ARSIVANA SAYFA
 
11 Kasım '00
SAYI: 42
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Zindan direnişine karşı sistematik devlet provokasyonları
Ölümleri mi bekleyeceğiz?
Kamuda özelleştirme ve mücadelenin sorunları
Kamu emekçilerine sesleniş!
Faşist partiye kongre cilası tutmadı
Gençlik hareketinde yeni bir dönemin işaretleri
YÖK nedir?
YÖK’e karşı yaygın ve kitlesel eylemlilik
6 Kasım eylemlilikleri üzerine
Komsa grevinin başarısı için
Metal işkolundaki satış sözleşmesinin ardından
Sendikalaşma çerçevesinde gelişen işçi direnişleri
SAG direnişçilerinden çağrı
“Çete devletine diz çöktüreceğiz! Biz kazanacağız!”
Süresiz Açlık Grevi üzerine sendikacılar ve öncü işçilerle konuştuk
Devletin F tipi saldırısı durdurulmalıdır!
Bern’de 25 bin kişilik işçi-emekçi gösterisi
Yıkım halkın örgütlü gücüyle püskürtülebilir!
Sermaye cumhuriyeti 77. yılında çürümenin doruğunda!
Fikir ve eleştiri..., Küfür ve hakaret...
Atılım’ın küfürbaz takımına...
Zindanlar'dan
Mücadele Postası
 



 
 
Faşist partiye kongre cilası tutmadı...

Medya neden MHP’yi "değiştirme" peşinde?


Her ne kadar medya tarafından yoğun bir kampanya yürütülse de, faşist partiye kongre vesilesiyle sürülmek istenen cila tutmamıştır. Balon henüz şişirilme aşamasında patlamış görünüyor.

MHP kongresinden günlerce önce başlatılan kampanya, bu kongrenin MHP için köklü bir değişim kongresi olacağı üzerineydi. MHP’nin programı değişecekti ki, bu çok şeyin değişmesi demekti. Bu kampanya MHP’nin koalisyona alınma zorunluluğu doğduğunda yürütülen “MHP değişti” kampanyasına benziyordu. Aslında bunlara MHP’yi törpüleme ve yeniden ambalajlama kampanyaları demek daha yerinde görünüyor. Çünkü o zaman da medya “MHP değişti” iddiasını kanıtlama peşindeydi. Şimdi yaratılmaya çalışılan “değişiyor” imajına karşı verilen cevap da benzer: “Değişmedik, geliştik”!


Operasyon hangi ihtiyacın ürünü?

Neden medya bu tür bir operasyona ihtiyaç duyuyor?

Burjuva kalemşörlerden Hakkı Devrim 7 Kasım tarihli yazısında şöyle söylüyor: “Kitle partilerini ufaladık, şimdi talihimizi ülkücü şahıs partileriyle zorlamayı deniyoruz”. Başka bir Radikal yazarı Türker Alkan ise, “Yapılacak bir seçimde MHP’nin tek başına iktidar olacağını sanmıyorum, ama en büyük parti olması hiç de sürpriz sayılmamalı” diyor.
Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Burjuvazi faşist partiye ihtiyaç duymaktadır. Açıktır ki bu partinin düzenle ve devletle en ufak bir çatışması yoktur. Fakat bu partinin kirli geçmişi nedeniyle, emekçiler nezdinde kabul edilebilir bir görüntüye kavuşturulması gerekmektedir. Bugün yapılan da budur. Zaten faşist partinin problem yaratabilecek veya yaratan bazı aşırılıkları iktidarda durduğu süreç içerisinde törpüleniyor. MHP hükümette durabilmek için demagojik olarak karşı durduğu bir çok şeyden vazgeçmek ve hatta tersinin uygulayıcısı olmak zorunda kalmaktadır. Dahası bunu yaparken, pek de gönüllü ve istekli bir tavır içerisinde.

Ancak, MHP’nin kirli yüzünün temizlemek, en azından kitleler nezdinde kabul edilir hale sokmak çok kolay bir iş değil. Zira, unutkan bir toplum olsak da, medyanın “imaj meykır”larının başarıya ulaşması için, toplumun tümden hafıza kaybına uğraması gerekiyor.


Kongre komedisi

Medya, hizmet ettiği sınıfın ihtiyaçları doğrultusunda, MHP’yi kitlelere değişti/değişiyor şeklinde sunmak için, kongreyi bir vesile olarak kullandı. Parti yönetimi de kongreyi medyanın yapmaya çalıştığı doğrultuda kullanma hesabındaydı.

Fakat asıl gerilim burada doğuyor: Yeni yerine uyum sağlamak, yeni rolünü gereğince oynamak ile geçmiş şekilleniş ve taban arasındaki gerilim bu. MHP kongresini, medyanın bile görmezden gelemediği şekilde, bütün çabalara karşın “eski tas eski hamam” nitelemesiyle özetlenebilecek hale getiren de bu gerilimdi. Eğer geçmişi ve tabanı ayaklarına dolanmasaydı, faşist parti yönetiminin hazırladığı mizansen böylesine sırıtmayabilirdi.

MHP tarafından “yüzyıla sözleşme” olarak nitelenen programın yenilenmesinin mizansenin açıkça sırıtan bir parçası olduğu ve ellerine-yüzlerine bulaştırıldığı, medya kalemşörleri tarafından bile itiraf ediliyor. Kongre öncesinde, “70’li yıllardan, soğuk savaş döneminden kalma programın” değişeceği, yerine “insan hakları, demokratikleşme, AB” eksenli bir programın geleceği haberleri yer almıştı. Kongre sonrasında burjuva medya; tüzük ve program komisyonunun salonun dışında toplandığı ve çoğaltılma zahmetine dahi katlanılmayan ve kapsamlı bir kitaptan oluşan yeni program ve tüzük taslaklarının okunmadan komisyondan geçirildiği haberini vermek zorunda kaldı. Programa ilişkin söylenen onca şeye rağmen, programı özetleyen Bahçeli’nin yeni bir şey söylemediği, söylenenlerin öncekilerin tekrarı olduğu da ifade edilmek zorunda kalınan diğer bir nokta. Yaratılmaya çalışılan “demokrasi” mizanseni, kongre tezgahı ile tuz-buz oldu.

Delegelere koyu renk takım elbise ve kravat giydirilip, beyaz çorap, soğan, sarımsak ve kokoreç yasaklanabildi, fakat tepede işler yine “töreye” uygun şekilde yürüdü. Yeni demokrasi havarileri ikinci bir başkan adayına dahi tahammül edemeyerek, gerçekte ne kadar “demokratik” olduklarını ortaya koydular. Dahası, başkan adayı olma girişiminde bulunan Kaya Toperi ile başvurusunu divana ulaştırmakla görevlendirilen zatı kaçırmayı ihmal etmediler.

Delegeler sözkonusu olduğunda, yaşananı nitelemek oldukça güç. Bir gazete “Delegeler ‘noter’ gibi” başlığıyla durumu özetliyor. Delegelere hiçbir seçim olanağı tanınmadı: Tek liste, tek başkan adayı... Delegelere kalan ise, ellerine tutuşturulan listeyi sandığa atmaktı. Zaten delegeler de kime oy verecekleriyle ya da yeni programla değil, kimin listeye girebileceği ile ilgilendiler. Yani kongrenin en sahici tarafıyla: İç didişme ve paylaşım savaşı. Kongre parti içerisindeki farklı grupların yönetime girme yarışıyla geçti. Farklı liste çıkarma peşinde olan Koray Aydın kongreyi terk etti.

Kongre mizanseni yaklaşık 8 saat sürdü. Buna saatleri bulan aralar da dahil. Kalan sürenin 2 saat 10 dakikası ise Devlet Bahçeli’nin konuşmasıdır. Zaten kongre namına ortada bir şey olmadığı için, geriye ne kaldı ki diye sormak abesle iştigaldir.

Medyanın törpüleme ve yeniden ambalajlama, MHP’nin de şovenizm atına binip hiç beklemediği şekilde gelip oturduğu yere kendini uydurma çabasının sonucu, adına “kongre” denen bu hilkat garibesidir. Aslında iki taraf da birbirine mahkum ve iki taraf da bunun bilincinde hareket ediyor. Faşist parti çizilen rotanın dışına çıkmamakla beraber “değişmedik, geliştik” demeyi ihmal etmiyor. Bu aynı zamanda burjuva kalemşörlerin havanda su dövdükleri anlamına geliyor. Aslında bu "değişmedik" söylemi, gelinen yerden yine eskiye dönme tehlikesi üzerinden Devlet Bahçeli’yi korkutuyor. Sorunun bir başka yönü ise, bütün grup ve kesimlerden Merkez Yönetim Kurulu’na "temsilciler" alma, kimseyi küstürmeme ve parti içi iktidarda önemli bir yer tutan Ülkü Ocakları’nın iplerine daha sıkı sarılma olarak kendini gösteriyor. Çünkü muhtemel bir seçimde yaşanacak bir hezimetin kendisinin alaşağı edilmesi anlamına gelebileceğinin farkında.

Fakat faşist partinin ülküdaşlarının bu durum pek umrunda değil. Onlar iktidarın nimetlerinden daha çok nasiplenmek için birbirlerinin ayağını kaydırmak ve bu nimetlerin üzerine leş kargaları misali üşüşmekle meşguller daha çok.





CHP toplumsal muhalefetin önderliğine soyunuyor


Sermaye partilerinin tekleştiği, işçi ve emekçilerin bu çürümüş partilerden ciddi bir beklentilerinin kalmadığı bir süreçte, CHP kurultay yaparak makyaj tazeleme telaşına düştü. Kurultayın hemen ertesinde yapılan değerlendirmede CHP’nin yeni misyonu şöyle tanımlanıyor:

Sermaye iktidarı DSP’den boşalan sol koltuk değneğini acilen CHP’yle ikame etme ihtiyacı duymaktadır. Yarın patlak verebilecek bir toplumsal muhalefet hareketinin, işçi ve emekçilerdeki öfke birikiminin CHP’nin eliyle denetlenmesi, yatıştırılması, düzenden, seçimlerden ve meclisten çözüm beklentisi kapanına kıstırılması ihtiyacıdır.” (Kızıl Bayrak, 7 Ekim ‘00)

Kurultayın hemen ertesinde yapan açıklamalar, CHP’nin bu misyona uygun bir sürece gireceğinin işaretlerini veriyor. Meclis dışında kaldıktan sonra göstermelik bir burjuva “muhalefet” bile yapamayan sol maskeli bu parti, şimdi “toplumsal muhalefeti yükseltmek”ten bahsediyor. İşçi sınıfı ve emekçi katmanların azgın bir saldırıyla karşı karşıya olduğu, tüm kazanımların gaspedilip yaşamın her alanının hücreleştirilmek istendiği ve düzene karşı tepkilerin patlama noktasına geldiğini sermaye sözcülerinin bile itiraf ettiği yerde, CHP’nin toplumsal muhalefetten bahsetmesi raslantı olmasa gerek.

CHP’nin yeni genel başkan yardımcısı Cevdet Selvi (kendisi eski sendikacıdır) bir yandan sokaklara çıkmaktan, toplantı ve mitinglerden bahsederek “halkın tutunacak dalı olacaklarını” iddia ediyor. Öte yandan ise TİSK patronlarını uyarıyor. Selvi kapitalistlere buyuruyor: “İşverenlerin diyalogtan uzak tavrı, sınıflararası kavgayı körükleyecek bir yaklaşımdır... Bu tehlikeli gidişe son verilmesi gerekiyor. Bugüne kadar sosyal güvenlik alanında yaşanan olumsuzlukları özveriyle karşılaşan işçiler ve örgütleri, hiç ummadıkları bir tepki gösterebilirler.” (Cumhuriyet, 11 Ekim ‘00)

Böylece asıl kaygılarının ne olduğu açığa çıkmaktadır. İşçi sınıfının sosyal güvenlik hakları gaspedilirken, İMF-TÜSİAD programıyla yerli ve yabancı tekeller ülkeyi yağmalarken sesini çıkarmayanlar, (dahası İMF’nin “istikrar programı”nın başarıya ulaşması gerektiğini -Deniz Baykal- söyleyenler), bugünlerde “toplumsal patlama” konusunda sadık hizmetkarları oldukları sermaye sınıfını uyarmaktadırlar.

Burjuva siyaset sahnesinin kokuşmuşluğu kitleler tarafından da görülmektedir. Bütün sermaye partilerinin, faşistinden islamcısına, liberalinden solcusuna kadar, MGK emirerleri gibi çalıştıkarı bir sır değildir. Bütün partilerin İMF-TÜSİAD programlarını uygulamakla yükümlü olmaları, yeni dönemde CHP’nin kitleleri aldatmak için fazla bir cephaneliğe sahip olmadığını gösteriyor. Ancak bu olayın bir boyutudur. Bir de diğer boyutunu görebilmek ve teşhir faaliyetini buna göre yürütmek gerekmektedir.

Farklı demagojilerle bir dönem emekçi kitlelerin desteğini alan FP, DSP ve MHP’nin yeni bir seçimde kitleleri kandırma şansları kalmamıştır. ANAP ve DYP’nin zaten böyle bir şansları yoktur. Dolayısıyla burjuva siyaset arenasında CHP kitleleri aldatmak için en uygun konumda bulunmaktadır. Teslimiyetçi çizgi (somutta HADEP) ve sol liberalizmin (ÖDP şahsında) CHP’ye kan taşıma ihtimali yüksektir. Ortada henüz bir seçim yokken, bu partiler ittifak arayışındalar. Teslimiyetçileri ve liberal-reformistleri arkasına alan bir CHP’ye, emekçi kitlelerde ve Kürt halkında temelsiz hayal ve beklenti yaratabilme imkanı doğabilecektir.

Bu süreci tersine çevirmek, başta komünistler olmak üzere, bütün devrimcilerin önemli görevlerindendir. Partimiz liberal-reformist akımlara karşı ideolojik mücadeleyi programına koyacak kadar ciddiye almış ve önemsemiştir. Burjuva ideolojisinin sol maskeli bu versiyonları, işçi sınıfı ve müttefiklerinin bilinçlerini bulandırarak, düzeniçi çözümlerle oyalayarak, devrim yürüyüşünü engellemeye çalışırlar. Bunun panzehiri; devrim ve sosyalizmin tek kurtuluş yolu olduğunun başta işçi sınıfı olmak üzere bütün emekçilere, günlük mücadeleleri içinde yer alınarak, bu mücadelelere önderlik edilerek gösterilmesidir.