ARSIVANA SAYFA
 
7 Ekim '00
SAYI: 37
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Filistin deneyiminin dersleri, Kürt halkı için paha biçilmez değerdedir
Sırbistan’da hükümet darbesi
Demokrasi yönelimi adına pazarlanan “saygın hukukçu”
Ermeni soykırımı tasarısı ve “hür” Türk medyası
“Öteki Türkiye”nin değil tekelci sermayenin sözcüsü
İşçi ve emekçilere yönelik yeni bir soygun
Kamu emekçi hareketi reformist önderlik engelini aşmak zorunda
EXSA işçisi direniyor
Sendika bürokrasisinin yeni manevraları karşısında sınıf sorumluluğu
“İş güvencesi” yasa tasarısı...
Bu devletin “adaleti” hep emekçi halkın beynini dağıtıyor!
CHP Kurultayı, düzenin çözümsüzlüğü ve devrimci önderlik sorumluluğu
Kürt illerinde devletin “insan hakları” seferberliği!
Ekim Gençliği’nden
“ON’lar birer yıldız gibi parladılar karanlığın içinde”
Onlarla zafere yürüyeceğiz!
Habip Gül anmasına karşı devlet terörü
“Devrimci onur işkenceyi yenecek!”
“Ailelerimize kalkan elleri kıracağız!”
Hücrelere karşı mücadele üzerine notlar
Basından seçmeler
Mücadele Postası...
 



 
 
Cenevre Üniversitesi profesörü,
sosyolog Jean Ziegler:

Medya terörü ve aydın sorumluluğu


Medyanın dayatmaları, gerçek vatandaşlarımız için tek algılanabilen gerçek. Televizyon ve mülk rasyonalitesi kolektif bilincimizi yok ediyor. Yazarın görevi ne peki bu durumda? İdeolojinin zehirli sisini ve yüceltilen tüketim toplumunun terörünü kırmak; dünyayı olduğu gibi göstermek. Gezegenin 6 milyar insanından 3 milyarının insan gibi yaşamadığını ve bu durumun bir an önce değiştirilmesi gerektiğini, somut gerçeği anlatmak. Ahlaken sorumlu olan yazar, bütün edebi yetenekleriyle, diğerlerinin bilincinde kaybolan anlamı ortaya çıkarmak zorundadır.


HİLMİ TOZAN/FRANKFURT / CENEVRE - Bir süre önce İsviçre'de aydın kalmadığını açıklayan Cenevre Üniversitesi profesörü, sosyolog Jean Ziegler, Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamada, aynı şeyin Almanya ve Avrupa'nın diğer ülkeleri için de geçerli olduğunu söyledi. Sosyal hareketin ölümünden sonra aydın hareketinin yeniden doğamadığını açıklayan Ziegler, “Sosyal hareket öldü. Mülkiyet rasyonalitesi tarafından katledildi. Biz varız, ama yeraltındayız” dedi.

Yaşadığı İsviçre'den örnekler vererek Avrupa aydınlarının durumunu anlatan Ziegler, İsviçre'de her kuşaktan ve her iki cinsten yetenekli ve iyi sanatçıların, yazarların ve aydınların çıktığına, ama bunların hiçbirinin güçlüler tarafından dikkate alınmadığına, toplumsal oluşumları somut ve görünür şekilde etkileyemediğine dikkat çekti. Ziegler, aydının görevinin aydınlanma devrinde belirlendiğini açıklayarak bu görevi, “Onlar ahlaki kuralların bekçisi. Aydın kadın ve erkeklerin silahı eleştirel akıldır, sanat eserlerinde somutlaşmış fikirlerin canlanmış resimleridir” şeklinde niteledi.

İsviçre'de neden aydın olmadığı sorusunu ise Prof. Jean Ziegler şöyle yanıtladı:

Biz tacirler cumhuriyetiyiz. Zürih'teki parababaları İsviçre'ye hükmediyorlar. Yükselen kâr eğrilerine ve dolgun bilançolara karşı eleştirel mantığın hiç şansı yok. Geçerli olan, kârı çoğaltan elle tutulabilir pragmatizm. İsviçre bir ulus değil, bir savunma topluluğu. İsviçre yüzyıllar içinde vadilerin, şehirlerin ve ada cumhuriyetlerin birleşmesiyle oluştu. Dört ayrı ve dolu dolu kültürlerin dar bir bölgede beraber yaşamları federasyonsuz olmaz. Korkutucu çatışmalar yatıyor İsviçre konfederasyonunda. Bütün kamuoyu tartışmaları ve güncel siyasi yaşantının tek bir hedefi var: Çatışmaların açıkça ortaya çıkmasını önlemek. Ve eleştirel aklın pratiği, ki bu her yazar ve sanatçının eyleminin özüdür, bir tehlike olarak görülüyor.

Yazarların modern çağda, salt anlam verici, insanları yapıtlarıyla karanlıktan uzattığı ışık ile somut doğruya yöneltenler olmadığını belirten Jean Ziegler, sözlerine şöyle devam etti:

Kitap ürün olarak ölü bir nesnedir. Bir kişi eline alır, kapağını açar ve okumaya başlar... Bilinci harekete geçer, kendi yaratıcı gücünü keşfeder, anlar, yaşar. Immanuel Kant ‘Aydınlanma insanın bizzat sorumlusu olduğu bir reşit olmama halini aşmasıdır’ diyor. Edebiyatın görevi kurbanlardan, eylemciler, bilinçli tarihsel özneler ortaya çıkarmaktır. Kamuoyu yok edilmiş. Kamuoyunda ‘bilinci paylaşmak’ olgusu gerçekleşmiyor. Medyanın dayatmaları, gerçek vatandaşlarımız için tek algılanabilen gerçek. Televizyon ve mülk rasyonalitesi kolektif bilincimizi yok ediyor. Yazarın görevi ne peki bu durumda? İdeolojinin zehirli sisini ve yüceltilen tüketim toplumunun terörünü kırmak; dünyayı olduğu gibi göstermek. Gezegenin 6 milyar insanından 3 milyarının insan gibi yaşamadığını ve bu durumun bir an önce değiştirilmesi gerektiğini, somut gerçeği anlatmak. Ahlaken sorumlu olan yazar, bütün edebi yetenekleriyle, diğerlerinin bilincinde kaybolan anlamı ortaya çıkarmak zorundadır. Okurun hunharca kısıtlanmış bireysel yaşamının uyandırıcısı olmalı. Doğruyu söylemek gerekiyorsa maksat gerçek değil, özgürlük!

Modern Avrupa ülkelerinde gazetecilerin gücünün, yazarlardan daha fazla olduğunu belirten Jean Ziegler, medya toplumu ve edebiyatla ilgili belirlemelerde de bulundu:

Eskiden özgür insanların hayat dolu tartışmalarla bir kolektif bilinç yarattıkları yerde, şimdi bilgi akışı, pazara uygun iletişim, kısaca bugünkü medya gerçeği egemen. Medya, toplumu karmaşık somut konularda gruplara ayırıyor. Bütünselliğin ve nedenselliğin kanıtlarını isteyerek boğuyor. Daha da kötüsü: Medya, aktüaliteye kendi yasalarını dikte ediyor. Neyin medyaya uygun olup olmadığına o karar veriyor. Yazarlar çoğu zaman yıllardan beri, hemen hemen kim oldukları bilinmeksizin acımasız bir yalnızlık içinde didinip duruyorlar. Her kitap, yaşanmamış bir hayatın günleri geceleri ve yıllarıyla ödeniyor. Bu insanlar, özel bir sınıfın maratoncularıdır. Ancak 42 km ve beş saat değil, yıllar ve on yıllarca devam eder bu insanların ter içindeki yalnızlığı. Pierre Bourdieu ünlü ‘Actes de la recherche’ çalışmasına, 1995 ile 1998 yılları arasında yayımlanan kitapları içeren bir özel cilt adadı. Bu zaman diliminde yayımlanan 500 bin roman ve yazının yüzde 97'sinin ortalama baskı sayısı 2 bin 300'ün altında. Yaklaşık 80 milyon potansiyel okur mevcut olan Fransızca dil bölgesindeki gerçek budur. Edebiyat artık dehlizlere aittir. Çok az insan okuyor, daha azı ise satın alıyor. Sonuç sessiz çaresizlik.

Gazetecilerin yazarlardan çok daha güçlü olduğuna dikkat çeken ünlü araştırmacı, onların yazdıkları ile kitlelere daha çabuk ve hızla ulaşabildiğini belirtti. Gazetecilerin ürünlerinin topluma daha fazla nüfuz ettiğini açıklayan Ziegler, “Gazeteciler bilgisayarlarını açtığında anında ve dolaysız bir şekilde, çok sayıda insana ulaşabiliyorlar. Yalnızlık, yıllarca düşünmek ve denemek, uykusuz geceler ve her sabah kemiren kuşkular, gazetecinin işi değil. Ama en iyi, en zeki gazeteciler de çile çekiyorlar. Onlar artık bir kitap yazmak istiyorlar. Yani düşüncelerini sonuna kadar götürmek, ellerini serbest bırakmak ve içlerindeki dünyayı bir biçime sokmak ve gerçekleştirmek istiyorlar. Her iyi gazeteci, umutsuzluğa kapılmış bir yazardır” diye konuştu.

Cumhuriyet/25 Eylül ‘00

(Başlık tarafımızdan konulmuştur-KB)





Günlük basından bir haber...

Türkiye Dünya Bankası'na kırsal kesim sonuçlarını gönderdi...

Gelir dağılımında hile iddiası



ANKARA (ANKA) - Türkiye'nin Dünya Bankası'na gelir dağılımı konusunda yanlış bilgi vererek, ülkenin gelir dağılımındaki adaletsizliğin boyutunu dünyadan gizlediği ortaya çıktı. Türkiye'nin Dünya Bankası'na “Türkiye gelir dağılımı” sonuçları olarak, çok adaletsiz olan Türkiye geneli sonuçları yerine, görece daha adil olan “kırsal kesim sonuçlarını” gönderdiği belirlendi. Bu “kurnazlık” sonucu Türkiye, dünya genelinde en adaletsiz gelir dağılımına sahip 32'nci ülke oldu. Oysa gerçek rakamlar verilseydi, Türkiye en kötü 20 ülke arasına girecekti. Dünya Bankası'nın Prag toplantılarında da ele alınan yıllık “Dünya Gelişme Raporu”nda, gelir eşitsizliği konusunda Türkiye’ye ilişkin bilgilerin çarpıtıldığı, çok adaletsiz Türkiye geneli bulguları yerine görece adil kırsal kesim sonuçlarının verildiği ortaya çıkarıldı. Gelir eşitsizliği ile ilgili çalışmalarıyla tanınan iktisatçı Mustafa Sönmez’in ortaya çıkardığı bu çarpıklığın ‘Banka’ ile ilişkileri nasıl etkileyeceği de merak ediliyor.

Sönmez, Dünya Bankası'na uzun yıllardır gelir eşitsizliğimizle ilgili yapılan araştırmalarda bilgi verilmediğini belirterek, “Bu yılki raporda son yapılan 1994 araştırmasının bulguları verilmiş, ama çarpık olarak. Türkiye geneline ilişkin belirlenen göstergeler yerine kırsal kesime ilişkin bilgiler verilmiş” diye konuştu.

Eşitsizliğin göstergesi sayılan Gini katsayısının kırsalda 0.41 iken Türkiye genelinde 0.49 olduğunu söyleyen Sönmez, “En zengin yüzde 20'lik nüfusla en yoksul yüzde 20'lik nüfus arasındaki fark kırsalda 8.5 kat iken, saklanan Türkiye geneli gerçeğinde 11.2 kattır. Böylece eşitsizliğin gerçek boyutları dünya kamuoyundan saklanmış oluyor” dedi.

Yanlış bilgilendirme sonucu Türkiye'nin dünya genelinde eşitsiz gelir dağılımında 32'nci ülke olarak göründüğünü ifade eden Sönmez şöyle konuşuyor:

Gelir eşitsizliğinde ABD ile aynı olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Oysa Türkiye geneli verileri verilseydi, gelir eşitsizliğinde Türkiye dünyanın en kötü 20 ülkesi arasına girecek ve 19'uncu olacaktı. Orta gelirli ülkelerin ise en kötü 5'inci ülkesi olarak gözükecekti.

Sönmez'in yapmış olduğu hesaplamaya göre, “en yoksul yüzde 10 ile en zengin yüzde 10 arasındaki 22 katlık fark gizlenerek 14 katmış gibi gösteriliyor.” Gelir dağılımının en fazla bozukluğu bakımından Türkiye'nin üzerinde Sierra Leone, Brezilya, Guatemala, G.Afrika, Paraguay, Kolombiya, Zimbabve, Şili, Leshoto, Meksika, Honduras, El Salvador, Papua Yeni Gine, Nijerya, Nikaragua, Zambiya gibi ülkeler bulunuyor. Türkiye'nin içinde yer aldığı orta gelirli ülkeler arasında en adaletsiz gelir tablosuna Brezilya sahip. G.Afrika ikinci sırayı alırken Şili ve Meksika'yı Türkiye izliyor.

Cumhuriyet/30 Eylül ‘00