25 Mayıs tarihli Hürriyet gazetesinin verdiği habere göre, İstanbul Sanayi Odasının aylık meclis toplantısına katılan Sakıp Sabancı, özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalovayı sorularıyla terletmiş. Özelleştirmede 20 yıldır vakit kaybedilmesinden yakınan Sabancı, Bulgaristanın bile bu konuda Türkiyeyi sollamasını hazmedemiyormuş. TÜSİADlı bu asalak sömürücü, özelleştirmenin bir an önce olup bitmesi gerektiğini ise, Ben köprüyü sattırmam diyenlerin ruhu hala ortalıkta dolaşıyor. Artık rakamlar konuşsun, palavra bitti. Şalterleri ne zaman indireceksiniz? Özelleştirmeyi kim engelliyor ağam? sorusuyla dile getiriyor.
Tekelci burjuvazinin, Sabancı gibi bir oligarkın dilinden, özelleştirme saldırısında bunca hızlı davranan son saldırı hükümetine bile bu şekilde sitem etmesi, kendisine olan güvenin ifadesi olsa gerek. Neden güvenmesin ki? Son 5 yıl içinde gerçekleştirilen özelleştirmeler karşısında işçi sınıfı ve emekçi kitleler, bu saldırıyı püskürtmek için birleşik-militan bir eylemliliğe girmediler. Özellikle 5 Nisan 94 paketinden sonra hız kazanan özelleştirme saldırısı, bugüne dek işçi ve emekçilerden epeyce şey alıp götürdü. 80 sonrasında hızla gerileyen sanayi üretimin yerini artık bir rant-faiz-mafya ekonomisi almış durumda. Burjuvazi bu çürümüşlük üzerinden servetine servet kattıkça, işçi-emekçi kitlelerin sefaleti görülmedik boyutlara ulaştı. Enflasyon/zam politikaları, emekçilerin sofrasındaki son kırıntılara da el uzatıyor. Servet-sefalet uçurumu her geçen gün daha da derinleşiyor. Eğitim, sağlık gibi temel hizmetler adım adım özelleştiriliyor.
Bu saldırılar karşısında güçlü bir karşı-saldırının örülememesi, burjuvaziyi daha fazla cesaretlendiriyor. Nitekim Sakıp Ağa, Bakan Yalovaya özelleştirme konusunda cesur davranılmasını buyurmaktadır. Kendinden o kadar emindir ki; Özelleştirme yapılırken bir dönem işçi çıkarılacak, sonra daha fazlası alınacak. Bunları köşeli de olsa söylemek lazım diyerek, saldırının kapsamını açıkça ortaya koymaktan çekinmemektedir.
Özelleştirmenin en başta işçi kıyımı anlamına geldiğini işçiler artık kendi deneyimlerinden de biliyorlar. Sabancının işçi çıkarılacak sözleri, aslında yeni bir şey değil. Örneğin çimento, liman, denizcilik işletmeleri, HAVAŞ, Sümer Holding, ORÜS gibi KİTlerin 89-98 arasında özelleştirilen 80 civarındaki işletmesinde işten çıkarma oranı %70-100leri bulmuştur. Bu tensikatlar sonucunda sendikasızlaştırma da aynı oranlardadır. (Veriler Petrol-İş 97-99 Yıllığı)
Özelleştirme sadırısında doğrudan işçi kıyımlarının yanısıra bir de dolaylı yollardan işsizleştirme vardır. Emekli olan işçi yerine kadrolu işçi alınmaması bunun bir örneğidir. Ya da işgücüne ihtiyaç duyulduğunda, taşeronlar aracılığıyla geçici-sözleşmeli istihdama başvurulmaktadır.
Sabancı, sonra daha fazla işçi alınacağını söylüyor. Peki, daha sonra fazlası alınacaksa, neden şimdi işçi çıkarılıyor? Sorunun yanıtı, özelleştirme saldırısının canalıcı noktasını ele vermektedir: İşçi sınıfının mücadelelerle kazandığı sosyal-siyasal kazanımlarını bir çırpıda gaspetmek, kapitalizmin ilk dönemdeki vahşi sömürüsünü hayata geçirmek vb.nin yoludur özelleştirme. Halihazırda az buçuk örgütlü, kırıntı düzeyinde de olsa sosyal hakları olan işçiler çıkarılacak ki, sendikal haklar ve örgütlülükler yokedilebilsin. Yeni alınacak işçiler, en ağır çalışma koşullarında ve acımasız bir sömürü altında çalıştırılabilsin. Taşeronlaştırma yaygınlaştırılsın, istendiğinde tazminatsız işçi çıkarılsın, fazla mesailerle çalışma süresi günlük fiilen 12-13 saate çıkarılsın, vb.
İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri hayli zorlu süreçler bekliyor. Özelleştirme ile elele sürdürülen işçi kıyımları, işçileri bu zorlu süreçlere sürüklemenin adımlarıdır. İşçi sınıfı ya işsizliğin giderek artışına seyirci kalacak, dolayısıyla işçilerin sermayeye bağımlılığı iyice pekişecek, gelecek güvensizliği artaracak, sömürü gittikçe yoğunlaşacak; ya da özelleştirmeye karşı başlattığı mücadelesiyle;
Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
Tüm çalışanlar için genel sigorta (işsizlik, sağlık, kaza, yaşlılık vb.)!
Sigorta primlerinin devlet ve işveren tarafından ödenmesi. Sosyal sigorta kurumlarında işçi ve emekçi denetimi!
İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asari ücret!
Eşit işe eşit ücret!
Her türlü fazla mesainin yasaklanması!,
Esnek üretim, prim, parça başı, akord vb. çalışma sistemlerinin ve taşeronlaştırmanın yasaklanması! vb. belli başlı taleplerin elde edilmesinde anlamlı mesafeler kaydedecektir.
Bir SASA işçisinin grev sürecinde söylediği gibi; Dünyada oturmuş bir sistem var. Bu sistem, işçilerin yaşam koşullarını kötüleştirirken, patronların daha da zenginleşmesine yolaçıyor. İşçilerin bu sistemde iyi bir yaşam sürmeleri mümkün değil. Bunun için kanlı bir ateş çemberinden geçmeleri gerekir ki iktidar olabilsinler.
Özelleştirmeye karşı mücadeleye girişmek, bu ateş çemberinden geçmek üzere atılmış büyük bir adım olacaktır.
Sermayenin işçi ve emekçilere yönelik topyekûn saldırısı olanca hızıyla sürüyor. İşçi ve emekçiler cephesinden buna karşı topyekûn bir karşı koyuş henüz gerçekleştirilemediği için anlamlı bir başarı elde edilemiyor.
Özel mülkiyet üzerinden egemen olan sermaye sınıfı, bireyciliği ve bireysel kurtuluş anlayışını işçi-emekçiler arasında egemen kılmaya çalışıyor. Bunu toplumsal bünyeye empoze etmedeki başarısının, kendi egemen konumunu sürdürebilmesiyle doğru orantılı olduğunu biliyor. Aileden eğitime, üretim alanlarından devletin tüm kurumlarına kadar her alanda bireysel kurtuluş anlayışı egemen kılınıyor. Yüzyılların sömürücü deneyiminden çıkarılan bu anlayış kendisini en veciz şekilde, Her koyun kendi bacağından asılır, Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın vb. deyimlerde ifade ediyor.
Ancak işçi ve emekçiler içinde bu anlayışı egemen kılmaya çalışan sermaye sınıfının böyle davrandığı söylenemez. Her ne kadar her sermayedar kendi çıkarları için rakip sermayedarı altederek iflasa sürüklüyor olsa da, işçi-emekçiler ile sermaye sınıfının hayati çıkarlarının çatışması derinleştiğinde, kendi aralarındaki çatışma geriye itilerek, işçi-emekçilerin karşısına bir cephe halinde çıkılıyor.
Sınıfa topyekûn saldırının sürdüğü bugün karşımızda tam anlamıyla örgütlü bir sermaye sınıfı gerçekliği var. TÜSİADdan TÜGİADa, MÜSİADdan TOBBa, ticaret odalarından TİSKe, ordusu, polisi, medyası ve düzen partileri ile bir avuç sömürücünün kurumsallaşmış örgütlü egemenliği var. Her sınıftan daha fazla örgütlenmeye ve sınıf dayanışmasına ihtiyaç duyan ve toplumsal-maddi üretimin yegane yaratıcısı olan işçi sınıfı ise, birlikten, örgütlülükten, önderlikten ve sınıf dayanışmasından alabildiğine uzak tutulmaktadır.
Topyekûn saldırıda önemli mesafelerin katedildiği bugün sınıf dayanışmasının önemi bir kat daha artmıştır. Fakat halihazırda sınıf mücadelesinin geleceği açısından önem taşıyan bu alanda belirgin bir zayıflık yaşanıyor. Bunu koşullayan bir dizi neden var. Sınıfa yönelik saldırıların genel karakterinin üstü örtülerek, sınıfın şu veya bu bölüğüne yönelik olduğu yanılsaması yaratılarak, eylemli sınıf dayanışmasının önüne geçilebiliniyor. Bir diğer yönü ise sınıfın bilinç düzeyi, örgüt ve önderlik boşluğudur. Elindekini kaybetme kaygısı ile sermayenin baskı ve terörü, önderlik sorununa bağı olarak sendika bürokrasisinin engelleyici tutumu diğer etkenlerdir.
Eğer işçi ve emekçiler, sınıfın hangi bölüğüne yöneldiğine bakmaksızın, mevcut saldırıyı kendilerine yapılmış bir saldırı olarak görüp, sınıf kardeşleriyle eylemli sınıf dayanışması içine girebilirse, bu işçi ve emekçilerin kendisine olan güvenini artıracaktır.
Peki tersi durumda neler olacaktır? Örneğin sağlıkta özelleştirme ile SSKnın tasfiyesini ele alalım. Bu saldırıya sessiz kalacak bir sınıfın yaşayacakları az-çok bellidir. Bu ya ölü ve hasta bedenlerimizin hastanelerde rehin tutulması ya da hastane kapısından dahi giremeden mezara girmekle sonuçlanacaktır. Bununla da kalmayacak, sermaye sınıfı işçi sınıfının eylemli sınıf dayanışması ve direnişini görmediği oranda, bundan aldığı cesaretle, saldırılarını daha da azgınlaştıracak, sınıfın mevcut örgütlülüğü başta olmak üzere, ücret, iş güvencesi ve bir dizi demokratik-sosyal hakkın gaspına başvuracaktır. Nitekim yapılmakta olan budur. Eylemli sınıf dayanışması yükseltilemediğinde, sermayenin yıkım programları tam bir başarı kazanarak, sınıf açlığın ve yıkımın kucağına itilecektir.
Sınıf mücadelesinde böylesine önemli bir yere sahip olan sınıf dayanışması, bilinç, örgüt ve önderlik sorunu nedeniyle oldukça yetersiz bir düzeydedir. Ve bu alandaki en büyük engellerden biri sermaye uşağı sendika bürokratlarıdır. Hain sendika bürokratları işçi ve emekçilerin sınıf dayanışması alanında bağımsız tutum geliştirmelerinin önüne geçmek için sahte görüntüler yaratıyorlar. Gazete demeçleri, basın açıklamaları ve en fazlasından birkaç sendika yöneticisinin grev ziyareti vb.nin adı sözde sınıf dayanışması oluyor.
Bir kez daha görev ilerici-öncü işçiler ile sınıf devrimcilerinin omuzlarındadır. Bulunulan her işletme ve fabrikada sınıf dayanışmasını olanaklı kılacak taban örgütlülükleri yaratılmalıdır. Bu örgütler maddi yardımdan grev ziyaretlerine, iş yavaşlatmadan iş durdurmaya, dayanışma grevinden işgal ve direnişlere kadar, sınıfın eylemli dayanışmasını bütün yönleriyle sergileyebilmelidirler.
Diğer bütün alanlarda olduğu gibi sınıf dayanışması alanında da başarı, bir kez daha, devrimci önderlik boşluğunun ne oranda doldurulabileceğine sıkı sıkıya bağlıdır.