Öğrenci arkadaş;
Toplumsal düzen, temelinde emek-sermaye çelişkisinin bulunduğu bir mücadele alanıdır. Egemen burjuvazinin keskin hakimiyetindeki devlet aygıtının uyguladığı tüm politikaların kaynağı, bu uzlaşmaz çelişkidir. Toplumun her alanında (eğitimde, sağlıkta, sanayide, vb.) özelleştirmeler yapılıyor, taşeronlaştırma gibi uygulamalar, işsizliğin dayatılmasıyla birleşiyor. Küreselleşme, yeni dünya düzeni vb. argümanlar üzerinden yükseltilen politikalar da bu çelişkinin uluslararası biçimidir. Buna örnek olarak nükleer santrallerin yapımı, uluslararası tahkimin kabul edilmesi ....ve yabancı sermayenin ülkemize girişinin teşvikini gösterebiliriz.
Devletin okullarımıza yönelik politikalarını, 12 Eylül askeri cuntasının kurduğu YÖK uyguluyor. YÖKün ilk önemli icraatı harçlardır. Harçlar önceleri çok cüzi bir fiyatta tutularak kitlelere kanıksatılmış, zamanla yükseltilerek, üniversitelerin özelleştirilmesinin dayanağı haline getirilmiştir.
Bugün okullarımızda hiçbir söz hakkımız yoksa, bunu devletin üniversite örgütü olan YÖKe borçluyuz.
Bugün okullarımızda bilimsel olmayan bir eğitim veriliyorken, YÖK birçok gerici uygulamaları bizlere dayatırken sesimiz yeterince gür çıkmıyorsa; bunu da örgütsüzlüğümüze borçluyuz.
YÖK, yaz okulu (yani bütünlemenin paralısı), parayla formasyon alınması gibi kararları bize sormadan kolaylıkla hayata geçirebiliyor. Çünkü genel öğrenci kitlesi demokratik haklarını kazanıp, hayata geçiremiyor.
Duyarlı öğretim üyeleri, daha bölüm başkanlıkları ve dekanlıklardan başlayarak bir kıskaç içine alınmışlar; sürgün ve dışlanma korkusuyla seslerini çıkaramıyorlar, bizim gibi onlar da söz hakkını kullanamıyorlar.
Günümüzde eğitimin sürekli pahalandırılması, işçi emekçi çocuklarının, görece kaliteli eğitimden mahrum edilmesini getirmiştir. Bu koşullar olumsuz yönde değişmeye devam etmektedir. Burjuvazinin hedefi, üniversiteleri işçi-emekçi çocuklarına kapatmaktır. Özel üniversiteleri krediler ve bedelsiz arsa gibi teşviklerle beslemesi, meslek liseli öğrencilerin, meslek yüksek okullarına yönlendirilmesi, İTÜ, YTÜ, Boğaziçi üniversitelerinin özelleştirmenin bir ön aşaması olarak vakıflaştırılmaya çalışılması vb. uygulamalar, devletin okullarımız üzerindeki ince hesaplarıdır.
12 Eylül cuntası, 20.yüzyıl tarihinde, dünya çapında zaman zaman oluşturulan faşist iktidarlardan biriydi. Örnek aldığı diğer diktatörlüklerde olduğu gibi, bir yandan kitlelerin tüm demokratik haklarını gasp etmiş, emekçileri yıkan, Koçları Sabancıları iyice palazlandıran ekonomik-sosyal paketleri hayata geçirmiş, bir yandan da 90 günlük gözaltı süresi, sistematik işkence ve özel bir zindancılık politikasını uygulayarak, faşist iktidarına karşı çıkan öncü işçi-emekçi ve öğrencileri imhaya yönelmiştir. Binlerce insan zindanlara atılmıştır. Askeri darbe, burjuvazinin işçi-emekçilere karşı yürüttüğü sınıf mücadelesinin bir biçimidir; sadece ülkemizde değil tüm dünyada bu böyle olmuştur. Bugünkü devlet askeri cuntayı aratmayan bir çizgi izlemektedir. Tüm ekonomik-sosyal tablo, bunu kanıtlar niteliktedir.
Devletin zindancılık politikası
Devlet bir yandan işçi, emekçi ve öğrenciye hayatı zindan ederken, zindanlara attığı devrimci tutsaklara yönelik olarak da sürekli bir imha politikası yürütmektedir. 80li yıllarda dayatılan tek tip kıyafet vb., verilen mücadelelerle boşa çıkartılmıştı. Devlet yıllardır, kendi yasalarını bile hiçe sayan saldırılarla, devrimci tutsakların can bedeli kazandığı haklarını ellerinden almaya çalışmıştır. Uzun bir zamandır sürdürülen hücre tipi cezaevi propagandası, sınıf mücadelesinin en sıcak alanına dönüşmüş olan zindanlara yönelik ciddi bir saldırıdır. Cezaevlerine hakim olamıyoruz masalıyla kitleleri uyutmak isteyen devlet, gerçekte neyi hedeflemektedir? Sözkonusu hakimiyet insanların zindanlardan kaçmasıyla ilgili bir şey değil. Buca, Ümraniye, Diyarbakır ve son olarak Ulucanlar katliamıyla görülebileceği gibi, devlet istediği müdahaleleri de yapabilmektedir. Öyleyse nedir şefkatli devletin hakim olamadığı şey?
Bilindiği gibi devrimci tutsaklar zindanlarda komünal bir yaşam tarzı oluşturmuşlardır. Bu dayanışma sayesinde bir çok iğrenç müdahaleye karşı koyabilmektedirler. Devrimci bilinci korumaktadırlar. İşte devletin hakim olamadığı şey budur; tutsakların devrimci bilinci, kafalarındaki dünya...
Devrimci tutsaklar onurumuzdur
Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele veren devrimci tutsakların çoğu işçi ve öğrenci önderleridir. Haksızlıklara zindanda da boyun eğmediler, eğmeyecekler de!
Hücrelere girmeyecekler!
Arkadaşlar! Bizler aslında hayatı hücreleştirmeye çalışanlara, dur demeliyiz. Devrimci tutsaklara sahip çıkmalı, hücre tipine geçit vermemeliyiz. Okullarımızda oluşturduğumuz hücrelerle mücadele komitelerine destek verelim. Öz gücümüzü açığa çıkaralım, hücrelerle mücadele sürecine aktif katılım sağlayalım.
Böyle bir düzenin, gençliğe verecek hiçbir şeyi yoktur. Birleşelim, kazanalım!