ARSIVANA SAYFA
 
7 Ekim '00
SAYI: 37
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Filistin deneyiminin dersleri, Kürt halkı için paha biçilmez değerdedir
Sırbistan’da hükümet darbesi
Demokrasi yönelimi adına pazarlanan “saygın hukukçu”
Ermeni soykırımı tasarısı ve “hür” Türk medyası
“Öteki Türkiye”nin değil tekelci sermayenin sözcüsü
İşçi ve emekçilere yönelik yeni bir soygun
Kamu emekçi hareketi reformist önderlik engelini aşmak zorunda
EXSA işçisi direniyor
Sendika bürokrasisinin yeni manevraları karşısında sınıf sorumluluğu
“İş güvencesi” yasa tasarısı...
Bu devletin “adaleti” hep emekçi halkın beynini dağıtıyor!
CHP Kurultayı, düzenin çözümsüzlüğü ve devrimci önderlik sorumluluğu
Kürt illerinde devletin “insan hakları” seferberliği!
Ekim Gençliği’nden
“ON’lar birer yıldız gibi parladılar karanlığın içinde”
Onlarla zafere yürüyeceğiz!
Habip Gül anmasına karşı devlet terörü
“Devrimci onur işkenceyi yenecek!”
“Ailelerimize kalkan elleri kıracağız!”
Hücrelere karşı mücadele üzerine notlar
Basından seçmeler
Mücadele Postası...
 



 
 


Üniversitelerde yeni bir öğrenim yılı
Büyüyen sorunlar ve mücadelenin yakıcılığı



Üniversitelerde yeni bir öğrenim yılı daha başlıyor. Elbette eğitimin sorunları ve bunlara karşı mücadele dinamikleri de...


Sorunlar yığını

Eğitimin paralı hale gelmesi, üniversitelerin özelleştirilmesi, tek tip kıyafet genelgesi, eğitimin bilimsellikten uzaklığı, öğrencilerin (vize, final vb.) sınav terörü altında ezilmesi, çan eğrisi, faşist disiplin yönetmelikleri, kışlaya döndürülen kampüsler, cezaevine döndürülen yurtlar, eğitime ayrılan bütçenin son derece kısıtlılığı, onlarca üniversitenin hemen hiçbir altyapısı olmayan tabela üniversiteleri halinde bulunması, sorunlara karşı öğrencilerin ses çıkarma-örgütlenme yasağı, üniversitelerin hiçbir özerkliğe sahip olmaması, üniversite bileşenlerinin yönetimde belirleyici olmaması, bütün bu sorunların kaynağı YÖK ve yasası, vb.

Bunlar yalnızca sorunların belli başlıları. Bunlardan bazılarını ele alarak, toplam sorunlar konusunda ne yapabileceğimizi ortaya koymaya çalışacağız.


Eğitime bütçe

Üniversitelinin en önemli sorunlarından biri üniversite harçlarıdır. Gerekçesi, fakir bir ülke olduğumuz, buna ihtiyaç duyulduğudur. Ama öte yandan bütçenin büyük bölümünün iç ve dış borç faiz ödemeleri ile askeri harcamalara gittiğini biliyoruz. Yanısıra batık bankaları kurtarmak, siyasetçilere ve “yakın çevresi”ne trilyonlarca liralık vurgun, hortumlama vs. şeklindeki “harcama kalemleri” yeralmaktadır.

Eğitime ayrılan bütçenin yetersizliği yüzünden belli başlı üniversiteler dışındaki taşra üniversiteleri tabela üniversiteleri konumundadır. Neredeyse hiçbir altyapısı olmayan bu “devlet” üniversitelerinde kötü bir akademik öğrenim görme olanağı bile yok. Örneğin Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi öğrencileri öğrenimlerine kısmen Çukurova Üniversitesi’nde devam etmektedirler. Elbette diğer üniversitelerden özelleştirmede ön sıralarda yeralanların dışındakilerin de bu konuda çok yeterli olduklarını söylemenin olanağı yok.

Üniversiteye ayrılan yetersiz bütçenin nasıl kullanıldığı ise ayrı bir sorun. Üniversitelerin olanakları sermayeye peşkeş çekilmekte, buralar adeta AR-GE laboratuvarı haline getirilmektedir. Ya da bize karşı oluşturulan Özel Güvenlik Birimleri’ne ve milyarlarca liraya malolan güvenlik sistemlerine harcanan para, eğitim için bile yetersiz olan bütçeden karşılanmaktadır. Bazı üniversitelerde oluşturulan rant ağı ise tümüyle denetim mekanizmalarının dışındadır.

Dolayısıyla, herşeyden önce eğitime yeterli kaynak aktarılması ve bu kaynağın denetiminin tüm üniversite bileşenlerinden oluşan bir komisyona devredilmesi temel bir talebimizdir.


Polis-jandarma-ÖGB terörü

Kapıdan girdiğinizde kaçıncı kez size küfreder gibi kimlik soruyor kapıdaki zebani. Eğer kimliğinizi evde unuttuysanız, o günkü dersi kaçıracak, devam zorunluluğu olan derse son kez girmeme hakkını kullanmış olacaksınız.

Peki kapıdaki bu “güvenlik görevlileri”nin sizin güvenliğinizi sağladığına ilişkin bir örnek hatırlayabilir misiniz? Elbette, hayır. Ama başka şeyler hatırlayabilirsiniz; örneğin, koca koca satırlarla ve pompalı tüfeklerle ülkü ocaklarından toplanan faşistlerin o kadar güvenlikten ve metal dedektörlü kapılardan ellerini, kollarını sallaya sallaya geçtiklerini ve okulda katliam provaları yaptıklarını, polislerin onları nasıl koruduğunu, akademik-demokratik hakları için mücadele eden öğrencilere birlikte nasıl saldırdıklarını hatırlayabilirsiniz. Bunları hatırladıktan sonra, katliamcıların güvenliğini sağlayan polis-jandarma-ÖGB’nin okullardan defolması gerektiği konusunda içinizi öfkeyle karışık bir mücadele isteği kaplamaya başlar.


Sorunlarımıza sahip çıkmanın
önündeki engeller

Diğer bir sorunumuz, sorunlarımızı eleştirme, haklarımızın bilinciyle hareket etmemizin önündeki engellerdir. Bu haklarımızı gaspetmeyi kendine bir hak olarak sayan devlet, bunların dile getirilmesini engellemek için her tür olanağı kullanır, bunlara yasal dayanaklar yaratır. Duvarlara yapıştırılan afişlere, dağıtılan bildirilere sivil polisleriyle müdahale eder. Çünkü devlet öğrenci gençlik kitlesinin sorunlarının bilincine varıp duyarlı hale gelmesinden korkmaktadır.

Diğer yandan öğrencilerin akademik-demokratik mücadelede kullandığı araçları olan örgütlenmeleri yasaklanır, gerçekleştirdiği eylem ve etkinlikleri devletin baskısına maruz kalır. En demokratik haklardan biri olan basın açıklamaları -ki yasal olarak herhangi bir izne tabi değildir- çoğu kez burjuva hukuk kuralları bile çiğnenerek vahşi bir devlet terörüne maruz kalır.

Bunun dışında, son yıllarda devlet eliyle kurdurulan ve çoğunlukla faşistlerin başkan yapıldığı ÖTK’lar öğrencilerin öz örgütlülükleriymiş gibi lanse edilmektedir. Ancak bir öğrenci örgütlülüğünün “öz” örgütlülük olmasını sağlayan en önemli etken, onun öğrenciler tarafından kurulmasıdır. Bunlar tümüyle sahte örgütlenmelerdir. Bu örgütlülüklerin öğrencilerin en yakıcı sorunlarıyla ilgilenmemesi de bunun kanıtıdır.

Bu konudaki talebimiz; sorunlarımızı dile getirdiğimiz, taleplerimiz uğruna mücadelemizi sürdürdüğümüz kendi öz örgütlülüklerimizin üniversite yönetiminde temsil edilmesi, alınacak kararlarda söz sahibi olabilmesidir.


Özerk-demokratik üniversite

Özerklik, üniversitenin vazgeçilmez tanımlarından biri, deyim yerindeyse üniversiteyi üniversite yapan şeydir. Ancak bu özerklik tüm kapsamıyla düşünülmeli, YÖK’ten, sermayeden, devletten özerklik bir bütün olarak alınmalıdır. Üniversite yönetimi dışarıdan müdahalelere kapalı olmalı, öğrenci, işçi, öğretim üyesi ve diğer eğitim emekçileriyle birlikte yönetilmelidir. YÖK türünden kurumlar bir an önce lağvedilmelidir.

Bu yönetim de demokratik bir işleyişe sahip olmalı, üniversite bileşenlerinden hiçbiri diğerleri üzerinde baskı oluşturamamalı, bütçe, müfredat, sosyal hizmetler, atamalar, ücretler, vs. konularında birlikte karar alınmalıdır.


Ne yapmalıyız?

Önümüzde bazı seçenekler var. Bunları tek tek gösterelim.

Biz en iyisi derslerimize girelim, sınavlarımızı geçmek için gecemizi gündüzümüze katalım, rüyalarımızda bile ders çalışalım. Diğer öğrencilerle ders notlarımızı paylaşmayalım, yoksa onlar bizden fazla not alırsa biz geçemeyiz. Geleceğimiz bu dersleri geçmemize bağlıyken, kim bizi suçlayabilir ki! Evet, bu pek insanca değil, ama bize o kadar umut bağlayarak onca maddi olanağı karşılayan ailemize karşı sorumluluklarımız gereği yapmak zorundayız.

Bu arada harçların kaç katına çıkarıldığı, yemekhanenin özelleştirildiği, sürekli yeni soygun mekanizmalarının icat edildiği, “çan eğrisi” denilen sınav notlama sisteminin bizi yalnızlaştırdığı, insani ilişkilerin çöpe atıldığı gördüğümüz gerçekler. Her gün kapıdan girerken suçlu muamelesi görmek de ağrımıza gidiyor. Ama kimlik kartımızı gösterince nasılsa “izin veriliyor” içeri girmemize. Pek inanmasak da “güvenliğimizi” sağladıklarını düşünerek de kendimizi avutabiliriz. Ayrıca, ne zararları var ki bizlere, diye de düşünebiliriz.

Tabii, bu arada “bölücü”, “yıkıcı”, “terörist” gruplardan uzak duracağız. Bizim hedefimiz sağ-salim okulumuzu bitirip iyi bir iş bulmak. Ne de olsa her koyun kendi bacağından asılır. Yoksa kapıdaki o zebani suratlı polisler yüzünden geleceğimiz cehenneme döner. Biz en iyisi böyle işlere karışmayalım. Bir de mezun olunca işimiz garanti olsa. Ama artık ondan sonra yapacağımız bir şey de kalmayacak. Neyse, şansımıza güvenmekten başka seçeneğimiz kalmıyor.

Peki, bu bir çıkış yolu olabilir mi? Bireysel kurtuluşumuz ne denli güvence altında? Kapitalizmin milyarlarca insanı öğüten çarkları arasında tek başımıza ayakta kalabilecek miyiz? Başka hiçbir seçeneğimiz yok mu?

Elbette ki var! Birleşmek, örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmek!

(Ekim Gençliği’nin 41. sayısından alınmıştır.)