19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..

Saldırgan gericiliğe karşı devrimci direnişi örelim!

Giderek sıkışan Türk burjuvazisi ve onun sınıf çıkarlarını koruyan düzen bekçileri, Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarını hedef alan saldırgan tutumlarını katılaştırıyorlar. Ermeni soykırımı ile ilgili yasa tasarısı ABD Dış İlişkiler Komisyonu’ndan geçtiği halde, ikinci NATO ordusu namlularını Kürt halkına çevirdi. Irak sınırına yığınak yapan ordu, “karşıdan ateş açıldı” gerekçesiyle 14 Ekim günü Güney Kürdistan’ın bazı köylerini bombaladı.

Ordu-hükümet-muhalefet partileri koalisyonu ve bu güçlerin gerici uzantıları, son günlerde koro halinde “sınırötesi operasyon” yapmaktan söz etmeye başladılar. Çatışmalarda ölen askerlerin cenazelerini propaganda malzemesi yapan egemenler, sermaye medyasının çok yönlü katkılarıyla ırkçı histeriyi kışkırtarak, daha çok kan dökülmesini kaçınılmaz kılan politikalarına meşru zemin yaratmaya çalışıyorlar.

Yarım asırlık tetikçinin “horozlanması”

Sınırötesi operasyon tartışmalarının tozu dumanı ortalığı kaplamadan önce Ankara’daki işbirlikçi takımının gündeminde, Ermeni soykırımı yasa tasarısının ABD yönetimi tarafından kabul edilmesini engelleme çabası vardı. Bu işin kolay olmayacağı Yahudi lobilerinin tutumundan belliydi. Zira bu lobiler, Türk devletinin İsrail’le suç ortaklığı yapması karşılığında sözkonusu tasarıya karşı çıkıyorlardı ya da görüntü öyleydi. Ancak Yahudi lobilerinin tutumu bu yıl farklı oldu. Demek ki, siyonist İsrail’le suç ortaklığı yapmak, Türk egemenlerinin istediği sonucu elde etmelerine yetmedi.

Emperyalist Amerikan rejiminde tasarıyı onaylama yönündeki eğilim, Türk egemenlerini kaygılandırıyordu. Bundan dolayı işi ifrata vardıran rejim sözcüleri, bazı beyanatlarında, tasarı kabul edilirse İncilik Üssü’nün kapatılacağını söylediler. ABD savaş makinesinin komşu halklara saldırılarını gerçekleştirirken işlerinin yüzde 80’ini İncirlik üzerinden yürüttüğünü söyleyen hükümet yetkilileri, üssü kapatma tehdidiyle Washington’daki efendilerini ikna edebileceklerini sanıyorlardı. Oysa sonuç tersi oldu.

Bekleneceği üzere işbirlikçi sermaye iktidarı temsilcileri, tasarının dış ilişkiler komisyonunda kabul edilmesi üzerine oldukça “sert” açıklamalar yaptılar. Hem hükümet hem generaller, kendilerinden beklenmeyecek sözler sarfettiler. Ankara’ya gelen savaş çetesinin temsilcileri ise, yarım asırlık tetikçilerine verdikleri önemin altını çizerek “sükunet” çağrısında bulunmakla yetindiler. Bir kez daha hatırlattılar ki, uşak uşaklığını bilmek zorundadır!

Irkçı-inkarcı politikanın açmazları derinleşiyor

Washington’daki efendileri tarafından burunları sürtülen egemenler, Ermeni soykırımı tasarısının ABD Dış İlişkiler Komisyonu’nda kabulünü hem ırkçı-şoven histeriyi yaymanın, hem de Kürt halkı üzerine çullanmanın olanağı olarak gördüler.

Görünüşe bakılırsa, işbirlikçi takımının “horozlanma” gösterileri devam ediyor. İncirlik Üssü’nü kapatmak boylarını aşan bir iş olduğu için (nitekim Çankaya’dan yapılan açıklamalar, üs kapatma gibi söylemleri dengelemeyi amaçlıyordu) sınır ötesi operasyon tehdidi öne çıkarıldı. Aylardır yapılan askeri yığınağa tezkere eklenerek olay iyice tırmandırıldı.

Kirli savaş döneminde onlarca kez Güney Kürdistan’a saldıran Türk ordusu sınır ötesi operasyon yapmaya hevesli görünse de, işgali altında bulunan bir bölgeye ABD’den izin almadan saldırmanın mümkün olmadığını çok iyi biliyor. Dahası artık generaller de sınırötesi operasyon ile Kürt sorununun çözülemeyeceğini itiraf ediyor. Örneğin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, “24 yıldır bölücü örgüte katılımları engellemekte başarısız olduk” diyerek bu gerçeği teslim ediyor. Amerikancı hükümetin başı Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamalardaki “sert” üslup ise kof bir söylemden öte bir değer taşımıyor. Washington’daki şeflerine “deliğe süpüreceğinize kullanın” mesajı verilen bir başbakanın üslubu “sert” olsa ne olur?

Elbette bu söylemler egemenlerin Kürt halkına duyduğu düşmanlığı yansıtıyor. Dahası ırkçı-şoven histeriyi körüklüyor, DTP’nin geriletilmesi için uygun bir atmosfer yaratıyor, ancak ABD’ye rağmen Güney Kürdistan’a saldırmanın hamasi nutuklar atmak kadar kolay olmadığını da gösteriyor.

Gelinen yerde işbirlikçi sermaye iktidarının açmazları daha da derinleşiyor. Zira silah zoruyla Kürt sorununu çözemeyeceğini itiraf eden rejim bekçileri, zorbalık dışında bir çözüm üretme gücü, niyeti ve yeteneğinden yoksundur. Zaten şoven histeriye eşlik eden kaba saldırganlığın altında yatan nedenlerin başında da geleneksel ırkçı-inkarcı politikanın aşılamayan açmazları yatıyor. Bunlara, Washington’daki efendilerin Kürt sorunu konusundaki farklı tutumu eklenince, egemenlerin işi iyice sarpa sarıyor.

Dış politikada saldırganlık iç politikada saldırganlıktır!

ABD ile Ankara’daki işbirlikçilerinin Kürt sorununa yaklaşım konusunda farklı tutumlar alması, bu uyumsuzluğun kimi gerilimlere yol açması verili durumla ilgilidir. Halkları köleleştirme saldırısının ihtiyaçları veya açmazları zorlarsa eğer, ABD emperyalizmi Kürtler’i gözden çıkarmakta tereddüt etmeyecektir. Dahası, Irak bataklığında çırpınan ABD’nin, İran’a olası bir saldırı için Ankara’daki geleneksel tetikçilerine biçtiği rol göz önüne alındığında, böyle bir olasılık yabana atılamaz.

Görünen o ki, gelişmelerin seyri hangi yönde olursa olsun, Türk sermaye devletinin bölge politikası daha saldırgan bir mecrada ilerleyecektir. Böylesi bir politikanın içe dönük yanı ise komünist, devrimci ve ilerici güçleri sindirmek için estirilen devlet terörünün günden güne azgınlaştırılması olacaktır. Elbette işçi sınıfı ve emekçilerin hak arama mücadeleleri de bu saldırgan politikadan payına düşeni alacaktır.

AB süreci, AB’ye uyum yasaları vb. söylemlerle estirilen “demokratikleşme” havası dağılınca, sermaye devleti maske takma zahmetinden kurtuldu. İşkencenin yaygınlaşması, kolluk kuvvetlerinin kitle eylemlerine saldırması, polisin sokak ortasında insanlara kurşun sıkması vb. olaylarda gözlenen artış, içe dönük saldırganlığın bazı yansımalarıdır. Amerikancı rejimin dış ve iç politikadaki açmazları derinleştikçe devrimci mevzilere karşı daha da saldırganlaşması sürpriz olmayacaktır.

İster doğrudan ABD tetikçiliği adına, ister ABD’nin onayıyla gündeme gelsin... Ankara’daki işbirlikçilerin Kürt halkını hedef alan ırkçı-inkarcı saldırılarına olduğu kadar, diğer komşu halklara yönelecek olası saldırgan tutumlara karşı mücadeleyi yükseltmek ilerici ve devrimci güçlerin sorumluluğundadır. Bu mücadeleyi işçi sınıfı ve emekçilere mal edebilmek için devrimci faaliyetin güvenceye alınması şarttır. Bunu başarabilmek ise, komünist ve devrimci güçlerin zorlu bir döneme girildiğinin bilinciyle hareket etmelerini ve bu zorlu dönemin yüklediği görev ve sorumlulukları üstlenmek için etkin bir tarzda hazırlanmalarını zorunlu kılmaktadır.