19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun

11 Ekim günü Kürt edebiyatının öncüsü olarak kabul edilen Mehmet Uzun mide kanseri tedavisi gördüğü Diyarbakır’da yaşamını yitirdi. 54 yaşında aramızdan ayrılan Uzun, arkasında onlarca roman ve deneme, Kürtçe’yi edebiyat dili olarak bütün dünyaya tanıtmanın gururu ve saygı duyulacak bir özgeçmiş bıraktı...

1953 yılında Urfa Siverek’te doğan Mehmet Uzun, 1977 yılından sonra yaşamını İsveç’te sürdürmek zorunda kaldı. 13 Temmuz 2006’da Türkiye’ye dönüş yapan Uzun, Diyarbakır’a yerleşti ve yaşamının kalan günlerini burada geçirdi. 1985 yılında romanlarını Kürtçe yazmaya başlayan Uzun, denemelerde ise Kürtçe, Türkçe ve İsveç dillerini kullanmayı tercih etti. Uzun’un “yasak” bir dilde yazdığı romanları 20’yi aşkın dile çevrildi.

Yasak bir dilin edebiyatını yaratmak!

Mehmet Uzun’un romanlarını Kürtçe yazmasının gerisinde açık bir tutum vardı. Yıllar boyunca bu tutumu gizlemediği gibi, çok kez mahkeme salonlarında açıkça da savundu. Zira yasak bir dilin edebiyatını yaratmak, inkar edilen bir halkın sesi soluğu olmakla eş değerdi. Bu yüzden Mehmet Uzun Türkiye’ye döndüğünde katıldığı ve kendi edebiyatının tartışmaya açıldığı bir toplantıda,“Böyle salonlara alışkın değilim. Ben romanlarımı mahkeme salonlarında tartışmaya alışkınım. Böylesi bilimsel tartışmalarla daha önce karşılaşmadım” diyerek, sermaye düzeninin saldırgan tutumunu nükteli bir dille teşhir edecekti.

Mehmet Uzun Kürt halkının dili, kimliği ve özgürlüğü arasındaki bağı çok özlü bir biçimde ifade etmişti: “Benim kaderim işte bu; Dırêj olarak değil, Uzun olarak doğmuş talihsiz bir çocuk. Mehmed ve Uzun benim isimlerim değil, tüm ağırlığıyla omuzlarıma indirilmiş boyunduruklar, benim hapishane gardiyanlarım, beni kontrol altında tutan bekçiler, doğduğum cehennemde beni gözetleyen zebaniler...”

Mehmet Uzun’un kendisine yakıştırılan Türkçe isim üzerinden kurduğu bu cümlelerin yanısıra yaşam hikayesinden parça parça aktardığı onlarca anısı Türk devletinin inkar politikalarının adeta aynası oldu.

Mehmet Uzun’un ölümünün ardından ona dair anlatılanlarda bir dizi anıya yer verildi. Bunlar içerisinde en çarpıcı olanları Uzun’un ‘70’lerde yargılandığı mahkeme salonlarında duyduğu içerlemelerin aktartıldığı anılar... Hakkında hazırlanan iddianamelerde geçen “Kürtçe diye bir dil yoktur” vb. cümlelerin üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlatan yazar, yaşamının büyük bölümünde olduğu gibi burada da Türkiye’de yaşayan Kürtler’in tercümanı olmuştu adeta.

İddianamelere içerlemişti, çünkü Türkçe ile ilkokulda yediği dayak sonucu tanışan bir insan için, babaevinde konuşulan dile “yok” demek, onun annesini, babasını, köyünü, geçmişini yok saymakla eş değerdi.

Mahkeme salonları ile geçmişi, çocukluğu, kimliği reddedilen Uzun, o günlerde Kürtçe yazmaya karar verdi ve yasak bir dilden, daha da önemlisi “olmayan bir dilden” bir edebiyat yarattı! Bu çok kolay olmadı. Çünkü ilkokulda tokat, ergenlikte polis dayağı ile karşılanan bu dil, yetişkinlikte cezaevi, işkence demekti. Yıllar yılı resmi ideolojinin dışladığı bir dil doğal olarak günlük diyalogların sınırlarına sıkışacak, gelişme olanağı bulamadığı gibi, birçok özelliğini, kelime dağarcığını vb. yitirecekti. Yok sayıla sayıla köreltilmiş bir dille roman gibi ifade zenginliği gerektiren bir edebiyat türünde eser vermek birçok açıdan güçlük içeriyordu. Ancak Uzun, yılları bulan İsveç yolculuğunu adeta bu işe adadı.

Kürtçe’yi edebi bir dil olarak kullanmaya başladığında elinde oldukça sınırlı yazılı kaynak vardı. Bunun zorluklarını yaşayan Uzun, bu zorlukları aşmak için çok yoğun, titiz ve ömür boyu devam ettiği bir araştırma sürecine girdi. Suriye Kürtleri’nin türkülerini, destanlarını yerinde inceledi. Konuşulan, söylenen her sözcüğü kaydetti. Diaspora’nın kaynaklarını kullandı. Araştırması için gerek hafızası ve yaşanmışlıklarını zorlayarak, gerekse Kürtler’in yaşam alanlarında doğrudan bulunarak sürekli olarak çaba harcadı. Gelinen yerde “yok” denilen bir dilde yazılmış olan ve onlarca dile çevrilen bir dizi romana imza atarak, Kürtçe’nin gelişimine önemli bir katkı sundu.

İnkar karşısında sözcüklerin gücü

Mehmet Uzun, Kürdistan coğrafyasında Türkçe’nin uğramadığı köylerde yetişmiş yüzlerce Kürt çocuğunun kaderini paylaşmış bir insan olarak, Türkçe’nin kendisine silah zoruyla belletilmesi ile beraber bir gerçeği de yok saymasının dayatıldığının bilincine vardı. Bütün bunları yazar daha önce kaleme aldığı bir denemesinde şu sözlerle aktarmıştı:

“Yaşamımda tüm bunlara tümüyle yabancı olan başka bir dile, Türkçe’ye ait bir dünya başladı. O zamanlar büyüklerimden şunu öğrendim; eğer başarılı olmak istiyorsan Türkçe’yi ve Türkçe’ye ait dünyayı çok iyi öğreneceksin. Okullarda okunması ve yazılması yasaklanmış ve kamu yaşamının tümüyle dışına itilmiş Kürtçe’yle herhangi bir geleceğin olmaz. Varsa yoksa resmi dil, resmi yaşam. Türkçe, biraz daha Türkçe. Resmi tarih, resmi değerler, resmi edebiyat, resmi marşlar, nutuklar, destanlar, resmi sözcükler... Artık Türkçe düşünmek, Türkçe kendini ifade etmek, Türkçe duymak. O çocukluğa, o köye ait olan herşeyi artık küçümsemek, hor görmek, unutmak... Bunun nasıl vahşi ve gaddar bir asimilasyon süreci olduğunu çok sonraları anladım.”

Kürtçe’yi hedef alan saldırı açıkça bir halkın varlığını kabul etmeme tutumunun uzantısıydı. Mehmet Uzun’un Kürtçe yazdığı bütün romanlar da bu tutuma karşı Uzun’un kendi cephesinden geliştirilmiş bir tutum ve beraberinde bilimsel bir yanıttı. İşte bu romanlar, inkara karşı sözcüklerin gücünü açığa çıkartıyordu.

Mehmet Uzun Kürt diline ve edebiyatına sunduğu katkılarla yaşamaya devam edecek!