19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yağmuru felakete çeviren kapitalizm...

Ölümlerin sorumlusu düzen ve devlettir!

İstanbul yine birkaç saatlik yağışa teslim oldu. Dereler taştı, evleri, işyerlerini su bastı. Bu birkaç saat içinde 500’ü aşkın trafik kazası yaşandı. Biri su basan tekstil atölyesinde, üçü de trafik kazalarında olmak üzere, daha ilk günden 4 can kurban edildi.

Bu çağda hala insan kurban eden barbarlar, kentlilerden topladıkları vergileri kentlerin altyapısı için harcamak yerine sermaye sınıfına aktaran devlet ve belediye yöneticileriyle sermaye sınıfının kendisidir. İşçi ve emekçi kitlelerin mahkum edildiği bu sefalet, sermaye düzeni ve devletinin rezaletidir ve her yağışta hemen hemen aynı biçimde yaşanmaktadır. Aynı dereler taşmakta, aynı bölgeleri hatta aynı binaları su basmakta, bir tek ölenler ile onların ardından yas tutanların adları değişmektedir.

Kitlelere ‘doğal’ afet, yani kader olarak yutturulmaya çalışılan sel felaketi, aslında, insanlık ondan korunmayı yüzlerce yıl evvel öğrenmiş olduğuna göre, korunma tedbirlerini almayan bugünkü düzenin yarattığı bir felakettir. Kaldı ki, bu düzenin emekçi kitleler için yazdığı kaderdeki tek afet seller de değildir. İstanbul işçi ve emekçileri, beklenen deprem için de en küçük bir hazırlık yapılmadığını çok iyi bilmektedir.

Her yağışta taşan, çevresindeki binaları su altında bırakan üç-beş derenin ıslahı o kadar mı zor, o kadar mı masraflıdır? Yollardaki su giderlerinin genişletilmesi, temizlenmesi çok mu zor ve masraflıdır? Sadece bu tedbirler bile iki damla yağışın bu derece büyük zarara yol açmasını önleyebilecektir. Ancak yapılmıyor. Zengin semtlerin park-bahçe düzenlemelerine harcanan emek ve para kadar bile harcama yapılmak istenmiyor. Çünkü su basan tekstil atölyesinde ölen bir işçidir, su basan evlerde de burjuvalar yaşamıyor. Kenar semtlerin kondu apartmanlarının izbe bodrumlarında, emeğine üç kuruş değer biçilen, hayatınınsa beş paralık değeri bulunmayan işçi ve emekçiler barınmaya çalışıyor. Yaşamları ne kadar ilgilendiriyor parababalarını ki ölümleri ilgilendirsin?

İşçi ve emekçilerin, sudan ucuz yaşamaktan ve böyle sudan sebeplerle ölüp gitmekten kurtulması, insanca yaşayıp büyük oranlarda yaşlılık nedeniyle ölmesi mümkündür. Ancak bunun için, öncelikle, kendilerini sefil bir yaşama ve sudan sebeplerle ölüme mahkum etmiş olan sermaye düzeninden kurtulmaları gerekiyor. Asalak sermayedarların sömürü imkanları ortadan kaldırıldıktan sonra, toplumsal yaşamın her alanında yaşam kalitesini yükseltmek, selleri, depremleri felaket olmaktan çıkarmak işten bile olmayacaktır.

Bugünkü bu gereksiz ölümlerimiz, bir avuç asalak sefa sürsün diyedir. Onların sefahati bizim sefaletimiz ve çoğu kere de felaketimiz anlamına geliyor. Bunlardan kurtulmanın tek yolu kapitalizmden kurtulmaktır.


Kübra Gül’ün düğünü üzerine...

107 bin YTL’lik bir evlilik “gösterisi”...

2 bini trafik polisi olmak üzere 7 bin polis, bina tepelerinde keskin nişancılar, gözetleme tırı, 2 polis helikopteri, kesintisiz denetime konu edilen MOBESE’ler, günler öncesinden başlayan tatbikatlar ve 2 gözaltı... Ne devlet başkanları zirvesi, ne de bir eylem öncesi... Sadece bir düğün... Abdullah Gül’ün kızı Kübra Gül, Kayseri’nin işadamlarından Abdullah Sarımermer’in oğlu Mehmet Sarımermer ile evlendi. Seçimler ve cumhurbaşkanlığı krizi nedeniyle ertelenen düğün İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Evlilik töreni mi, özel operasyon mu?

Kübra Gül’ün bayramın üçüncü günü gerçekleşen evliliği uzun bir süre gündemi oyaladı. Düğün öncesi İstanbul Emniyeti tarafından tam donanımlı tatbikatlar dahi gerçekleştirildi. İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nin hemen yakınında çevreye hakim bir noktaya bir gözetleme tırı yerleştirildi. Düğünden birkaç saat önce uçuşa geçen tam teşekküllü gözetleme helikopterleri ise son misafir salonu terkedene dek görevini sürdürdü.

2 bin trafik polisi sadece düğündekilerin rahatını sağlamak için görevlendirildi. Düğüne katılacak davetlilerin gerek park yeri sorunu yaşamamaları gerekse trafiğe takılmamaları için alınabilecek bütün önlemler alındı.

5 bin polis ise davetlileri, Abdullah Gül’ü ve maiyetini korumakla görevlendirildi. Aksaray-Havalimanı hattında çalışan metro İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi durağında durmazken, İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nin yakınında “davetiyesi olmadan” dolaşan hemen herkes kimlik kontrolünden geçirildi. Yine bir vatandaş Abdullah Gül’ü görmeyi istediğini dile getirip, polislerden yalvar yakar ricada bulununca soluğu karakolda aldı. Düğün çevresinde protesto eylemi gerçekleştirmek isteyen bir emekçi de yaka paça gözaltına alındı. Kısacası çevreye operasyon havası hakim kılındı.

Adı üstünde “gösteri” merkezi!

Düğün doğal olarak siyasal bir dizi şova da sahne oldu. Burjuva medya da itinayla bu şovun reklamını yapmaya soyundu. “Devletin kaynaklarını sömürmeyen bir politikacı” demagojisinin en klişe ifadesi olarak Gül düğüne sivil araçla geldi. Böylece, Sezer döneminde başlayan “reis-i cumhur”un siyasal ve özel yaşamını birbirine karıştırmaması “geleneği” bozulmamış oldu.

Düğün sahiplerinin diğer bir gösterisi de nikah şekeri dağıtmak yerine ağaç tapusu dağıtmalarıydı. Böylece “çevreci” ve “sorumlu” bir tutum alınmış oldu. Elbette küresel ısınmaya Türkiye’den omuz veren sermayedarların sözkonusu çevreci tutumları kafalarda bir düzine soru işaretine yol açtı.

Ancak, düğünde yapılan en büyük siyasal şov, üç saatten fazla süren takı töreni sonucunda elde edilen takıların “büyük bölümünün” şehit ailelerine bırakılmasıydı.

İronik bir ayrıntı ise düğünün yapıldığı yerle ilgiliydi. Düğünden sonra, düğün için tutulan İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi Çadırı’nın ruhsatsız ve iskansız olduğu, mühürlendiği, belediye ile çadırın işletmecisi Mustafa Özbey’ın mahkemelik olduğu ortaya çıktı. Reis-i cumhurun kızı kaçak bir çadırda dünya evine girmişti!

Düğünden geriye kalan soru!

Kübra Gül’ün evlilik töreninin akşam verilen 200 kişilik yemekli davet de dahil olmak üzere toplam maliyetinin yaklaşık 107 bin YTL tuttuğu söyleniyor. Burjuva medya tarafından her fırsatta damadın ailesi tarafından karşılandığının altı kalınca çizilen bu tutar, bugün yaklaşık olarak 3 bin işçi ailesinin aylık gelirinin toplamına eşit. Burjuvazinin birkaç saatlik eğlentisi ve gösterisi amacıyla heba edilen bu tutar, sözkonusu şatafatlı düğünden çekilmiş en çarpıcı fotoğrafı ifade ediyor. Zira bu fotoğrafın bir yanında asgari ücretle bir ay boyunca sefalet içinde yaşama savaşı veren 3 bin işçi ailesi dururken, diğer tarafında birkaç saat sürecek olan bir düğünde buluşmuş 3 bine yakın tuzu kuru bürokrat, işadamı vb. duruyor.

Düğünden geriye kalan tek anlamlı soru da bu çerçevede karton bir dövize yazılmıştı: “Bizim çocuklarımız ne olacak?” İmarzede olan Muzaffer Aydener tarafından havalimanı kavşağında açılmaya çalışılan bu döviz, gerek bir günde ortalığa saçılan 107 bin YTL’nin, gerekse Türkiye gerçeklerini hiçe sayan şaşaanın hesabını soruyordu. Aydener yaka paça gözaltına alındı, döviz parçalandı ama bu soru günlerce şişirilen bir düğünden arda kalan tek anlamlı şey olarak hafızalara kazındı!


Petrole, suya, sigaraya zam geldi... Sırada elektrik var…

Çok yönlü saldırılara karşı mücadeleye!

Ermeni tasarısı ve Irak’a sefer naralarıyla şovenizm histerisi yaratmaya çalışan sermaye devleti, kitleleri bu konularla oyalarken, bu fırsattan istifade iktisadi saldırılarını da sürdürüyor. Su başta olmak üzere, temel tüketim maddelerine ardı ardına zam bindiriliyor.

Ancak işçi ve emekçi kitleler bilmelidir ki, tezkere geçtiği ve hele de gereği yerine getirilmeye kalkıldığı takdirde bu zamlar gelecek olanların yanında devede kulak kalacaktır.

Türk devleti zaten, gerek NATO’nun 3. büyük ordusunu besleyerek, gerekse de Kürt halkına karşı on yıllardır sürdürdüğü kirli savaş yüzünden, askeri harcamalarını altından kalkılmaz boyutlara çıkarmış bulunuyor. İşçi ve emekçi kitlelerin çektiği sefaletin altında, sermayenin azgın sömürüsü yanında, devletin bu askeri harcamaları da bulunuyor.

Vergiler, yol, su, elektrik olarak kitlelere dönmek şöyle dursun; Kürt halkının başına bomba, emekçilerin sırtına cop şeklinde geri dönüyor. Vergi dairelerinde hala bir slogan olarak kullanılmaya devam etse de, vergilerle yürütülmesi gereken bu kamu hizmetleri, tersinden, en kârlı sektörlere dönüştürülmüş bulunuyor.

Sermaye devletinin işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı bu fırsatçı yaklaşımının en çarpıcı örneklerinden biri, Marmara depremi sırasında çıkardığı mezarda emeklilik yasası olmuştu. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, meclisi deprem için güya toplayamamış ancak mezarda emeklilik yasasını çıkarmak için toplayabilmişti.

Yine can kaygısından yararlanılmaya çalışılıyor. Şoven histeri dalgasına çekilebilenler bunun etkisiyle, çekilemeyenler “ya gerçekten savaşa girersek” kaygısının etkisiyle, zamlarla ilgilenmez diye düşünülüyor.

Tezkere mecliste oylandı ve kabul edildi. Tersi de beklenmiyordu. Bu tezkere Irak’a sefer için kullanılsa da kullanılmasa da, estirilen şovenizm dalgası kitleleri zehirlemeye yeter de artar. Bir de üstüne böyle faydacı saldırılar bindiğinde, sınıf ve emekçi kitleler cephesinden durumun vehameti anlaşılacaktır.

İşçi sınıfı ve emekçi kitleler, sermaye devletinin bu çok yönlü saldırılarına karşı mücadeleyi yükseltmek zorundadırlar. İktisadi saldırıların yanısıra, savaşa karşı “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarıyla mücadele örgütlenmelidir. Irak seferi ancak birleşen işçilerin mücadelesiyle durdurulabilecektir.