9 Kasım 2007 Sayı: 2007/43(43)

  Kızıl Bayrak'tan
   Beyaz Saray Kürt halkına saldırıya yeşil ışık yaktı...
  Gerici dalga DİSK’i de etkisi altına alıyor…
ABD emperyalizmi, Kürt halkının koruyucusu değil düşmanıdır…
3 Kasım Ankara mitingi...
Taksim’de coşkulu tersane eylemi...
Telekom işçilerinin kararlılıkla sürdürdüğü grevin kazanımla sonuçlanması için emek
güçlerini bekleyen görevler...
  6 Kasım protestolarından...
  BMİS kurulları gergin geçti
  Almanya’da coşkulu parti etkinliği!
  TKİP II. Kongresi toplandı...
  “20. Yıl Gecesi”nde Parti adına yapılan konuşma...
  İstanbul İl Komitesi’nin 20. Yıl Gecesi’ne mesajı...
  Ekim Devrimi’nden bize kalanlar…
  90. yıldönümünde Büyük Ekim Devrimi’ni yaratanlara selam olsun!
  Şiddete ve kaynağına karşı mücadelede
“bir adım ileri!”
  Dünyadan...
  Erdoğan’ın ABD gezisi ve sonuçları...
M. Can Yüce…
  Sevgili Sevilay “Yaşam şuncağız bir şey işte”
  Barbarlık düzeninin cam kırıkları
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sevgili Sevilay “Yaşam şuncağız
bir şey işte”

Yüksel Akkaya

Sevgili Sevilay,
1985 Kasım’ında Emirhan Oğuz, “Ateş Hırsızları Söylencesi” başlıklı bir “nehir şiir kitabına” başlarken ilk şiiri “yaşam şuncağız bir şey işte” olsun istemiş. Güzel, güzel olduğu kadar insanı hüzünlendiren bir şiir bu… Sen de, çekip gittin bir kasım günü. Mersin’de hava nasıldı bilmiyorum, lakin Wuppertal’da hava yağmurlu ve kasvetliydi… Oysa, bir “düğün” havası da hakimdi kente, yüksek tepelere. Ne büyük çelişki, değil mi? Biliyorum, orada, o “düğünde” olsaydın, sen de bu ne “yaman çelişki” derdin, Ahmet Kaya’nın sesi ile.

Sevgili Sevilay,
Mersin Üniversitesi’nin koridorlarında sesin ilk çınladığında, “işte yeni bir soluk, yeni bir yoldaş” demiştim. Zaman, yaptıkların, ettiklerin ile beni de seni de haklı çıkardı. Uzmanlaşmaya çalıştığın alanda, daha akademik aşamanın eşiğinde, riskli ve netameli bir konuyu ele alıp, başarı ile üstesinden geldin. Biliyorum, o zamanlar Mersin Üniversitesi’nden bizim ekibin çıkardığı yüksek lisans tezlerine hep doktora gözü ile baktı taşra olmayan “büyük üniversitelerin bulunduğu kentlerin” hocaları. Ne büyük mutluluktu bu bakış açısını sağlamak, hem sen hem de senin arkadaşların için. Hem de bu tezlere danışmanlık yapan hocalar için. Bu bir “çağ eşiği” idi. Sen, bu “çağ eşiğinin” bayrağını daha ilerilere taşıyan, daha yükseklerde dalgalandıran bir meslektaşımız, bir yoldaşımız idin. Marx’ın adının bile telafuz edilemediği, “Kürt” diyenin canına ot tıkandığı bir zaman diliminde, Mersin gibi bir kentte ikisini de kullanarak, bize cesaret ve umut verdin. Sadece bize mi? Hayır! Pek çok insana ve “kesime” de!...

Sevgili Sevilay,
5 Kasım’daki www.sendika.org, “emek haberleri” bölümünde ölümünü “Ezilenlerin ve Emekçilerin Güzel Yoldaşı Sevilay Kaygalak’ı Kaybettik” başlığı ile haberleştirmiş. Evet, tam da sana uygun bir haber başlığı bu! Şimdi, önümde haberde belirtilen “Praksis” dergisinin ilk sayısı. Konu: “Tarihsel Materyalizmin Güncelliği”. Zaman: Kış 2001. Ne tesadüf, dergi künyesinde sen “yayın kurulu” üyesi olarak, ben de “danışma kurulu” üyesi olarak yan yana düşmüşüz! Marksizme, sosyalizme saldırıların yoğunluğunu sürdürdüğü bir dönemde çıkan bu derginin ilk sayısındaki yazının da başlığı “Post-Marksist Siyasetin Sefaleti: Radikal Demokrasi” idi. Bu yazı bile başlı başına seni anlatmaya yeter.

Sevgili Sevilay,
Praksis’teki bu ilk yazın da önemli olmasına rağmen, ben en çok Atilla Hoca’nın danışmanlığında yaptığın yüksek lisans tezinin bir özeti olan ikinci sayıdaki “Yeni Kentsel Yoksulluk, Göç ve Yoksulluğun Mekansal Yoğunlaşması: Mersin/Demirtaş Mahallesi Örneği”ni severim. Ki, o yazı bir gün bana “Gecekonduları Niçin Yıkmalıyız” gibi bir yazı yazmanın da esin kaynağı olmuştur! Bu yazı, izleyebildiğim kadarı ile de çok “atıf” alan bir yazı olmuştur (Tabii, bu durumda bu tezini bir kitap olarak bastırmak da benim borcum olsun, hem sana, hem kent yoksullarına).

Sevgili Sevilay,
Bu yazı vesilesi ile yazdıklarını yeniden gözden geçirirken bilim adına ne çok utandım! Ne kadar ahlaki olur bilmem, ama seninle bir dedikodu yapalım: Bana hakemlik için gönderilmiş bir yoksulluk ile ilgili yazı var. O yazıyı birlikte okusak, biliyorum, çok dalga geçerdin. Hatta, “aman hocam boşver buna zaman harcamayı, gel bir bardak bir şey içelim” derdin ki, bu daha anlamlı olurdu bence de!..

Sevgili Sevilay,
Türkiye solunun en zayıf olduğu bir alanda bir büyük boşluğu doldurmaya aday birkaç insandan biri olarak bakıyordum sana. Ne yazık ki, bir trafik kazası soncu günlerce direnmene rağmen bu sınıf mücadelesinde bizi erken terketmek zorunda kaldın. Bu dünyadan, bu bilimsel alandan böyle apansız çekip gitmekle sadece sen hayata gözlerini kapamadın; gözlerini açmaya çalıştığın pek çok insanın da gözlerini kapalı bıraktın. Belki de öyle olduğu için, Engels’in kenti Wuppertal da iki gündür ağlıyordu! Yıldönümlerinin, eşiklerin yılı ve ayı idi 2007 ve Kasım ayı… Kapital’in yayınlanışının 140. yılı, Ekim Devriminin 90. yılı, Ekimcilerin 20. yılı… Ve, seni kaybedişimizin yılı…

Sevgili Sevilay,
Bir kent sipil sipil yağan yağmurlara teslim olup ağlarken, bir yoldaşın ölüm haberi insanın içini burkarken konuşmak ne zormuş, bunu öğrendim o gün. Ne demeli, sözlerin tercümanı, duyguların en has anlatıcısı olan şairlere bırakmak gerekir sözü. Ben de öyle yapıyorum.

Hoşçakal güzel yoldaşım… Biliyorum, bir gün bizleri orada daha genç karşılamak için çekip gittin bu dünyadan daha 35’inde, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “yolun yarısı” gördüğü bir şiirinde, hoşça kal.

“YAŞAM ŞUNCAĞIZ BİR ŞEY İŞTE

Yaşam şuncağız bir şey işte
bir defter kalır gidenlerden
ayrı düştüklerimizden bir kitap
yıllar sonra aklına gelir de birden
bakarsın/kuytu dalında bir sayfanın
incecik izler vardır
            diretmişliğimizden

Yaşam şuncağız bir şey işte
altı çizilmiştir kimi satırların
gelseydiniz, karışsaydı gözleriniz çayın buğusuna
böyle koymazdı tozutarak esmesi karın
okursun/için burkulur da biraz
derin gizler vardır
     birikmiş eski mektupların

Yaşam şuncağız bir şey işte

bir dostun ölüm haberi gelir
bir ihzar müzekkeresi bir arama emri
sen bir ilmek daha arasın acının şiirine
duyarsın/biri sevdiğini öper son kez ağzından
sokaklar iz tarlası
     adresin belirsizdir

Yaşam şuncağız bir şey işte

güneş fabrika duvarlarına düşünce
sessiz adımlarla yürür sabahı umut
karışsan yankıların bir ışık salkımında yitişinde
dinlersin/yazılmamış bir tarihin
yalın dipnotudur bunlar
     yazılır günü gelince”
                          Kasım ’85 /Sağmalcılar
                                       Emirhan Oğuz