9 Kasım 2007 Sayı: 2007/43(43)

  Kızıl Bayrak'tan
   Beyaz Saray Kürt halkına saldırıya yeşil ışık yaktı...
  Gerici dalga DİSK’i de etkisi altına alıyor…
ABD emperyalizmi, Kürt halkının koruyucusu değil düşmanıdır…
3 Kasım Ankara mitingi...
Taksim’de coşkulu tersane eylemi...
Telekom işçilerinin kararlılıkla sürdürdüğü grevin kazanımla sonuçlanması için emek
güçlerini bekleyen görevler...
  6 Kasım protestolarından...
  BMİS kurulları gergin geçti
  Almanya’da coşkulu parti etkinliği!
  TKİP II. Kongresi toplandı...
  “20. Yıl Gecesi”nde Parti adına yapılan konuşma...
  İstanbul İl Komitesi’nin 20. Yıl Gecesi’ne mesajı...
  Ekim Devrimi’nden bize kalanlar…
  90. yıldönümünde Büyük Ekim Devrimi’ni yaratanlara selam olsun!
  Şiddete ve kaynağına karşı mücadelede
“bir adım ileri!”
  Dünyadan...
  Erdoğan’ın ABD gezisi ve sonuçları...
M. Can Yüce…
  Sevgili Sevilay “Yaşam şuncağız bir şey işte”
  Barbarlık düzeninin cam kırıkları
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye, bütçe açıklarını kapatmak, artan askeri harcamaları karşılamak için gözünü emekçilerin cebine dikti...

Dayatılan bu faturayı ödemeyi reddet, mücadeleyi yükselt!

Seçimleri takip eden aylarda Kürt sorunu temel gündem maddesi olarak öne çıktı. Ve neredeyse Kürt sorunu ve buna bağlı konuların dışında hiçbir şey tartışılmaz oldu. Oysa biliniyor ki, aynı süreçte hükümetin ve genel olarak sermayenin bir diğer önemli gündemi de ekonomi cephesindeki durumdu. Pek çok burjuva iktisatçının da üzerinde durduğu gibi epeydir ekonomi cephesinde işler pek de yolunda gitmiyordu. En önemli sorun alanlarından biri de devlet bütçesinin bozulan dengeleri idi.

Dış ticaret açığının ve cari açığın sürekli artması, seçime dönük yatırım ve harcamalar devlet bütçesindeki deliği büyüttükçe büyütmüş durumdaydı. Kürt halkına karşı yürütülen ve giderek yoğunlaşan kirli savaşın artan maliyeti nedeniyle 2007 bütçesine konulan ek ödenekler durumu daha bir içinden çıkılmaz hale getirmişti. Üstelik vergi gelirleri de bir türlü artmıyor, 2007 için konulan vergi toplama hedefleri tutturulamıyordu.

Bilindiği gibi hükümet bütçe dengelerini tutturabilmek için İMF’nin direktifleriyle oynamaya yeltendi. İMF 2008 bütçesinde de faiz dışı fazla oranının 6.5 olmasını istemesine rağmen hükümet kendi işini kolaylaştırmak için bunu bir puan indirmekte ısrarcı oldu. Neticede bütçe taslağına faiz dışı fazla oranı yüzde 5.5 olarak konuldu. Fakat biraz da bu konudaki anlaşmazlıktan dolayı gözden geçirme görüşmeleri sonuçlandırılamadı ve görüşmelere ABD’de devam edileceği açıklandı.

Elbette faiz dışı fazla oranındaki bu bir puanlık değişim sermaye hükümetin tüm dertlerine ilaç olacak bir şey değildi. Bu değişiklik hükümetin işini kolaylaştırabilirdi fakat sorununu tümüyle ortadan kaldırması da söz konusu değildi. Bütçe tasarısına konan diğer hedefler ister istemez gelirlerin arttırılmasını zorunlu kılmaktaydı ve bunun da yolu işçi ve emekçileri daha fazla soymaktan, yani yeni vergi ve zamlardan geçmekteydi. Zaten gerek bütçe taslağında gerekse yapılan açıklamalarda bütçe gelirlerini arttırmak için ne tür tedbirler alınacağı, nelerin özelleştirilip nelere zam yapılacağı vb. sayılıp dökülmekteydi.

Ancak bilindiği gibi hükümetin faiz dışı fazla hedefini yüzde 5.5’a indirme ve böylece bütçeyi daha kolay dengeleme hayalleri İMF icra kurulundan döndü. İMF yönetimi, gözden geçirme görüşmelerinin sonuçlandırılmasına onay vermedi. İMF’nin yüzde 5.5 faiz dışı fazla hedefine ancak ek tedbirlerle artan kamu harcamaları karşılandığı takdirde razı olacağı açıklandı ve AKP hükümetinin eline de bu konuda neler yapması gerektiğine dair bir liste tutuşturuldu. Gözden geçirme görüşmelerinin tamamlanmasının da bu listenin uygulanmasına bağlı olduğu ifade edildi.

Hükümetin Ekim ayında ekonomiyle ilgili yürüttüğü çalışmaların hemen tamamı İMF’nin istediği ek ekonomik tedbirlerin uygulamaya geçirilmesine dönük oldu. Belli ön hazırlıklardan sonra uygulamaya hemen geçildi. ÖTV oranları arttırılırken başta akaryakıt olmak üzere bir dizi mal ve hizmetin fiyatları ciddi oranlarda yükseltildi.

Enerji fiyatlarındaki artış zincirleme zamları tetikliyor

Hükümet üyeleri hemen her fırsatta 2008 yılı için yeni vergilerin söz konusu olmadığını aylardır söylüyorlardı. Fakat İMF’den fırçayı yeyince akıllarına ilk gelen şey de vergi gelirlerini artırmak için oranları yükseltmek oldu. Akaryakıt ve sigaradan alınan Özel Tüketim Vergisi’nin oranı sigarada yüzde 25, akaryakıtta ise yüzde 8.5 civarında arttırıldı. Doğal olarak bu artışlar anında fiyatlara yansıdı ve önce sigaranın ardından ise akaryakıt ürünlerinin fiyatlarına zam yapıldı.

Bilindiği gibi akaryakıta yapılan zammın farklı bir önemi var. Temel bir üretim girdisi olduğu için akaryakıta yapılan zamlar zincirleme olarak ve katlanarak hemen tüm ürünlere yansıyor. Yani yüzde 10-20 düzeylerindeki akaryakıt zammı diğer pek çok ürünün fiyatının en az yüzde 20 artmasına zemin hazırlıyor.

Son açıklamalar enerjiye yapılan zamların akaryakıtla sınırlı kalmayacağını ortaya koyuyor. Önce elektriğe yüzde 15, yılbaşından sonra ise doğalgaza en az yüzde 5 oranında zam yapılması planlanıyor.

Bu rakamlar, dolaylı vergiler yoluyla işçi ve emekçileri soymanın sermaye devletinin temel bütçe finansman yöntemlerinden biri olduğunu bir kere daha göstermiş oluyor. Zaten araştırmalar da bunu doğruluyor. Yakın zaman önce yapılan bir araştırma Türkiye’nin dolaylı vergi toplama konusunda dünya birincisi olduğunu, vergi gelirlerinin yüzde 70’inin bu yolla sağlandığını ortaya koyuyor. Belirtmeye gerek bile yok ki, sermayeden alınan kurumlar vergisinde ise durum tam tersi.

Temel mal ve hizmetlerde zam sağanağı

Daha önce de vurguladığımız gibi seçimler sonrasında zam yağmurunun başlayacağı önden bilinmekteydi. Hem bu havayı hem de Ramazan’daki talep artışını fırsat bilen pek çok şirket, özellikle gıda ürünleri konusunda kuraklığı da bahane ederek mallarına zam yapma yarışı içine girdiler. Zamların yoğun yaşandığı bir diğer sektör giyim eşyaları oldu. Giyim ve gıdada yaşanan bu fiyat artışlarından dolayı Ekim ayı enflasyon oranı beklentilerin epeyce üzerinde çıktı. Tüketici fiyatları endeksi (Tüfe) Ekim ayında yüzde 1,81’lik artış kaydetti. Bunun son 17 ayın en yüksek rakamı olduğunu belirttiğimizde yaşanan zam furyasının her zamankinden biraz daha farklı olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır.

Son haftalarda ise zam yağmuru hem gıda ve giyimde daha da yoğunlaştı hem de diğer sektörlere de yayıldı. Akaryakıta yapılan son zamlardan sonra bunun daha da büyüyen bir dalga haline geleceğini kestirmek güç değil. Üretim girdilerindeki maliyet artışlarının en az iki üç kat fazlasıyla üretilen mallara yansıtıldığı düşünüldüğünde pek çok alanda ciddi oranda zamların arka arkaya geleceği görülüyor.

Örneğin Ankara üzerinden yaşanan son ekmek zammı tartışması da bunu gösteriyor. Buğday ve enerji fiyatlarındaki artışı bahane eden fırıncılar odası ekmeğin fiyatına yüzde 20 zam yaptı. Oysa gerçekte buğday fiyatlarında bunu gerekli kılacak bir oranda artış söz konusu değildi ve akaryakıta yapılan zam da ortada dahi yoktu. Öyle ki ekmeğe yapılan bu zammı Tarım Bakanı bile savunamadı.

Neyin bedelini ödüyoruz!

Son aylarda siyasal ve ekonomik cephede tartışılanlar, zamlar yoluyla işçi ve emekçilere nelerin bedelinin ödetilmek istendiğini de açıklar niteliktedir.

Bunların başında elbette sürekli vurgulandığı üzere bütçe açıkları gelmektedir. Sermaye devletinin kapitalist patronlardan, büyük vurgunların yapıldığı borsadan vb. vergi almak gibi bir huyu yoktur. Kurumlar vergisi ise daha bu yıl önemli oranda aşağı çekilmiştir. Dahası, sermayeden vergi almayan devlet, tam tersine bütçe kaynaklarını çok değişik isimler altında sermaye gruplarının kasasına pompalamaktadır. Bütün bunlardan dolayı bütçe açık vermektedir. Dolayısıyla bizlerden de bu açığı kapatmamız istenmektedir. Kapitalizmde bunun tersi de zaten mümkün değildir.

İşçi ve emekçilerin cebinden finanse edilen bir diğer şey iç ve dış borçlardır. Bütçenin zaten hatırı sayılır bir kısmı iç ve dış kamu borçlarının ödenmesine gitmektedir. Yüksek faizle borçlanan sermaye devleti bu borçların anapara ve faizlerini bizim kesemizden ödemektedir. Borçlar yükseldikçe de kesemizden çalınan paranın artması gerekmektedir.

Bugüne kadar işçi ve emekçiler ödedikleri vergilerle esas olarak kamu borçlarını finanse ederlerdi. Oysa son yıllarda özel sektör firmalarının aldıkları borçlar devletin aldığı borçları kat kat aşmış vaziyette. Bunu gören İMF şimdi özel sektör borçlarına da devlet garantisi verilmesi için bastırıyor. Yani dışardan borç alan bir firma batarsa borcunu devletin üstlenmesini istiyor. Eğer bu yöndeki yasal düzenleme gerçekleşirse işçi ve emekçilerin sırtındaki borç yükü de katlanacak demektir. Artan vergiler ve zamlar pekala bu tür bir düzenlemeye hazırlık olarak da anlaşılabilir ki, gerçekten de olan budur.

Bedelini ödediğimiz bir başka şey bugün hükümette olan AKP’nin seçim döneminde oy karşılığı bol keseden dağıttığı rüşvetlerdir. Gerek devlet kurumları gerekse belediyeler seçim döneminde görülmemiş ölçüde bir rüşvet/sadaka dağıtma yarışına girişmişlerdir. Hemen her bahaneyle emekçilerin eline bir şeyler tutuşturarak oy devşirilmiştir. İşte şimdi o rüşvetlerin bedeli emekçilerden kat kat fazlasıyla geri istenmektedir.

Belki de bunlardan en önemlisi bize Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın, inkar ve imha politikalarının faturasını ödetmek istiyorlar. Kürt halkına karşı geniş çaplı bir saldırıya girişen sermaye devleti bunun gereği olarak başta ordu olmak üzere tüm zor kurumlarını yeniden her bakımdan tahkim etmeye, insan sayısı ve araç gereç bakımından güçlendirmeye girişmiş durumda. Ordunun, istihbarat ve polisin bütçeden aldığı paylar önemli ölçüde arttırıldı. Sınırlı da olsa bir sınırötesi operasyona girişilmesi halinde bu iş için yeni ek ödenekler çıkartılacağı da biliniyor. Kısacası zaten çocuğunu askere göndererek kirli savaşın faturasını kanıyla ödemek zorunda bırakılan işçi ve emekçiler bir de bu savaşı finanse etmeye zorlanıyorlar.

Dayatılan bu faturayı ödemeyi reddet, mücadeleyi yükselt!

Kuşku yok ki bütün bu artan vergiler ve iğneden ipliğe yapılan zamlar ücretlerin yerinde saydığı koşullarda, işçi ve emekçileri eskisine göre daha da yoksullaştıracaktır. Zaten güç bela geçinmek zorunda kalan, iktidarın ve gerici kurumların dağıttığı sadakalara muhtaç bırakılan işçi ve emekçiler için yaşam daha da zorlaşacaktır.

Peki bütün bunlar “gelecek güzel günler için” geçici olarak katlanılan yokluklar ve acılar mıdır? Elbette ki hayır. Çekilen yokluklar ve acılar, sermayenin soygun düzeni kazasız belasız sürsün, sömürü çarkı durmaksızın dönsün diyedir. Çekilen yokluk ve acılar, uluslararası spekülatörlerden, vurgunculardan yüksek faizlerle alınan ve hepsi de sermayenin ihtiyaçları için harcanan borçlar düzenli bir biçimde geri ödenebilsin diyedir. Ödediğimiz vergilerle, cebimizden çekilip alınan paralarla yeni silahlar alınsın, yeni ordular kurulsun, çocuklarımız sermayenin, emperyalistlerin çıkarları uğruna kardeş halkların üzerine ölmeye, öldürmeye gönderilsin diyedir.

O halde işçi ve emekçilere düşen görev bu faturaları ödemeyi reddetmektir. İMF-TÜSİAD patentli sömürü ve soygun politikalarına karşı örgütlü mücadele saflarını sıklaştırmaktır.