17 Nisan 2009
Sayı: SİKB 2009/15

  Kızıl Bayrak'tan
  Taksim yolunda temizlenmesi gereken engeller
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan çağrı:
TKİP mücadeleye çağırıyor!
Emekçiler 1 Mayıs alanı Taksim’de buluşuyor…
BES üyeleri talepleri için yarım gün iş bıraktı...
  Kurtiş Matbaacılık işçileri hakları için direnişte!
  MEHA Tekstil direnişi eylemlerle sürüyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  1 Mayıs mücadele geleneğimizde
elden ele taşınan kızıl bir bayraktır!
  1 Mayıs üzerine işçi ve emekçilerle konuştuk...
  Yerel bültenlerden çağrı...
  Obama-Ahmet Türk görüşmesi üzerine…
  Sermaye hükümeti yeni manevralar peşinde
  YÖK’ten üniversiteleri bölme planı!
  YTÜ’de baskılar protesto edildi…
  Yerel seçimlerin sonuçları üzerine
Volkan Yaraşır
  Cumhuriyet “cephesinde yeni
bir şey yok!”
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cumhuriyet “cephesinde
yeni bir şey yok!”

M. Can Yüce

Bugün Genelkurmay Başkanı, belli bir topluluk önünde uzun ve “önemli” bir konferans verdi. Bu konferans, öteden beri tartışılan konulara ve geleceğe ilişkin öngörülere devlet cephesinden açıklık getirmekte ve yanıt vermektedir; bir bakıma devletin resmi duruşunu ve ana çizgilerini ortaya koymaktadır. Bu anlamda önemli bir açıklama olduğunu düşünüyoruz.

Anılan konuşma kapsamında belirtilen konuların, dillendirilen Kürt “açılımları”, Kürt Konferansı, Obama’nın Türkiye gezisi, Ergenekon ve DTP operasyonlarıyla bağlantılı noktaları vardır. Elbette anılan konferans, bütün bunlara “güncel” bir yanıt olarak düşünülmemelidir. Onu, içinden geçmekte olduğumuz sürece ve onun temel eğilimlerine yönelik Ordu’nun, Genelkurmay’ın görüşünü, duruşunu, temel çizgilerini derli-toplu olarak yeniden anlatan ve bunu “akademik” bir çerçevede ortaya koymaya özen gösteren ideolojik-programatik bir çerçeve olarak değerlendirmek gerekir. Bundan dolayı üzerinde durmakta yarar var.

Genelkurmay Başkanı, öncelikle;

“Ancak, unutulmamalıdır ki; her konuyu tartışabilme özgürlüğü devletlerin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içeremez.

Kimse Türkiye’den, ne Türkiye’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısını zayıflatabilecek ne de Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinin değiştirilmesi yönünde isteklerde bulunabilir.

Türk Silahlı Kuvvetleri; ATATÜRK’ün bize emanet ettiği ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” (www.tsk.mil.tr)  sözleriyle, hem iktidar konumunun altını çiziyor, hem de TC’nin esneme sınırlarını net bir biçimde vurguluyordu.

Bu net ve kesin vurguların, yapılan “Türkiye halkı” ve üst kimlik ve “ikinci kimlik” “açılımlarından” sonra gelmesi boşuna değil, bunlar, gerçekten devletin ne kadar esneme marjına sahip olabildiğini anlatıyordu.

Genelkurmay Başkanı’nın bu konferansında altını çizdiği ve Ordu’nun konumunu, duruşunu ortaya koyduğu temel noktalar nelerdi?

“Asker- sivil ilişkileri” başlığı altında son bir yıldır tartışılan ve epey sarsıntı geçiren ordunun iktidar ilişkileri içindeki konumunu, bunun ideolojik ve moral temellerini bir kez daha ortaya koymak ve bu konuda yaşanan erozyonu durdurmak ve baraj oluşturmak istemiş ve bunu ideolojik ve programatik bir çerçevede koymuştur. Bu anlamda ordunun TC’nin gelişme tarihindeki “öncü” rolüne ısrarlı vurguları bu kaygı ve isteği anlatmaktadır.

Salt bu değil kuşkusuz. İktidar ilişkileri içindeki konumunu vurgulamasının ideolojik ve politik gerekçelerini de en geniş çerçevede ortaya koymaya özen göstermiştir. Kürt sorunu ve Cumhuriyetin temel nitelikleri ve bu bağlamda laiklik, en geniş bir çerçevede değerlendirme konusu yapılmıştır.

Kuşkusuz Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasında “yeni” unsurlar da var; kimi çevreler tarafında bu, “yeni” açılımların “ön habercisi” olarak değerlendirilirse şaşmamak gerekir. General Başbuğ konuşmasında, “Türkiye halkı” kavramını kullanmakta ve bunun ne anlama geldiğini genişçe açmaktadır.

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir devrimdir. Devrimin amacı ise bir ulus- devletin yaratılmasıdır. Bu düşünceden hareket ederek ATATÜRK, Türk milletini şu şekilde tanımlamıştır:

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir.”

“‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kimdir?’ Cevap, Türkiye halkıdır. Görüldüğü gibi buradaki halk ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada - ki burası Türkiye’dir - yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir.”

Burada “Türkiye halkı” ve “Türk milleti” özdeşliği, aslında yeni bir unsur içermiyor, geleneksel Türk ulus tanımını tekrarlıyor. Altı çizilmeye çalışılan nokta, bu ulus tanımının “etnik köken” ve “ırki” bir temele dayanmadığı, “vatandaşlık” bağına dayandığı, “bütün unsurlar için kapsayıcı ve bağlayıcı bir üst kimlik olduğudur. Türk milletinin “Türkiye halkı” olduğu tanımı, yani Türk ile Türkiye kavramlarının bir ve özdeş kavramlar olarak ortaya konulması, inkâr ve imha biçimindeki resmi çizgiyi aklamaya yetmiyor, onun değişime uğramaya başladığını göstermiyor. Tersine bir ısrarı dayatıyor, değişmez, silah zoruyla korunacağının mesajını veriyor. Bunun Genelkurmay Başkanı tarafından açıklanması da boşuna değil, bu, bunun böyle olduğunu vurgulamaya dönük bir yaklaşım olmaktadır.

Bu tanım ve özdeşlik bağlamında konulan “kültürel kimlik”, “ikincil kimlik” kavramları, toplumsal grup ve kimlikleri içermiyor, tersine onları bireysel kimlik olarak daraltarak anlamsızlaştırıyor. “Kürt kökenli vatandaşımızsınız, bireysel bir kimlik ve hak olarak bunu yaşayabilirsiniz, tabii Türk ulus kimliğine sadakat bağlamında, bunun ötesini tartışma konusu yapmak bile mümkün olmaz. Bunu da herkes bilmelidir!”

“Türkiye halkı” kavramıyla, aynı zamanda yapılmakta olan Kürt “açılımlarının” çerçevesi de bir kez daha ortaya konulmaktadır. TRT 6 gibi kimi açılımlar olabilir. Dil ve kültür alanında kimi adımlar da atılabilir. Ama resmi çizgi, yani Cumhuriyetin temel niteliklerine, Türk millet tanımı, ulus-devlet ve onun ortak değerlerine kesin ve mutlak bağlılık koşuluyla, bunun ötesinde başka bir istek ve talepte bulunmamak koşuluyla…

Öte yandan, öteden beri dile getirilmeye çalışılan “Kürt Paketi”nin devlet cephesindeki anlamı ve onun ana çizgileri de belirlenmiş oluyor. Resmi çizginin bir-iki rötuş ile tekrarı, bu bağlamda bir-iki kırıntı ve bununla devletle “entegrasyon” sürecinin daha etkin bir biçimde sürdürülmesi, işte bu, “yeni” paketin ana çizgilerini anlatmaktadır.

Asimilasyon ve entegrasyon kavramlarının tartışılması ve entegrasyon kavramının bundan sonraki süreçte öne çıkarılması, resmi çizgide bir dil ve terminolojinin geliştirmeye çalışılması, resmi çizginin bu terminolojiyle uygulanmaya çalışılması, işte bu, devletin “yeni açılımının” ne olduğunu çok iyi anlatmaktadır.

Bu “açılım paketi” bağlamında “PKK’ye karşı mücadele konseptinin” içeriği de netleşmiş bulunuyor. Bunu Genelkurmay’ın son konuşmasında okumak mümkündür:

“- Devlet, Örgüte katılımların nedenlerini iyi inceleyerek, alacağı tedbirlerle, Örgüte katılımları kontrol altına almalıdır.

- Devlet, dağ kadrosunun Örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.

- Terörle mücadele, sadece terörist odaklı olarak görülmemelidir.

Terörle mücadele, devlet tarafından topyekûn şekilde, millî gücün bütün unsurları (güvenlik, ekonomi, sosyo-kültürel (eğitim ve sağlık dâhil), propaganda ve uluslararası) kullanılarak, koordineli ve etkin bir şekilde yürütülmelidir.

- Bölücü Terör Örgütüne uluslararası verilen destek ve Örgütün finans alanındaki serbestliği tam olarak engellenmelidir.

- Irak’ın kuzeyindeki Bölücü Terör Örgütünün varlığı -ki bu varlık Örgüt için hayatidir- mutlaka etkisiz hale getirilmelidir.”

Bütün bu önlemlerin anlattığı şey çok açıktır: Erich Maria Remarque’nin “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” kitabının adını değiştirerek vurgulamak gerekirse;

Cumhuriyet Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!

Bitirmeden bir hatırlatma yapmakta yarar var: “Türkiye ulusu”, “demokratik Türkiye ulusu”, üst kimlik ve alt kimlik kavramlarını “Kürt sorununun demokratik çözümünde” anahtar kavramlar olarak gören A. Öcalan, Genelkurmay’ın bu açıklamasını okuduktan ya da tek dalgalı FM radyosunda dinledikten sonra, “en son Genelkurmay da benim çizgime geldi” derse, hiç şaşmayın!

Belli ki, Genelkurmay, “biz Cumhuriyet Kürdü olmak için çırpınıyoruz” laflarına hala beş paralık değer vermemektedir. Tersine onların bu sürünen duruşlu “politik ve askeri güçlerine” ihtiyaç duymaktadır. İktidar ilişkileri içindeki belirleyen konumunu sürdürmek, Güney ve Irak politikalarındaki etkisini daha da geliştirmek için böyle bir bahaneye şiddetle ihtiyaç duymaktadırlar. Hem belirlenen bağlam içinde “açılımlara” açık oldukları mesajıyla bir rahatlamayı, hem cephelerini genişletmeyi, hem de var olan bahaneleriyle iktidar konumlarını sürdürmeyi planlıyorlar. Laiklik ve orduya dönük eleştiriler karşısında aldıkları duruşla bu konumlarının savaşını her cephede verme kararında olduklarını en üst düzeyde açıklamış bulunuyorlar… General Başbuğ’un anlattıklarının ana çizgileri kısaca böyledir. Yani:

Cumhuriyet Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!

14 Nisan 2009

 

CIA-Soros patentli “devrimler”in sembol ismi Saakaşvili’nin tahtı sallanıyor!

Belli bir kitle desteği sağlayarak ABD işbirlikçisi yönetimlerin başa geçirilmesi operasyonları, belli bir süre “kadife devrimi”, “gül devrimi”, “portakal devrimi” gibi isimlerle pazarlanmıştı. Soros’un dolarları, CIA’nın organizasyonu, medyada görevli kalemşörlerin seferber edilmesi ile bu operasyonlar birkaç ülkede başarıya ulaşabilmişti.

Ancak söz konusu başarıları kolaylaştıran, bizzat yıkılan yönetimlerdir. Tümü yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma icraatları nedeniyle emekçiler nezdindeki itibarlarını yitirmişti. Elbette başa gelen Amerikancı yönetimler de, yozlaşma konusunda kısa sürede öncekileri aşıyordu. Zira yönetimlerde ABD’ye uşaklık dışında öze dair bir değişiklik olmuyordu.

Bu kirli operasyonların sembol ismi, Washington’dan döndükten kısa bir süre sonra Gürcistan devlet başkanlığı makamına tırmanan Mihail Saakaşvili olmuştu. Washington gübreliğinde yetiştirilen Saakaşvili, gelinen yerde sokaklara dökülen onbinler tarafından tahtından kovulma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. 

Ondan fazla muhalefet partisinin çağrısı üzerine ülke çapında düzenlenen gösterilerde Saakaşvili’nin istifa etmesi talebi yükseltildi.

Muhalefet, Saakaşvili’nin istifasından sonra hükümetin görevde kalmasını, ancak parlamento başkanının anayasa uyarınca ülkeyi 45 gün içinde cumhurbaşkanlığı seçimine götürmesini talep ediyor.

Eylemlerine gece de devam eden göstericiler, Saakaşvili’nin istifa etmemesi üzerine parlamento önünde oturma eylemi gerçekleştirdiler.

Saakaşvili, artan kitlesel gösterilere rağmen istifa etmeyeceğini, muhalefetin isteklerine boyun eğmeyeceğini duyurdu. Tiflis’te bir konuşma yapan Saakaşvili, Gürcistan halkına birlik çağrısı yaptı, “gece-gündüz çalışıp Gürcistan’ı özgürlüğe kavuşturmak” gerektiğinden söz etti. Görünen o ki, savaş aygıtı NATO’ya girmek için çırpınan Saakaşvili’nin Gürcistan’ı özgürleştirmekten anladığı tek şey, ABD adına tetikçilik yapmaktır.

Muhalifler, başken Tiflis’le eşzamanlı olarak Batum kentinde de gösteriler düzenlediler. Onbinlerce kişiyle alanlara çıkan eylemciler, Saakaşvili’yi, geçen yıl Ağustos’ta Güney Osetya’da Rusya’ya karşı girilen savaşta başarısızlıkla, Rusya ile ilişkileri bozmakla ve demokrasiyi boğmakla suçluyor.

İşsizlik ve yoksulluğun arttığı Gürcistan’da, iddia edilenin aksine, “Gül devrimi” ne özgürlük ne demokrasi ne de refah getirdi. Tersine demokratik hak ve özgürlükler üzerindeki baskı artarken, emekçilerin refah düzeyi de yükselmedi.

Saakaşvili gibi karşıtlarının da Gürcistanlı işçi ve emekçilerin sorunlarına çözüm üretmesi mümkün değil. İşçi ve emekçilerin sorunlarını çözebilmeleri için, düzen güçlerinin ardında sürüklenmekten kurtulup, bağımsız devrimci bir siyasal odak etrafında birleşmek dışında bir yol bulunmuyor.


Moldova Komünist Partisi seçimleri kazandı...

AB destekli muhalefetten sokak eylemleri!

Moldova Komünist Partisi (MKP) bir kez daha parlamento seçimlerinin galibi oldu. 2001 ve 2005 yılında yapılan seçimleri kazanan MKP, 5 Nisan günü yapılan seçimlerde yüzde 50 oranında oy alarak üçüncü kez kazanan parti oldu.

Ancak bu defa MKP’nin zaferinden rahatsız olan AB destekli güçler, seçim sonuçlarına karşı çıkarak taraftarlarını sokaklara döktüler. Seçimlerde hezimete uğrayan AB yanlısı üç parti (üçünün toplam oyu yüzde 34 sınırında kaldı) tarafından desteklenen eylemlerde, oyların yeniden sayımı veya seçimlerin tekrarlanması istendi.

Talebi değerlendiren Merkez Seçim Komitesi, oyların yeniden sayımına gerek olmadığını açıklasa da, gösteriler üzerine Anayasa Mahkemesi oyların yeniden sayılmasına karar verdi.

Moldova yönetimi, Moldova’nın en zengin işadamı Gabriel Stati’nin gösterileri finanse ettiğini söylüyor. Olaylar devam ederken Odessa kenti havaalanında gözaltına alınan Gabriel Stati’nin iadesini Ukrayna’dan isteyen Moldova makamları, gösterileri, “darbe yapmak isteyen bir avuç faşistin işi” olarak değerlendirdi.

 “Komünistler”in kazandığı seçimden sonra muhalefetin şiddet içeren protestolarından Romanya’yı sorumlu tutan devlet başkanı Vladimir Voronin, “göstericilere, darbe girişiminde bulunan faşistlere karşı Moldova’nın ülke bütünlüğünü koruyacağını” söyledi.

Bükreş yönetimi iddiaları “provokasyon” olarak nitelendirirken, bazı eylemcilerin Romanya ile birleşme yönünde slogan atmaları dikkat çekici bulunuyor. 

Protestolarda Romanya’nın parmağı olduğunu savunan Moldova yönetimi, bu yüzden ülkedeki Romen büyükelçiyi “istenmeyen adam” ilan etti. 4.5 milyon nüfuslu ülkede Moldovalı Romenler’in oranının yüzde 65 civarında olduğu belirtiliyor. Olaylar üzerine açıklama yapan Moskova yönetimi ise, Romanya’yı Moldova’nın içişlerine karışmaması konusunda uyardı.

Seçimleri izleyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) seçimlerle ilgili değerlendirmesinin olumlu olması, seçimlere hile karıştırıldığı iddiasını zayıflatıyor. Seçimler öncesinde yapılan anketlerden çıkan sonuçlar da MKP’nin kazanacağına işaret ediyordu. 

Gelişmeleri değerlendiren Moldovalı uzman Vladislav Kulminsiy de, olayların ülkede bir rejim değişikliğine yol açacağını tahmin etmediğini, çünkü komünistlerin gerçek bir halk desteğine yaslandığını vurguluyor.


“Kızıl tehdit” umut haline geliyor!

Kapitalist-emperyalist sistemin kalesi ABD, kapitalizmin krizini de tüm ağırlığı ile yaşıyor. Büyük buhrandan bu yana yaşanan en büyük kriz ile boğuşan ABD’de “Amerikan rüyası” yavaş yavaş kayboluyor. Sosyalizm Amerikan halkları için umut haline geliyor.

Krizi en ağır yaşayan ülkelerden olan ABD’de ekonomi 1929’dan bu yana olmadığı kadar kötü durumda. Kişi başı 112 dolar değerindeki yiyecek kuponu için devlet kurumlarına başvuranların sayısı Aralık ayından bu yana 580 bin artarak 32 milyon 200 bine ulaştı. Bu rakam her 10 ABD vatandaşından birinin yaşamak için yiyecek kuponlarına mahkum olduğunu gösteriyor. İşsizlik ise Şubat ayı itibariyle 26 yıllık rekorunu kırarak %8’i aştı.

Yaşam koşullarının kötüleşmesi ve krizin etkilerinin artması ile birlikte ABD halklarının “Amerikan rüyası”na inançları da azalıyor. Soğuk savaş boyunca anlatılan “kızıl tehdit” masallarına, hayatın her alanına nüfuz eden tarikatlara, medya aracılığı ile yürütülen manipülasyonlara, anti-komünist propagandaya rağmen son yapılan anketler sosyalizmin umut olmaya başladığı gösteriyor.

Amerika’nın en ünlü araştırma şirketlerinden olan Rasmussen Reports’un son anketi Amerikan toplumunun siyasal tercihlerine dair çarpıcı veriler yansıttı. Aralık ayında yapılan ankette kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin sosyalizmden daha iyi olduğunu söyleyenlerin oranı %70 iken mart ayında yapılan ankette bu oran %53’e geriledi. %20 ise sosyalizmin kapitalizmden daha iyi olduğu yönünde fikir belirtti.

Gençliğin arasında sosyalizme inananların oranının ise ülke geneline göre neredeyse ikiye katlandığı görüldü. 30 yaş altındakilerin % 33’ü sosyalizmi seçerken % 30’u kararsız kaldı. 30-40 yaş aralığında ise % 26’sı sosyalizmin kapitalizmden iyi olduğu görüşünde. Ankette soğuk savaşı yaşamış 40 yaş üstü kişilerin hala kapitalizme inandığı görüldü.

Anket sonuçlarında özellikle genç nüfusun kapitalizme inancının kalmadığı ve sosyalizmi umut olarak görmeye başladığı görülüyor. Ankette sosyalizm ile ifade edilen planlı bir ekonomi ve piyasaya devlet müdahalesi ile sınırlı olsa da, sonuçlar kapitalizmin çözümsüzlüğünü ve halklar arasında yarattığı arayışı bir kez daha ortaya koyuyor.