Kardeşler, ben de sizin gibi bir kamu emekçisiydim. Kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi içinde devrimci bir eğitim emekçisi olarak yer aldım. Eğitim-Sen şube başkanlığı yaptım. Kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlükler mücadelesine, çürümüş düzene, çeteleşmiş devlete yönelmiş işçi sınıfının devrimci iktidar mücadelesinin parçası olarak ele alınması gerektiği bilinciyle yaklaştım. Bu bilinç ve inançla işçi sınıfının devrimci iktidar mücadelesine örgütlü bir devrimci olarak katıldım.
Sermayenin kılıcını sallayan çeteleşmiş devletin söylemiyle azılı bir teröristtim artık. Defalarca gözaltına alındım. Hakkımda birçok dava açıldı, yargılandım. DAL işkence merkezinde onursuzluğu, teslimiyeti dayatan insanlık dışı işkencelerden geçirildim. İstedikleri işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş mücadelesine ihanet etmemdi. İnançlarımı kusmamdı. Devrimci-komünist kimliğimin bana yüklediği sorumluluk direnmekti, işkencecilere tek kelime ifade vermemekti. Öyle de yaptım. Daha sonra tutuklanarak Ulucanlar zindanına götürüldüm.
Nazi katliamlarını aratmayan 26 Eylül Ulucanlar saldırısını onlarca yoldaşım ve siper yoldaşımla birlikte yaşadım. Emeğin kurtuluş mücadelesinin yılmaz neferi olan on kardelenimizin katledildiği katliamdan tesadüfen ağır yaralı olarak kurtulan tutsaklardan biriydim. Ağır yaralı olduğumuz bilindiği halde hastaneden tekrar Ulucanlara getirilerek hücrelere atıldık. 26 gün süren süresiz açlık grevi direnişimiz sonucunda, katliamcılar bayan arkadaşlarımızın koğuşa geçmesini, bizlerin ise Bartın zindanına sevkedilmemizi kabul etmek zorunda kaldılar.
Kamu emekçilerinin 11 yıldır baskı ve kıyımlara inat yürüttükleri sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinin gelinen eşikteki sorunlarının yakın tanığıyım. 11 yıllık kesintisiz mücadeleye rağmen alınan mesafe istenilen düzeyde değildir. Ortaya çıkan bu zayıflamada kamu emekçilerinin önüne örülen barikatların etkisi belirleyicidir.
Bu barikatların birincisi devletin baskı ve zora dayalı politikası, ikincisi ise kamu emekçilerinin mücadele dinamiklerini düzen kanallarına akıtma misyonu üstlenen sendika bürokratlarıdır. Devrimci önderlik boşluğu nedeniyle sendikaların başına çöreklenmiş reformizm, kamu emekçileri hareketinin gerilemesinde çok önemli bir rol oynamıştır.
Tüm bu olumsuz tabloya rağmen, kamu emekçileri, hareketin önündeki engelleri aşacak, sendikal hak ve özgürlük mücadelesini başarıya ulaştıracak devrimci dinamizme sahiptir. 16-18 Haziranları, 20 Aralıkları, 18 Nisanları, 4-5 Martları yaratan kamu emekçileri kendi özgüçlerine dayanarak, sermayenin topyekûn saldırısına karşı işçi sınıfı ve emekçilerin topyekûn direniş bayrağını yükselterek, sendikal hak ve özgürlükleri direne direne kazanacaktır. Buna inancım tamdır.
Sermaye devleti, tarihinin en kapsamlı saldırısına girişmiştir. Sosyal yıkım programı genelde işçi sınıfı ve emekçilerin, özelde kamu emekçilerinin sefaletinin katmerleştirilmesi pahasına uygulanmak isteniyor. İMF-TÜSİAD programı kamu emekçilerine sefalet ücretlerini, grevsiz, toplusözleşmesiz sendikayı, iş güvencesini ortadan kaldırmaya yönelik KHKları dayatıyor.
Sermayenin kasasını doldurmayı hedefleyen İMF programının başarıya ulaşması, yaşamın hücreleştirilmesinde ifadesini bulan örgütsüzleştirme saldırısının başarıya ulaşmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bunun için işçi sınıfının halihazırda tek örgütlülüğü olan sendikaları barajlarda boğuyorlar. Bunun için kamu emekçilerini iş güvencesinden yoksun bırakacak KHKyı kamu emekçilerinin başında demoklesin kılıcı gibi sallandırıyorlar. Bunun için devrimci tutsakları tabutluklara sokmak istiyorlar. Amaçları işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamını hücreleştirmektir. Zira alabildiğine bireycileştirilmiş, sorgulamayan, hesap sormayan, güvensiz, suskun bir toplum yaratmaktır hedefleri.
Yaşamın hücreleştirilmesi, işçi sınıfı ve emekçilere yönelik sermayenin uluslararası düzeydeki saldırı politikasıdır. Bu saldırının parçası olan politik tutsaklara yönelik hücre saldırısının mimarları ve ilk uygulayıcıları da emperyalistlerdir. İşçi sınıfı ve emekçileri her türden örgütlülükten yoksun bırakarak, emperyalist-kapitalist sistemin ömrünün uzatılması ihtiyacıyla bağlantılı olarak gündeme getirilmiştir. Sermaye devletinin böylesi stratejik öneme sahip bir konuda harekete geçmemesi eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Bu saldırının en kritik halkası devrimci tutsaklara yönelik hücre saldırısıdır. Bundan ötürü sermayeye hizmette kusur etmeyen Ecevit, cezaevlerinde huzur sağlanmadan, dışarda huzur sağlanamaz, diyor. Devrimci tutsakların siyasal ve sosyal birlikteliklerinin parçalanması, devrimci kimliklerinin yokedilmesi hedefiyle hücre saldırısına kilitlenmişlerdir. Zira öncüleri susturulmuş bir toplumu zapturapt altına almak çok daha kolay olacaktır. Ulucanlar katliamı, Burdur kanlı operasyonu, işkence ve ölüm hücreleri saldırısının ön adımlarıydı. Devrimci tutsaklar teslimiyet ölümdür bilinciyle direndiler. İşçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş bayrağını yere düşürmediler. Can pahasına direnen devrimci tutsaklar, işçi sınıfı ve emekçilerin tarihsel haklılığından, devrim davasına olan sarsılmaz inançlarından güç alıyordu. Cansa can, ölürüz de teslim olmayız kararlılığı karşısında işkencenin, katliamın bir hükmü olamazdı. Bu nedenle Ulucanlar ve Burdur direnişi sermaye devletinin hücre politikasına verilmiş devrimci bir yanıt olmasının yanısıra hücre saldırısına vurulmuş önemli bir darbeydi.
Ancak sermaye devleti stratejik saldırısından vazgeçmemiştir. Yeni taktik manevralarla ölüm hücrelerini lüks, dubleks odalar olarak yutturma peşindedir. Ulucanlar ve Burdur direnişi, hücre karşıtı mücadelenin dışarıda ivmelenen temposu iyi bir zemin hazırlamakla birlikte, henüz hücre saldırısını püskürtmekten uzaktır.
Gelinen yerde devletin hücre politikasında oluşan gedikleri büyütmek, hücre karşıtı mücadeleyi yükselterek saldırıyı püskürtmek için devrimci tutsaklar zindanlar cephesinden genel direniş bayrağını yükseltmelidir. Komünist ve devrimci tutsaklar, işçi sınıfı ve emekçilere duydukları büyük güven ve tarihsel sorumlulukla belli bir süre sonra ölüm orucuna dönüştürecekleri Süresiz Açlık Grevini, 20 Ekimde başlatmışlardır. TKİP, DHKP/C ve TKP(ML) dava tutsaklarının ölümüne bir kararlılıkla başlattıkları genel direnişin başarısının zindanları aşan sonuçları olacağı açıktır. Zira hücre saldırısı işçi ve emekçilere yönelik saldırının parçasıdır. Bu saldırının püskürtülmesi durumunda, işçi ve emekçilere yönelik pervasız saldırıların önüne de bir barikat örülmüş olacaktır.
Bu direniş bayrağının üzerinde; işçi ve emekçilere yönelik ekonomik ve siyasi saldırılar son bulsun yazıyor. Bu direniş bayrağının üzerinde; insanca yaşanabilir ücret ve çalışma koşulları yazıyor. Bu direniş bayrağının üzerinde; sınırsız söz-basın, gösteri-yürüyüş, örgütlenme özgürlüğü yazıyor. Bu direniş bayrağının üzerinde; tüm çalışanlara grevli, toplusözleşmeli sendika hakkı yazıyor...
Kamu emekçileri zindanlardan yükselen inançlı sese, yükseltilen onurlu direniş bayrağına, kendi sesi ve yükseltmesi gereken direniş bayrağı bilinciyle sahip çıkmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarından başka hiçbir özel çıkarı olmayan komünist ve devrimci tutsaklar, baskı ve sömürü düzenine karşı yükselttikleri direniş bayrağını yere düşürmemek için büyük bedeller ödemeye hazırlar. Bunun için bedenlerini açlığa yatırdılar.
Zindanlardan yükselen mücadeleye sahip çıkmak her kamu emekçisinin görevidir. Zira hücreler sadece devrimci tutsakları tehdit etmiyor. Saldırının püskürtülemediği koşullarda, en küçük meşru hakları için mücadele eden, sokağa çıkan işçi sınıfını, kamu emekçilerini, emekçi köylülüğü, gençliği de hücreler bekliyor. Bundan ötürü devrimci tutsaklara sahip çıkan her kamu emekçisi aslında kendi mücadelesine sahip çıkmış olacaktır. Devrimci tutsakların ödeyeceği bedelde işçi sınıfı ve emekçilerin sahipleniş düzeyi belirleyici olacaktır.
Susmak onaylamaktır. Beklemek ölümdür. Bugün zulmün karşısında sessiz kalanların yarın söyleyecek onurlu bir sözü olamaz!
Bir kez daha tekrarlıyoruz; inancın olduğu yerde zulmün bir hükmü yoktur! Özelde kamu emekçilerini, genelde işçi sınıfı ve emekçileri hücre saldırısına karşı ortak mücadeleye çağırıyoruz. Zaferi birlikte kazanacağız!
2001 yılı bütçesi, %10luk zam, zorunlu tasarruflar, nemalar, toplusözleşmesiz-grevsiz sendika yasa tasarısı için 5 merkezden yürüyüşe geçen KESKin Adanadan başlayan etabı Kırşehire ulaştı.
Eğitim-Sen, Enerji-Yapı Yol Sen, CHP, ÖDPli kamu emekçileri yürüyüşe devam edenleri Aşıkpaşa Türbesi önünde karşıladı. Aynı yerde Adanadan gelen ve Kırşehirden katılanlarla birlikte kortejler oluşturarak şehir merkezine doğru sloganlarla yürüyüşe geçildi. Merkeze yaklaşıldığında polis barikatıyla karşılaşıldı. Ortamı terörize etmek amacıyla yapılan polis engeline sloganlarla cevap verildi. Yöneticilerin polisle konuşmalarının ve kısa bir bekleyişin ardından yürüyüşe devam edildi.
Başlangıçta 300ü bulan kitle şehir merkezine girildikçe artmaya başladı. Sendika binası önünde yapılan açıklamalar bir mitinge dönüştü. Katılımın 600e yaklaştığı bu eylem Kırşehirde son 5 yılın en kalabalık eylemi oldu. Direne direne kazanacağız!, Zafer direnen emekçinin olacak!, Tasarruflarımızı istiyoruz!, Üreten biziz, yöneten de biz olacağız!, İMF defol bu ülke bizimdir!, İşçi-memur elele, genel greve!, Yılgınlık yok direniş var!, Baskılar bizi yıldıramaz!, Yaşasın örgütlü mücadelemiz!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!, Her yer Ankara, her yer Kızılay!, Çetelere kıyak, emekçilere barikat!, Parasız eğitim, parasız sağlık! gibi sloganların atıldığı eylemde, Eğitim-Sen ve KESK yöneticileri kamu emekçilerine seslendi.
Tasarrufların, grevli-toplusözleşmeli sendika hakkının verilmesi ve 11 Kasım Ankaradaki mitinge davet eden konuşmalar yapıldı. Cezaevleri komisyonu oluşturduklarını söyleyen ÖDPlilerin ağırlıkta olduğu bu eylemde, grevleri yasaklanan, iş güvencesi kalmayan, sosyal hakları gaspedilen, grevli-toplusözleşmeli sendika hakları ellerinden alınan işçiler ve emekçiler, parasız-bilimsel eğitim isteyen öğrenciler ve özellikle de cezaevlerinde katledilen, hücrelere konulmak istenen işçi ve emekçilerin öncüleri olan devrimci tutsaklardan bahsedilmeyen eylemde hücre karşıtı slogan dahi atılmadı.