19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

John Reed 120 yaşında!

“Dünyayı sarsan 10 gün”ün yazarı komünist gazeteci John Reed 120 yaşında. 22 Ekim 1887’de ABD’de doğdu. 17 Ekim 1920 yılında Moskova’da, henüz 33 yaşındayken, yakalandığı tifüs hastalığı sonucu yaşamını yitirdi. Kremlin’deki anıtında, “John Reed, III. Enternasyonal delegesi, 1920” yazar.

John Reed, Ekim Devrimi’ni anlatan ve dünya ölçüsünde tanınan kitabının önsözünde; Bolşevikler önderliğindeki devrimde yaşadıklarını ve sadece gerçekleri yazdığını vurgular.

Lenin, Amerika’da yayınlanan kitabın önsözünde; “Bütün dünya işçilerine bu kitabı okumasını öneriyorum. Proletarya diktatörlüğünü ve olayları gerçek ve canlı bir biçimde anlatan, bu açıdan büyük bir anlam taşıyan bir kitap” der.

Nadejda Krupskaya ise şunları söyler: “John Reed, olayların, kavganın büyük anlamını kavrayan tutkulu bir devrimci, bir komünist idi. Kitap gerçek bir halk devriminin resmini çiziyor. Bu açıdan özellikle Ekim Devrimi’ni tarih olarak okuyacak gelecek nesiller için John Reed’in kitabı kendine özgü bir efsanedir.”

“Dünyayı sarsan 10 gün” Ekim Devrimi’nin 90. yılında her devrimcinin yeniden okuması gereken canlı bir ders kitabı.


“Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır!”

Daha ana karnındayken çizilmiştir kaderin. İyi para edecek bir mal, evde hizmet edecek bir köle, kocasına kadınlık yapacak bir eş, sabana sürülecek bir hayvan... Neden ve niye yazılmıştır bu yazgı, hiç bilmezsin, düşünmezsin. Düşünmeye fırsatın da olmamıştır zaten. Tarih seni dört duvar arasına hapsedeli beri, görevin bulaşık yıkamak, çocuk bakmaktır artık.

Kimi zaman reklam panolarında yarı çıplak poz veriyorum size, kimi zaman bir anneyim, genç bir kızım kimi zaman düşleri doğarken çalınmış, kimi zaman erken büyümüş bir çocuğum... Ve bir işçiyim alınterimi bezirganların sofrasına sunan... Kendime ne kadar da yabancıyım, renkli ekranlarda satın alınırken en mahrem duygularım. Kendime ne kadar da yabancıyım okşarken çocuğumun saçlarını. Ve kendime, etime, bu dünyaya ne kadar da yabancıyım, hapsedilirken dört duvar arasına...

Evet ben bir kadınım! Bir zaman tarlaya sürülen, bir zaman namus adı altında töre cinayetlerine kurban giden, aile içi şiddete maruz kalan...

Tüm bu baskılardan kurtulmanın, bana biçilmiş bu rolden kurtulmanın yoluydu üretime katılmak. Üretime katıldım, şimdi bir kimliğim daha var; işçiyim! Ancak üretime katılmak özgürleşme yolunda bir ilk adımdı. Çünkü üretim sürecinde de bu kokuşmuş düzenin kadına biçtiği rol değişmeyecekti. Kadın işten eve döndüğünde yine ev işleri ve çocuk bakımı onun omuzlarında olmaya devam edecekti.

Biz kadın işçilerin en çok yaşadığı sorun aşırı mesailer, gece çalışması, sigortasız çalışma ve tüm bu yoğunluklar içinde bize sorulmadan “bunlar senin görevlerin” denmiş, ev işleri ve çocuk bakımı. Bu yüzden kadın üretime katılsa da aslında dört duvar arasına sıkışmış, fabrika ve ev arasında mekik dokur olmuştur.

Gözlerini kâr hırsı bürümüş bu sistemin efendileri fabrikalarda kanımızı emmeye devam ederken, bir yandan da cinsel bir meta olarak pazarlıyorlar bizi reklam panolarında, televizyon ekranlarında. Yozlaşmadan, yabancılaşmadan ve ekonomik sıkıntılardan dolayı fuhuşa zorlanan yine biz kadınlar oluyoruz. Fabrikalarda kadın olmamızdan kaynaklı aşağılanan, daha düşük ücretle çalıştırılan, ilk işten çıkarılan, sigortası yapılmayan, tacize uğrayan yine biz kadın işçileriz.

Biz işçi kadınların en acil talepleri sigortasız çalışmanın engellenmesi, fazla mesailerin kaldırılması, gece çalışmalarının yasaklanmasıdır. Bize yüklenen ev işleri ve çocuk bakımı gibi işlerin sırtımızdan alınması gerekmektedir. Bu yüzden çalıştığımız yerlerde nitelikli kreş ve emzirme odaları için mücadele etmeliyiz. Hem bir kadın, hem de işçi sınıfının mensubu olarak kadın-erkek omuz omuza “Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!” şiarını yükseltmeliyiz.

Unutmayalım, hayatın yarısı bizlersek, kavganın yarısı da bizleriz!

Çiğli’den bir işçi


Çınardibi Dayanışma Şenliği başarıyla gerçekleştirildi!

Ümraniye’de emekçilerin yoğunluklu yaşadığı K. Karabekir Mahallesi’nde yaklaşık bir senedir alternatif kültürü geliştirme amacıyla yayınlanan Çınardibi dergisi ilk dayanışma şenliğini hayata geçirdi. 14 Ekim gecesi yapılan şenliğe yaklaşık 500 kişi katıldı.

Etkinlik öncesi yoğun bir afiş çalışması gerçekleştirildi. Şenlik davetiyeleri kolektif bir şekilde dağıtıldı ve mahalle sakinlerinin de etkinlik programına katılımcı olması hedeflendi.

Program, bölgede yaşayan bir eğitim emekçisinin konuşmasıyla başladı. Konuşmada yoz kültürden emekçilere dayatılan yoksulluğa, çeteleşmeden kentsel dönüşüme kadar birçok sorun üzerinde duruldu. Bu sıkıntıların üstesinden gelmek için örgütlenmek gerektiği vurgulandı. Ardından Çınardibi Çocuk Futbol takımı, dergiden elde edilen gelirle yaptırılan formalarıyla sahneye çıktı ve 30 çocuk kitabının dağıtımı gerçekleştirildi. Bir emekçi kadın kendi yazdığı şiirleri ile programa destek olurken, bir başka emekçi kadın da halk türküleriyle katılımcılara anlamlı anlar yaşattı.

Yazarlar sendikası üyesi şair Tevfik Taş bir slayt gösterisi ile şenlikte yer alırken Grup Tiroj ve Grup Göç izleyenleri türküleriyle coşturdu. Dekorevi Sanat Tiyatrosu’ndan bir oyuncu tek kişilik oyunuyla kapitalizmin krizini teşhir etti. Yarım saat süren oyunda sistemin bireyler üzerindeki etkileri anlatması izleyicileri çok etkiledi. Şenlik boyunca Çınardibi dergisi standı açık kaldı.

Kızıl Bayrak/Ümraniye


İş kazası kaderimiz değildir!

Siz hiç iş kazası geçirdiniz mi? Peki, hiç iş kazası gördünüz mü?

Geçenlerde bizim fabrikada bir iş kazası yaşandı. Hayatında hiç eksantrik pres görmeyen ve yeni işe başlayan bayan bir işçi, açık kalıpta çalışırken iş kazası geçirdi. Sağ elinin üç parmağını prese kaptırdı! Sigortası olmadığından Özel Çiğli Tıp Merkezi’ne götürüldü ve mikro cerrahide parmak uçlarına yama yapılarak ameliyat edildi. Biz onu hastaneye götüren patronu beklediğimiz için işten akşam bir saat geç çıktık. Patron hastaneden geldikten sonra -diğer iş kazası geçiren işçilere yaptığı gibi- kadın işçi hakkında “dikkatsizlik” tutanağı tuttu ve kaza sırasında o bölümde olmayan iki akrabasını şahit olarak gösterip tutanağa imza attırdı.

Peki bu kazada suçlu kim? Patrona göre “dikkatsiz” davranan kadın işçi. Sağına soluna bakmıştır, maşa kullanmamıştır, o makineye kimseye sormadan oturmuştur vb...

Peki ya görülmeyen ya da görülmek istenmeyen gerçekler? Evini geçindirebilmek için çalışan ve ne iş verilirse verilsin yapan kadın işçi mi suçludur? İşsizlik ordusunun dev gibi büyüdüğü, işsizlik korkusunun ölüm korkusuna baskın geldiği bu ülkede işsiz kalmak istemeyen kadın işçi suçlanabilir mi? Hiç bilmediği bir makinanın başına onu oturtanlar, makinayı kullanması için teknik bilgi vermeyenler asıl suçlu!

Patronun amacı ise bambaşkaydı. Ameliyat masrafının 3500 YTL olduğunu ve kadın işçinin bastığı parçadan 30 bin tane basılırsa bu paraya denk geldiğini (30 bin iş 10 gün ediyor), kadın işçi yüzünden zarara uğradığını, kendisinin vicdanlı birisi olduğunu ama bundan sonra kimseyi mikro cerrahiye göndermeyeceğini, herkesi sigortaya göndereceğini söyledi. Ayrıca para kazanamadığını, kendisinin işçilerden çok bir lüksü olmadığını savundu ve daha “verimli” çalışmamızı istedi.

Biz işçiler patronlara sadece alınterimizi değil aynı zamanda kanımızı ve bazen de canımızı veriyoruz. Nereye kadar? İşçiler örgütlenerek iş kazaları ve tüm sorunlarla ilgili patronların karşısına dikilene kadar!

Kaderimizi elimize almanın zamanı gelmedi mi artık!

Çiğli Organize’den bir işçi


 

ÖDP 4. Olağanüstü Genel Kongresi yapıldı

ÖDP, 4. Olağanüstü Genel Kurulu’nu ve onu önceleyen konferansı geniş bir katılımla gerçekleştirdi.

6 Ekim’de yapılan Konferans, seçim sürecinde bağımsız milletvekili adayı olmak için başkanlıktan ayrılan Ufuk Uras ve parti meclisinin aldığı tavırdan dolayı yaşanan ayrışma ve iç hesaplaşma tartışmalarıyla geçti. Ufuk Uras’ın seçimlere bağımsız aday olarak girmesini ve partiyi başkansız bırakmasını eleştiren delegeler, Uras’ın temsil ettiği eğilimi liberal sol parti yaratmak, bireyi partinin önüne geçirmek, lider kültürü yaratmak, kolektif yapının kurallarına uymamak, kolektif kültürü yok etmek, partinin ilkelerini ve tüzüğünü ihlal etmek, partiyi eksensizleştirmek, bir türlü tanımlanamayan sosyal demokratlardan sosyalistlere cephe oluşturmak, metropol elitist solculuğu yapmak-bunu ÖDP’de hakim kılmaya çalışmak, kuyrukçuluk-fırsatçılık yapmak olarak tanımladı.

Muhalefet, kendi gücüne dayanmadan başka güçler (DTP) üzerinden elde edilen bir ya da daha fazla milletvekilinin önemli olmadığını, önemli olanın kendi toplumsal dinamikleri üzerinden güç kazanmak olduğunu dillendirdi. Bir önceki ÖDP kongresinde alınan “olağanüstü durumlar hariç ÖDP seçimleri boykot etmez ya da bağımsız adaylarla seçime girmez” ilkesinin ihlal edildiğini ifade eden delegeler, yeniden yapılanmanın zorunlu olduğunun ve organik bir parti yaşamı yaratma gerekliliğinin altını çizdi.

Ufuk Uras’ı savunan delegeler ise, çatışmanın yenilikçilerle gelenekselciler arasında yaşandığını, gelenekselci solun statükoculuğundan kaynaklandığını ifade etti. Saldırılar karşısında DTP ile birlikte olunması, Türk sosyalistleri ile Kürt sosyalistlerinin birlikteliğinin sağlaması gerektiği, seçim sürecinin farklı sol çevrelerle birlikte olma noktasında önemli deneyimler biriktirdiği, yapılması gerekenin tartışmalarla zaman kaybetmek yerine geleceğe bakmak olduğu söylendi.

Kongre ise 7 Ekim’de saygı duruşuyla başladı. Başkan vekili Kemal Ulusaler ve milletvekili Ufuk Uras’ın konuşmalarının ardından konukların konuşmalarına geçildi. Ardından yapılan seçimlerde 467 oy alan Ufuk Uras yeniden başkanlığa seçildi. Kemal Ulusaler ise 336 oy aldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

Ajanlaştırmaya karşı basın açıklaması

Eren Keskin, yaklaşık bir yıl önce İstanbul’daki Hacı Ahmet semtinde bir tekstil atölyesinde çalışmakta olan Fatma Bozdemir’in, tanıştığı Mehmet Koç isimli kişi tarafından ajanlaştırılarak PKK içine sızdırılmasına karşı ailesinin şikayeti üzerine suç duyurusunda bulundu.

16 Ekim günü İHD İstanbul Şubesi’nde yapılan basın toplantısına Fatma Bozdemir’in annesi, babası ve dayısı da katıldı. Yapılan açıklama, “16 yaşındaki bir çocuğun tehdit ve şantajla suç işlemeye yönlendirilmesi, üstelik bunların Emniyet güçleri tarafından yapılması inanılmaz bir olaydır. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın konu ile ilgili delilleri toplayarak, İstanbul Emniyet Müdürlüğü içinde böyle bir yapının bulunup bulunmadığının araştırılıp sorumlular hakkında soruşturma açılmasını talep ediyoruz” sözleriyle sona erdi.

Bozdemir’in ailesi de bir konuşma yaparak, insanlık dışı bu olaydan dolayı Kürt halkından özür dilediklerini, demokrat bir aile olduklarını, insanca yaşamak istediklerini ifade etti.

Kızıl Bayrak/İstanbul


 

Faşist beslemeler iş başında!

Tırmandırılan şovenizmle birlikte son dönemde hedef gösterilen Kürt halkı toplumsal linçle susturulmak isteniyor. Devletin kışkırtması sonucunda DTP binaları kurşunlandı. Ardından Yenibosna’da Yürüyüş dergisinin satışı sırasında bir devrimci, polis tarafından kurşunlandı. Şişli’de Kürtçe müzik dinleyen bir genç, faşist zihniyetin hedefi oldu ve linç edilmek istendi. Sermayenin kirli savaş çığırtkanlığını yapan medya da şovenizmi daha fazla körüklüyor.

Son olarak 11 Ekim günü akşam saatlerinde faşist beslemeler tarafından İnönü Mahallesi’nde bir yürüyüş gerçekleştirildi. Ülkü Ocakları imzası ile mahalle dışından araçlarla gelen bu çete, polis koruması eşliğinde gerçekleştirdiği yürüyüşü yine polis eşliğinde Sefaköy İşçi Kültür Evi yakınlarında sona erdirdi.

Devrimci, demokrat, yurtsever kimliği ile tanınan İnönü Mahallesi’nde faşist zihniyete yer yok.

Kızıl Bayrak/Küçükçekmece


 

Mersin E Tipi’nde arama işkencesi!

Cezaevlerinde baskı ve işkence artarak devam ediyor. Son dönemde özel işkence timinden sevk dayatmalarına, askeri sayımdan binbir türlü hak ihlaline kadar sürekli yeni saldırılar gündemde. Son gelişme ise Mersin E Tipi Cezaevi’nde yaşandı. Mersin E Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Adil Savur ve Erdoğan Bayhan, mahkemeye götürülürken jandarma tarafından ‘ağızları’nın aranmak istenmesine karşı çıktıkları için hakaretlere maruz kalarak koğuşa geri götürüldüler.

İHD’ye gönderdikleri mektupta olayın ayrıntılarını anlatan Savur ve Bayhan, 28 Eylül’deki duruşmaya katılamadıklarını belirttiler. Bayhan’ın kızkardeşi Belkıs Bayhan tutuklu bulunan abisinin bir türlü tedavisinin yapılmadığını, bu konuda defalarca cezaevi idaresine başvuruda bulunduğunu söyledi. İçeriye Ahmet Kaya’nın kitabını dahi ‘bu adam teröristtir’ diyerek almadıklarını belirten Bayhan’ın anlatımları üzerine İHD bir rapor hazırlayacağını belirtti.


F tipi işkenceye hayır!

6 Ekim günü Konak eski Sümerbank önünde biraraya gelen BDSP, DHP, İCİ, Alınteri, SDP, Partizan, ESP ve Odak hapishanelerde süren işkenceyi protesto ettiler. Açıklamada Sincan F Tipi’nde yaşanan olaylar anlatıldı. Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde 15 Eylül günü tecrit nedeniyle intihar eden Zeki Ünlü’nün ölümü ile bu hapishanede yaşanan işkenceler duyuruldu. İzmir Kırıklar’da 3 Ekim günü tutsaklar ile görüşe giden ailelere yönelik saldırılar kınandı. Açıklama “Hapishanelerdeki insanlık dışı uygulamalara, saldırılara, tecrite, disiplin cezalarına, zorla sürgünlere, görüş yasaklarına, sohbet hakkı gaspına, hasta tutsakların tedavi koşullarının yaratılmamasına, ölümcül risk taşıyan hasta tutsakların tüm çağrılara rağmen serbest bırakılmamalarına karşın gelin hep birlikte sesimizi yükseltelim” çağrısıyla son buldu.

Eylemde “Hapishanelerde yaşanan baskıya, şiddete, tecrite son!” pankartı açıldı. “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” sloganları atıldı. Eyleme yaklaşık 40 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/İzmir


İzmir’de Liselilerin Sesi satışı!

İzmir Liseli Gençlik Platformu Girişimi olarak 15 Ekim’de Çiğli’deki Teğmen Ali Rıza Akıncı Anadolu ve 75. Yıl Anadolu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’de Liselilerin Sesi’nin militan satışını gerçekleştirdik. Çıkış saatlerinde gerçekleştirdiğimiz satışa liselilerin ilgisi olumlu oldu. Ajitasyon konuşmalarıyla liselilerin ilgisini çekerek, dergimizin içeriği hakkında bilgi verdik.

Militan dergi satışımıza devam edeceğiz. Dergi satışımızı değişik liselerde, dersanelerde ve şehir meydanlarında sürdüreceğiz.

İLGP Girişimi’nden Liseliler


Behice Boran anıldı!

Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran 20. ölüm yıldönümünde anıldı.

Meclisin ilk kadın milletvekili olan Behice Boran, 14 Ekim günü dostları tarafından mezarı başında anıldı. Anma törenine Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, ÖDP İstanbul İl Başkanı Alper Taş ve Eski TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın yanısıra birçok aydın ve yazar katıldı. Yaklaşık 200 kişinin katılımıyla gerçekleşen anma, devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından kısa bir konuşma yapan Ufuk Uras, “Behice Boran bize onurlu bir mücadele devretti. Bize devrettiği bu onurlu mücadeleyi ve sosyalizm bayrağını parlamentoda taşıyacağız’’ dedi.

Eski TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın da konuşma yaptığı anma töreni, karanfillerin Behice Boran’ın mezarı üzerine bırakılmasıyla son buldu.

Kızıl Bayrak/İstanbul