F tipi hücre saldırısı bugün halklarımıza IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan programdan bağımsız değildir, bağımsız ele alınmamalıdır. Bu gerçek bizzat Ecevit’in “Hapishanelerde istikrar sağlanmadan ülkede istikrar sağlanmaz” sözlerinde ifade edilmiştir. Bugün tüm emekçilerin yaşam hakları, sosyal, siyasal, demokratik... her türden hakları gasp ediliyorsa, bunu emperyalizm istediği içindir. Emeğinin karşılığını istemek, iş güvencesi istemek, düşüncelerini dile getirmek, kısacası en küçük bir hak istemi suç sayılır durumdadır. Ve tüm bunları belirleyen emperyalizmdir. Hücre saldırısı da emperyalizmin talimatlarıyla yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Ulucanlar katliamı, emperyalizme, hücrelere geçileceğinin teminatı olarak gösterilmiştir. “F tipi” denilen hücre hapishaneler emperyalizmin halkı bir bütün olarak teslim alma operasyonunun önemli bir parçasıdır. İMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla yaşama geçirilmeye çalışılan ve asıl olarak tekellerin “huzurunu ve istikrarını” sağlamayı hedefleyen ekonomik ve siyasi programlar halka karşı topyekûn bir savaşa dönüşmüştür. Biz devrimci tutsaklar da bu saldırıların hedeflerinden biriyiz. Bize ve halka dayatılan teslimiyete asla izin vermeyeceğiz.

Evet bugüne kadar çok değişik kesimler eylemlilikleriyle hücrelere karşı olduklarını dile getirdiler. Şu bir gerçektir ki, bu mücadeleyi sahiplenmek, direnişimizin bir parçası olmak, demokrasi mücadelesi yürütmektir. Hapishane mücadelesi demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır. Ailelerimizin, kamuoyunun, duyarlı tüm kesimlerin desteğiyle bugüne kadar F tipi hapishanelere karşı gelişen tepkilerle birlikte biz de sözümüzü söyleyeceğiz. Avukatlarımızın ve sizlerin direnişimizi sahiplenmeniz, bu direnişin bir parçası olmanız önemlidir. Hapishanelerde yaşanan insanlık dışı uygulamaları, dayatılan onursuzluğu en yakından bilen, tanık olan sizlersiniz. Sizler de “Üçlü Protokol” dolayısıyla onursuz uygulama dayatmalarıyla karşı karşıyasınız. Hukukçular olarak sizler de bu mücadelenin içerisindesiniz. Ve değişik biçimlerde tepkilerinizi dile getiriyorsunuz.

Ancak bugüne kadar gösterilen tepkileri düşündüğümüzde, hücre politikasını boşa çıkarmak için daha fazlasına ihtiyaç olduğu bir gerçek. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi emperyalizmin teslim alma programına her alanda karşı çıkarak, tavır alarak yürütülebilir. Değişik biçim ve yöntemlerle de olsa ülkemizde demokrasi mücadelesi yürüten güçler ortak demokratik taleplerle birlikte hareket edebilirler. Tepkilerimizi ortaklaştırmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle 20 Ekim 2000 tarihinden itibaren aşağıdaki taleplerimizle, Ölüm Orucu temelinde yürüteceğimiz SÜRESİZ AÇLIK GREVİ eylemine başladık. Bu mücadelenin hep birlikte yürütmemiz gereken demokrasi mücadelesi olduğu bilinciyle birlikte olacağımızı bekliyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
(...)

Tüm hapishanelerdeki
DHKP-C, TKP(ML), TKİP Tutsakları





Helvacı davasından notlar...


Ulucanlar mahkemesinin Aliağa’daki duruşması 7 Kasım’da devam etti. Ulucanlar Cezaevi’nde katledilen Habip Gül’ün cenaze törenine katılan insanların yargılandığı, katillerin ise elleri kolları serbest dolaştığı mahkemede yargı terörü yaşandı.

Saat 10:10’da başlayan mahkeme 10 dakika sürdü. Eksik bilgilerin toplanması ve avukat Nedim Değirmencioğlu’nun yeni tanık talep etmesi ile duruşma 30 Ocak tarihine ertelendi. Katılımın zayıf olduğu (67 kişilik davalıdan 4 kişi geldi), yabancı konukların daha fazla ilgi göstermesi dikkat çekiciydi (İngiltere, Fransa, Danimarka ve Almanya’dan işkence ve insan hakları platformundan).

Mahkeme bittikten sonra adliyenin önünde yabancı konuklar Türkçe’ye çevrilerek bir basın açıklaması yaptılar. “... Mağdurların yargılandığı işkencecilerin sanki ödüllendirildiği bir durumla karşı karşıyayız...” sözleriyle devam eden basın açıklaması, devletin ve mahkemenin tutmunu da ortaya seriyordu. Daha sonra Habip Gül’ün ablası Kibar Kebude de mezarda Habip Gül’ün fotoğrafının kırılmasını kınayan ve birilerinin mezarlarımızdan da korktuğunu vurgulayan bir konuşma yaptı.

Bundan sonraki mahkeme süreçlerinde yargılayanları yargılamak istiyorsak, tüm olanaklarımızı seferber etmek durumundayız. Hele ki şu son süreçte, (F) tipi ve açlık grevlerinin sürdüğü bir dönemde, bu tür olanakları güce dönüştürmek durumundayız. Değişik ülkelerin platformlarından gelen insanlar bunu göstermişlerdir. Bu durumda bize, tüm duyarlı insan ve kurumlara önemli sorumluluklar düşmektedir.
Hücrelere geçit vermeyelim!
Devrim şehitleri ölümsüzdür!

İzmir’den bir komünist