Türkiyede asgari ücret uygulaması... Emeğin korunmasının değil yıkımının bir aracı
Verilen mücadeleler sonucunda bu ve benzeri haklar yasal kazanımlar haline de dönüşmüştür. Sermaye iktidarları tarafından kağıt üzerinde kabullenilmek zorunda kalınmıştır. Örneğin, bu konuda TC Anayasasının 49., 55. ve İş Yasasının 33. maddesinde çeşitli hükümler yer almaktadır. 49. maddede Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltmek için gerekli tedbirleri alır denilir. Ücrette Adalet Sağlanması başlığını taşıyan 55. maddede ise Devlet çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır denilir. İş Yasasının 33. maddesinde ise belirlenecek asgari ücretin tanımı yapılmıştır. Buna göre; asgari ücret, isçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu gereksinimlerini günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir. Ama gerçeğin hükmü, kağıtlar üzerinde yazılı olanlarla değil, sınıflar mücadelesinin kendi seyri tarafından tayin edilmektedir. İşçi sınıfı kağıt üzerindeki haklarını gerçek kazanımlara dönüştürmek için sınıf mücadelesini yükseltmeyi başaramadığı sürece, sermaye devletinin anayasa ve yasalarında güya işçilerin lehine yazılı olan hükümler içi boş söz kalıpları olmaktan başka bir anlam taşımaz. Dahası, işçi sınıfına haklarını var gibi göstererek göz boyamanın ve gerçek kazanımlar için mücadeleden uzak tutmanın bir aracına dönüşür. Aynen Türkiyede olduğu gibi.
Bugün 4 kişilik bir ailenin asgari geçim masraflarının 500 milyon liraya ulaştığı koşullarda dayatılan asgari ücret sadece 80 milyon liradır. (Temmuz ayından itibaren ise net 86 milyon liraya yükseltilecektir!) Bunun ne demek olduğunu anlatmak bile gereksizdir. Asgari ücret, depremde yerle bir olma adayı kötü bir evin bir aylık kirasını bile karşılamamakta, insanları kuru ekmekle geçinmeye mahkum etmektedir. Tarihsel olarak, sermayenin saldırıları karşısında emeğin korunma aracı olan bu hakkın içi Türkiyede boşaltılmış, üstelik sermayenin emeğe saldırısının bir aracı olmuştur. Türkiyede mevcut asgari ücret uygulaması, vahşi sömürünün devletin yasal güvencesi altında sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Bu haliyle, emeğin korunmasının değil, sefalet ve yıkımını derinleştirmenin bir aracına dönüştürülmüştür. Devlet, bu sayede işçi sınıfının en ağır koşullarda sömürüsünü ve sistemli olarak yoksullaştırılmasını meşrulaştırmakta ve güvence altına almaktadır. Yanısıra brüt asgari ücret üzerinden %30lara varan vergi ve kesintiler ile işçi sınıfının cebinden sermayeye kaynak aktarmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Türkiye gelir dağılımında, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun en derin, sermaye-servet ve emek-sefalet arasındaki kutuplaşmanın ise en keskin olduğu 3-5 ülkeden biridir. Bu uçurumun sürekli büyümesinde asgari ücretin ağır bir sefalet ücreti olarak dayatılmasının temel bir rolü vardır. OECD üyesi ülkeler içinde asgari ücretin dolar olarak en düşük olduğu ülke yine Türkiyedir. Bugün aylık brüt 201, net 148 dolar ancak etmektedir. Diğer OECD ülkelerinde ise asgari ücret aylık 1000 ila 2000 dolar arasındadır. Türkiyede sigortasız çalıştırılan işçilerin sayısının 5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu kesimlerin aldığı ücret ise ya asgari ücret ya da bunun daha da altıdır. Yanısıra sigortalı çalışan işçi ve emekçilerin çoğunluğu da asgari ücretle çalıştırılmaktadır. Yani, asgari ücret mahkumlarının sayısı 5 milyonun çok üzerindedir. Aileler de hesaba katıldığında, asgari ücret saldırısına doğrudan muhatap olanların sayısının 30 milyonu aştığı söylenebilir. Sermaye sınıfı, her TİS sürecinde, örgütlü işçilerin görece yüksek ücretlerinin de asgari ücret düzeyine düşürülmesi ve kazanılmış diğer hakların gaspedilmesi yönünde baskı uygulamaktadır. Asgari ücretin düşük tutulması, tüm diğer ücretlerin asgari ücret seviyesine doğru aşağıya çekilmesini kolaylaştırmaktadır. Dahası, işverenler, her toplusözleşme sonrası bir eliyle verdiğini toplu tenkisatlar yoluyla diğer eliyle geri almaktadır. Çıkarılan işçilerin yerine asgari ücretten yeni işçi alınmakta ve sendikalı işçilerin oranı giderek düşürülmektedir. Asgari ücretin bu kadar düşük belirlenmesi, sadece diğer ücretleri aşağıya çekmekle kalmamakta, tensikatlar konusunda işverenlerin iştahını daha da kabartmaktadır. Yanısıra Türkiyede hiçbir işçinin iş ve gelecek güvencesi yoktur. Dolayısıyla bugün asgari ücretle çalışmayan işçilerin yarın asgari ücret dayatması ile karşı karşıya kalmayacağının hiçbir güvencesi yoktur. Özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, tensikat saldırısı ile karşı karşıya olan kesimler başta olmak üzere, asgari ücret işçi sınıfının gitgide daha geniş kesimlerinin kafasına dayanmış bir silahtır burjuvazinin elinde.
Sermaye iktidarı asgari ücreti tespit ederken saldırısını bu kapsamda düşünmektedir. İşçi sınıfının bütününü hedef tahtasına koymakta ve sistemli olarak yoksullaştırmanın bir aracı olarak kullanmaktadır. En ağır iş ve yaşam koşularından ve yanısıra yetersiz beslenmeden ötürü her türlü ölümcül hastalığa kapıları en fazla açık olanlar asgari ücret mahkumlarıdır. Buna karşın, asgari ücretle çalışanların önemli bir kesimi her türlü sosyal hak ve güvenceden yoksundur. Sosyal güvenlik kapsamında olanlar ise sağlık kurumlarındaki özelleştirme saldırısı yüzünden hastane-tedavi-ilaç masraflarının önemli bir bölümünü kendi ceplerinden ödemek zorunda kalmaktadır. Asgari ücret tutarı üzerinden hiçbir işçinin kendisinin ve ailesinin sağlık giderlerini asgari düzeyde bile karşılama imkanı yoktur. Asgari ücretle çalışanların önemli bir bölümüne aynı zamanda sigortasız çalışma dayatılmaktadır. Diğer bölümünün ise sigorta primleri düzenli olarak yatırılmaz. Asgari ücretle çalışan işçilerin işten atılması daha kolaydır. Kıdem ve ihbar tazminatları çoğu zaman ödenmez. SSK primleri ödenmediği için de işyerinde çalıştığını bile kanıtlayamazlar. Her an işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu yüzden gerekli prim ödeme gün sayısını tamamlayarak emekli olabilmek imkanından yoksundurlar. Tüm bu engelleri aşabilen az sayıda işçinin ise, böylesi ağır çalışma ve yaşam koşullarından 60 yaşına kadar yaşayabilmesi ve emekli maaşı alabilmesi nadiren mümkün olmaktadır. Sermaye devleti bir yandan 8 yıllık, 12 yıllık kesintisiz eğitim demagojisi yapmakta, diğer yandan ise işçi-emekçi çocuklarını okuldan ayrılıp çalışmak zorunda bırakmaktadır. İşçi-emekçi çocukları, aileye dayatılan ağır sefalet koşullarından dolayı ev geçimine katkıda bulunmak için okulu terkedip vahşi sömürünün pençesine düşürülmektedir. İşte devlet asgari ücreti ağır bir sefalet ücreti olarak tayin ederken, aynı zamanda milyonlarca işçi-emekçi çocuğunun sefil geleceğini de tayin etmektedir. Bu ne demektir? İşyerindeki bir makinanın iş görebilmesi için tüketmesi gereken enerji miktarı ve buna denk düşen yakıt masrafları nasıl hesaplanırsa, işçinin asgari ücreti de öyle hesaplanmaktadır. İşçi, ertesi gün üretime devam edebilmek için belirli bir miktarda kaloriyi mutlaka almak zorundadır. Yoksa ayakta duramaz ve çalışamaz hale gelir. Ayakta duramaz ve çalışamaz ise patronun işini göremez hale gelir. Sermayenin asgari ücret hesabının esası budur. Sermayenin gözünde işçinin üretimde kullanılan herhangi bir makinanın herhangi bir parçasından farklı bir değeri yoktur. Hatta makinadan daha da değersizdir. Daha da hor görülür, daha da tepe tepe kullanılır. İşveren makinanın ihtiyaçlarını itinayla karşılar. Bakımını, onarımını düzenli olarak yaptırtır. Bunun için gerekli olan masraflardan kaçınmaz. Çünkü zamanından evvel yıpranacak ve bozulacak bir makinayı yenilemesinin maliyeti çok daha yüksektir. Ama işçi sözkonusu olduğunda durum böyle değildir. İşçi en az ücretle en çok çalıştırılarak en kısa sürede posası çıkartıldıktan sonra kapı dışarı edilebilir. Nasıl olsa işten atılanın yerine dışarda milyonlarca işsiz sırada taze taze sömürülmeyi beklemektedir. Ve yeni işçi almanın kapitalist için hiçbir ek maliyeti yoktur. Tersine ücretleri düşürerek bu işten daha da kazançlı çıkacaktır. Demek ki sermayenin gözünde işçi toplumsal bir varlık, bir insan değildir. Basit bir üretim aletidir. Bu, sermayenin emeğe, işverenin işçiye gerçek bakışının özlü bir ifadesidir. Bu bakış ahlaksal değil, maddi sınıfsal çıkarlar üzerinde yükselmekte ve onun tarafından belirlenmektedir. Buna göre, işçinin sosyal, kültürel hiçbir etkinlikte bulunmaya hakkı yoktur. Bu nedenle işçiyi açlıktan öldürmeyecek düzeydeki 3500 kalori hesabı üzerinden belirlenen asgari ücretin üzerine çıkan her kuruş masraf sermayenin gereksiz israfı olarak görülmektedir.
Böylelikle, asgari ücretin asgari yaşam koşullarının çok altında belirlenmesi, işçi sınıfının sadece bedensel olarak değil zihinsel olarak da çökertilmesinin temel bir aracına dönüşüyor. Sermayenin sözcülerine göre asgari ücretin yüksek olması; Böylece asgari ücretin düşük tutulması sayesinde enflasyonun yenileceği ve bundan sonuçta işçilerin kazançlı çıkacağı hayali körüklenmektedir. Ücretlerin düşük tutulması ile enflasyon oranı düşecek olsaydı, Türkiyede bugüne kadar enflasyonun kökünün hepten kurutulmuş olması gerekirdi. Onyıllardır zaten sefalet ücretlerinin hüküm sürdüğü bu ucuz işgücü cennetinde enflasyonun yüksek olmasının nedeni işçi ücretleri değildir. Enflasyonun gerçek sorumlusu kapitalist ekonomidir, onun çözümsüz yapısal sorunlarıdır. Bu sorunlar emperyalizme bağımlılık tarafından daha da perçinlenmektedir. Yüksek enflasyondan en çok kazanç sağlayan kesim ise yine sermaye sınıfıdır. Devlet bütçesinin yarısından çoğunun borç faizlerinin ödenmesine ayrıldığı bir ülkede enflasyonla mücadele adına işçi ücretlerinin hedef alınması ise tam bir sahtekarlıktır. Enflasyonla mücadele gibi bir niyeti olanların, herşeyden önce tüm iç ve dış borçları geçersiz ilan etmeleri gerekir. Diğer yandan enflasyon oranının düşmesinin kendi başına işçilerin yaşam koşullarında bir iyileşmeyi beraberinde getireceği de doğru değildir. İşçilerin alım gücünün yokedildiği, ücretlerin dibe vurduğu, ağır bir sefaletin dayatıldığı koşullarda, enflasyon oranları düşse bile bunun işçi sınıfına hiçbir yararı dokunmayacağı ortadadır. Sermaye devleti, patronların vergi vermeden üretim yapmalarını bizzat kendi eliyle teşvik etmektedir. Sürekli olarak vergi ve sigorta prim borçlarını affetmekte, faizlerini sıfırlamaktadır. İşçi sınıfına karşı baskı ve terör aygıtlarını her geçen gün daha da yetkinleştiren sermaye devleti, kayıt dışı ekonomiyi önlemek konusunda ise en ufak bir adım atmamaktadır. Devlet istese kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almanın tüm imkanlarına sahiptir. Ama bu devlet sermayenin kayıtlı ya da kayıtsız servet birikiminin koruyucusu olduğu için buna hiçbir zaman yanaşmaz. Asgari ücretin ağır bir sefalet ücreti olarak belirlenmesine gerekçe göstermek istendiğinde, kayıt dışı ekonominin büyüklüğü gündeme getirilmekte ve bunun daha da artmasının ekonomiye de işçilere de zararlı olacağı söylenmektedir. Yani devlet diyor ki işçilere, ben sermayeden vergi almamaya, vergi kaçırılmasını teşvik etmeye, kaçak işyerlerini denetlememeye, sigortasız işçi çalıştıran işverenlere göz yummaya devam edeceğim. Buna karşılık sen, daha düşük ücreti kabul et ve bu sayede işveren belki senin sigorta primini yatırmayı ve vergisini ödemeyi tercih edebilir. Bu, kuzuyu gidip kurdun eline teslim etme ve sonra da kurttan insaf bekleme sahtekarlığıdır. Bu ülkede asgari ücret sadece bu yıl değil, her zaman ağır bir sefalet ücreti olarak belirlenmiştir. Peki bu sayede kayıt dışı ekonomi kayıt altına mı alınmıştır? Sigortasız işçi çalıştıran işverenler işçileri sigortalı çalıştırmaya mı başlamıştır? Sendikasız işyerlerine sendika mı gelmiştir? Hiçbir işveren asgari ücretler daha da düşük olunca, ne vergi vermek ne de işçiyi sigortalı çalıştırmak yolunu tutar. Asgari ücret yüksek olursa kayıt dışı ekonomi daha da büyür demek, gerçekte kayıt dışı ekonomiyi ve bu tür işyerlerinde işçi sınıfının her türlü hak ve hukuktan yoksun olarak vahşi koşullarda sömürüsünü mazur göstermek ve teşvik etmek demektir. Asgari ücret yüksek olursa, sermaye kesiminin yatırım yapmak yerine parasını banka ya da borsada değerlendirmeyi tercih edeceği söylenir. Biz de karşılığında aynı gerçeği bir kez daha tekrarlıyoruz. Eğer ücretlerin düşük tutulması sayesinde yatırımlar çoğalıp işsizlik azalmış olsaydı, Türkiyede bugün tek bir işsizin kalmaması gerekirdi. Ve her taraf fabrikalar ile dolup taşardı. En başta da gerçek ücret düzeyinin mevcut asgari ücretin bile yarısını bulmadığı, emeğin sudan ucuz sömürüldüğü Kürt illerinde. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Evet, tekelci sermaye üretim yatırımı yerine sermayesini faize yatırıp para kazanmayı tercih etmektedir. Bu doğrudur. Ama bunun nedeni ücretlerin yüksekliği değildir. Bugün işçiler hiçbir ücret almadan çalışsalar bile, kapitalist ekonomide yeni üretim yatırımları açısından bir sıçrama meydana gelmeyecektir. Binlerce, onbinlerce yeni fabrika açılmayacaktır. Çünkü işçi sınıfı ve emekçi yığınların artan sefaletinden ötürü, üretilecek mallar için pazar imkanları dünya ölçeğinde sürekli daralmaktadır ve mevcut pazarlar için tekeller arasında kanlı bir rekabet yaşanmaktadır. Kapitalist, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için değil, sadece daha fazla kâr edebilmek amacıyla ve sadece bu koşullarda üretimde bulunur. Kapitalist düzen altında milyonlar işsiz ve aç iken, yeni fabrikalar açılmadığı gibi, mevcut fabrikaların ürettiği mallar da ihtiyacı olanların hizmetine sunulmaz. Yatırımların azalmasının temel nedeni kapitalist ekonominin anarşik düzeni ve onun aşırı üretim krizidir. Çünkü emekçi çoğunluk sefalet koşullarında en temel ihtiyaçlarını bile satın alamaz bir duruma sürüklenmiştir. Bir tarafta açlık ve sefalet kol gezerken, diğer tarafta fabrikaların depoları satılamayan mallar ile ağzına kadar doludur. Kapitalist ekonominin yapısal sorunları üretici yatırımları sınırladığı gibi işsizliği de sürekli çoğaltır. Yanısıra patronlar her zaman en az işçiyle en çok üretimi yapmak yolunu tutarlar. Ücretlerin düşüklüğü ise işsizliği azaltan değil tersine çoğaltan bir rol oynar. İşçi geçinebilmek için normalde iki işçinin yapacağı işi tek başına yapmaya zorlanır.
Yarın, ekonomi düze çıktığında ücret koşullarının kendiliğinden iyileşeceği, geçmiş kayıpların telafi edileceği vb. sözlerin ise hepsi yalandır. Kapitalist ekonomi işçi sınıfının hakları mezara gömüldüğü, işçi sınıfı sefalete boğulduğu sürece ve ancak bu sayede ayakta durur. Türkiye burjuvazisinin gelmiş geçmiş tüm ekonomik zaferlerinin altında işçi sınıfına dayatılan ağır sefalet koşullarının imzası vardır. Bunların hiçbirinin karşılığı ödenmemiştir ve haklar söke söke kazanılmadıkça da ödenmeyecektir. Örneğin 60lı yıllar ile bugünkü koşullar arasında bir karşılaştırma yapalım. Asgari ücret düzeyi üzerinden 1963de 1 kg. ekmek almak için işçilerin 49 dakika çalışması yeterliydi. Fakat 1998de 1 kg. ekmek için, işçiler 1 saat 41 dakika çalışmak zorunda kalmıştır. Bu rakamlar, son 40 yıldır işçilerin ücretlerinin sistematik olarak düşürüldüğünün bir göstergesidir. Sermaye iktidarının onlarca yıldır dilinden hiç düşürmediği bir-iki yıl fedakarlık yapın sonra düzlüğe çıkacağız sözleri koca bir yalandır. İşçi sınıfı onlarca yıldır dişini sürekli sıkmaktadır. Sonuç ise ortadadır. İşçi ve emekçiler için, sömürünün ve sefaletin artması, sermaye sınıfı için ise servetin ve sefahatin artmasıdır. Yanısıra emperyalist bağımlılık ve işbölümü ilişkileri içinde Türkiye kapitalist ekonomisinin ayakta kalabilmesinin ve rekabet edebilmesinin temel dayanağı ucuz işgücü sömürüsüdür. Bu da asgari ücretin en ağır sefalet ücreti olarak belirlenmesini sermayenin çıkarları açısından bir kez daha şart koşmaktadır. Tekelci sermaye grupları da, dünya pazarına açılabilmek ve yanısıra yabancı sermayenin gelmesini teşvik etmek için ücretleri daha da düşürmek ve sömürü oranlarını daha da arttırmak istiyorlar. ABne girebilmek için ekonominin rekabet gücünün yükseltilmesini isteyen sermaye sınıfı, bunun ancak işçi ve emekçilerin sefaletinin derinleştirilmesiyle sağlanabileceğini çok iyi biliyor. ABnin ekonomik sorunları çözeceğini ve sosyal hakları geliştireceğini söyleyenler ise ya hayalperest ya da sahtekardırlar. İşçi sınıfından ABye girmek için fedakarlık istiyorlar. ABye girildiğinde bunun karşılığının verileceğini vaad ediyorlar. Bugün Avrupa pazarı ile rekabet için fedakarlık isteyenler, yarın Uzak Doğu, sonra Çin, sonra Latin Amerika vb. pazarları ile rekabet için fedakarlık isteyeceklerdir. Sermaye iktidarı hüküm sürdükçe, bu fedakarlık istemlerinin de sonu hiç gelmeyecektir. Tüm bunlar gösteriyor ki, sermayenin sefalet ücreti saldırısı süreklidir. Bu saldırının önüne sadece işçi sınıfının örgütlü mücadelesi barikat örebilir. Sermaye iktidarı yıkılmadıkça ise işçi sınıfının bu sefaletten kurtuluşu asla mümkün olmayacaktır. Ama bunlar hep sözde kalır. Asgari ücret komisyonunda onyıllardır bir kayıkçı dövüşüdür sürüp gider. Bu taleplerin hiçbirisinin kabul edilmeyip ağır sefalet ücretlerinin dayatılması karşısında, sonuçta sendika ağaları kıllarını kıpırdatmazlar. Bugüne kadar asgari ücret dayatmaları karşısında eyleme geçtikleri, üretimden gelen gücü harekete geçirdikleri, taleplerin kabul edilmesi için kararlı bir mücadele verdikleri hiç görülmemiştir. Çünkü sendika ağaları sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanlarıdır ve asgari ücret konusunda da gerçekte sermayenin çıkarlarının temsilcisidirler. İşçi sınıfı asgari ücret konusunda sendika ağalarından hiçbir beklenti içinde olmamalıdır. Ancak tabandan bu konuda örgütlü bir mücadele basıncı sayesinde sendika ağaları adım atmaya zorlanabilir. Bunun ötesinde ise, bu hainler sendikalarımızın başından defedilmedikçe, asgari ücret sorunu konusunda da işçi sınıfının mücadelesinin önü açılamayacaktır. İşveren temsilcilerinin ise asgari ücret konusundaki saldırıları hiçbir zaman dur durak tanımaz. Beterin beteri dayatılır. Böylece hem mevcut sefalet ücretinin, kötünün iyisi olarak görülerek kabullenilmesini sağlamaya çalışırlar. Hem de daha beterini hayata geçirmek için fırsat kollarlar. TİSK, 16 yaş altı için ayrı, 16-25 yaş için ayrı ve 25 yaş üstü için ise ayrı ücret saptanmasını istiyor. Ayrıca, toplu iş sözleşmesi yapılan ve yapılmayan işyerleri için farklı ücret belirlenmesini, asgari ücretin bölgesel ve işkolları farklılıklarına göre saptanmasını talep ediyor. * Hesaplama, işçi ve ailesi üzerinden değil tek bir kişi üzerinden yapılmıştır. İşsizlik oranının bu kadar yüksek olduğu ve işsizlere hiçbir sosyal ödeneğin yapılmadığı bir ülkede, asgari ücretin tek bir kişinin geçim masrafları üzerinden tespit edilmesi kabul edilemez. * Geçmiş dönem ücret kayıpları telafi edilmemiştir. Enflasyon oranında yapılan ücret artışı, geçmiş yılların kayıpları görmezden gelinerek, çalışanların enflasyona ezdirilmeyeceği demagojileri eşliğinde yürürlüğe sokulmuştur. Gerçekte ise, işçilerin reel ücretleri sistematik olarak düşürülmektedir. * Hedef enflasyon oranı dayatmasıyla sefaletin daha da derinleştirilmesi güvence altına alınmıştır. İşçinin cebinde gerçekleşen enflasyon oranı, açıklanan enflasyon oranının çok üzerindedir. * 6şar aylık dilimler üzerinden hesaplama yöntemiyle işçiler ek kayıplara uğratılmıştır. * Sermayenin doğru dürüst vergi vermediği bu ülkede asgari ücret yüksek oranda vergilendirilerek işçiler bir de bu yolla soyulmuştur. * Asgari ücretin belirlenmesinde işçi sınıfına hiçbir söz ve temsil hakkı tanınmamıştır. Asgari ücret komisyonu bütünüyle sermayenin temsilcilerinden oluşmaktadır. * Belirlenen asgari ücretin tüm diğer gerekçeleri de yalan ve geçersizdir. (Enflasyona karşı mücadele, istikrar, yüksek belirlenirse kayıt dışı teşvik edilir, işsizlik daha da artar, vb.) Tüm bu nedenlerle, mevcut asgari ücretin hiçbir meşruluğu yoktur. Bu tek taraflı bir dayatmadır. Asıl sorun buna boyun eğip eğmemektir. Eğer biz boyun eğersek, asgari ücret Temmuz ayından itibaren net 86 milyon 650 bin lira olacaktır. Sermayenin tek taraflı olarak belirlediği ve dayattığı asgari ücret rakamı, işçi sınıfının mücadelesinin gücüyle değiştirilebilir ve değiştirilmek zorundadır. 1989dan itibaren yükselişe geçen işçi-emekçi hareketinin etkisiyle asgari ücret artış oranlarında sağlanan görece iyileşmeler bunun başarılabileceğinin en somut kanıtıdır. 1989-1993 arasında reel olarak artan asgari ücret, sonrasında sınıf hareketinin genel bir durgunluk içine girmesiyle bugüne kadar hep gerilemiştir. İşçi sınıfı saldırılara karşı mücadele bayrağını yükseltmeyi başardığı oranda, diğer haklar gibi asgari ücret alanında da sınıfın çıkarları doğrultusunda kazanımlar elde etmek mümkün olacaktır. Bu noktada en önemli görev, işçi sınıfının halen örgütlü kesimi olan sendikalı işçilere düşmektedir. Sendikalı işçiler, asgari ücretin belirlenmesi sürecine etkin olarak katılmalıdırlar. Çünkü asgari ücretle çalışan işçiler örgütsüzlük nedeniyle bu sürece müdahale edememektedirler. Bu sorunun bütün sınıfın çıkarlarını ilgilendirdiği bilinciyle ve sendikal örgütlülüğü güç olarak kullanarak, asgari ücretin insanca yaşanabilir bir düzeye çıkarılması talebi yükseltilmelidir. TİS süreçleri bu hedefle bağlantılı olarak ele alınmadığı sürece, hem anlamlı bir kazanım elde etmek, hem de sermayenin yeni saldırılarını püskürtmek mümkün olmayacaktır. Asgari ücretin TİS sürecinde belirlenmesi hakkı için de mücadeleyi yükseltmeliyiz. 15 tane işçi düşmanının milyonlarca işçinin kaderini tayin etmesine seyirci kalamayız. Ama hem bu hakkı kazanmanın, hem de bu toplu pazarlığın sendika ağaları eliyle toplu satışa dönüşmesini engellemenin yolu, mücadeleyi taban örgütlülükleri ve öncü devrimci işçi platformları zemininde örgütleyerek yükseltmeyi gerektirmektedir. * Mevcut asgari ücret geçersiz ilan edilsin! Bunlarla birlikte; * 7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası! Sağlığa zararlı ve tehlikeli işlerde azami 5 saatlik işgünü! Kahrolsun sermaye iktidarı!
|