19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor

Abu Şehmuz Demir

Avrasya ve Ortadoğu’da oluşan siyasal dengeler, bu dengeler üzerinde başta ABD olmak üzere Batı emperyalist merkezlerin büyük Doğu’ya (Şark’a) yönelik hayata geçirmek istedikleri stratejileri ile, Doğu’nun asıl sahipleri arasındaki kavgalar derinleşiyor.

Bu coğrafya, sınırları içinde varolan denizler, boğazlar, adalar ve çeşitli su kanallarının yanı sıra, eski dünyayı yeni dünyaya tarihi İpek Yolu ve çeşitli ticaret yolları ile bağlamaktadır. Artı, iştahları kabartan fosil enerji kaynaklarının yanısıra, verimli topraklardan dünya pazarlarına aktarılan ipek, pamuk, buğday vb. gibi kaynakların ağırlığı da yine bu coğrafyada bulunmaktadır.

Bu nedenle başta emperyalist merkezler olmak üzere herkes, kendi cephesinden bölgedeki süreci kendi lehlerine çevirme taktik ve stratejilerini hayata geçirebilmek için uğraşıyor, bu doğrultuda siyasal dengeler üzerinde günlük oynamalara devam ediyor. Emperyalist Batı merkezlerinin Afganistan’ı işgalinden sonra, ABD ve İngiltere öncülüğünde Ortadoğu’nun stratejik merkezi olan Irak’ın işgal edilmesi ve kapitalizmin bekasının askeri koruyucu gücü olan NATO’nun Doğu’ya yerleştirilmesi, Adriyatik’ten Çin’e uzanan alana yönelik Batı emperyalist merkezlerin (kimi noktalarda ortak stratejilerin yanı sıra) birbirlerinden ayrı oluşturmaya çalıştıkları çeşitli stratejiler, Avrasya ve Ortadoğu’da kendine yön arıyor. Bu güçler arasındaki kavgaların hatları gün geçtikçe kalınlaşıyor.

Avrasya coğrafyası birçok büyük medeniyete beşiklik etmiş olmanın yanısıra, jeopolitik ve jeostratejik bakımdan önem taşıyor. Bundan dolayıdır ki, emperyalist güçler yakın tarihimizin iki büyük savaşını Avrasya’ya sahip olmak için çıkardılar. Geçen yüzyılda olduğu gibi, 21.yüzyılda da kapitalist-emperyalist sanayinin hayat damarlarının kalbi bu coğrafyada atmaktadır. Avrasya sahip olduğu değerlerle ve konumu ile, dinamik nüfusu ve bağrında barındırdığı önemli petrol ve doğalgaz zenginliği ile 21.yüzyılın şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Avrasya’nın barındırdığı bu değerlerden dolayı, geleceğini bölgede gören ABD, AB ve diğer emperyalist güçlerin Avrasya’ya yönelik hayata geçirmek istedikleri stratejiler doğrultusunda bölge çok yönlü bir saldırı altındadır.

Gelinen süreçte, Afganistan ve Irak’ın işgalinde ABD ile birlikte hareket eden Avrupa Birliği üyesi İngiltere’nin de içinde bulunduğu AB, Avrasya’ya yönelik kendine has stratejisini belirlemeye çalışıyor. Bu anlamda Brüksel’de oluşturulan Avrasya’ya yönelik stratejik hedeflerini AB’nin bir önceki dönem Başkanı Almanya Başbakanı Angela Merkel şu sözlerle dile getiriyor: “İnsan dönüp bir kez bu coğrafyaya baktığında, Rusya’nın, Çin’in ve Avrupa Birliği’nin üçgen oluşturduğu bölge, AB için stratejik öneme sahip komşu bir bölgedir”*. Avrupa Birliği’nin Avrasya’ya yönelik olarak Almanya öncülüğünde oluşturduğu, kimi noktalar üzerinden kamuoyuna sızan Brüksel stratejisi çerçevesinde, bu bölgenin Avrupa için hayati öneme sahip olduğunun altı çiziliyor: “Orta Asya’da etkinliğini artıran Rusya, Çin, ABD ve Japonya’nın yanı sıra Avrupa Birliği’nin bu bölgede etkinliğinin artırılması için AB acele etmeli”... Ve Avrasya toprakları altında bulunan zengin enerji kaynaklarının Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılayabilmesi için “Rusya ile iyi komşuluk” ilişkileri devam etmeli ve Orta Asya ülkeleriyle “İnsan hakları ve sivil kuruluşlar” başta olmak üzere, bu ülkelerle “ayrı ayrı enerji konusunda ilişkilerin ve diyalogların geliştirilmesi sürdürülmeli”... Ayrıca Avrasya coğrafyasında varolan “fosil enerji kaynaklarının modernleştirilmesi ve yeraltı enerji kaynaklarının geliştirilmesi için bölge ülkeleri desteklenmeli”... “Hazar Denizi ve Karadeniz üzerinden bölgede yeni enerji koridor hatlarının geliştirilmesi için AB bu uğurda çalışmalı” ve “Avrupa tekelleri bölgedeki petrol ve gaz vanalarını ellerine geçirerek, Rusya’nın denetiminde Hazar Denizi’nden Batı Avrupa’ya transferi (nakliyatı) sağlanmalı”. Bunlara ek olarak, bölgede rekabet yükseltilerek, “ABD ile bölgede politik amaç birliğini oluşturmak”** için çalışılmalı deniyor.

Bu arada, AB’nin Brüksel stratejisine dolaylı tepki gösteren Özbekistan Dışişleri Bakanı, “Özbekistan bir Asya ülkesi, Brüksel’e 6000 km uzaklıkta” , “Avrupalılar’ın öğretmenliğine gerek yok” diyor. Yine Avrupalıların bu açıklamalarına yönelik olarak Kazakistan Dışişleri Bakanı da, “Ayağın neresini incittiğini, ayakkabıyı taşıyan bilir”*** (3 Temmuz ‘07, Kazakistan Prawda gazetesi) şeklinde bir yanıt veriyor.

Evet, son yıllarda başta ABD olmak üzere Batı emperyalist merkezler, siyasal süreci kendi denetimlerine alma doğrultusunda, Ortadoğu’da olduğu gibi Orta Asya’da da siyasi süreci gergin ipler üzerinde tutmaya çalışıyorlar. Batılı güçler bu yayılmacı ve sultacı emelleri doğrultusunda Avrasya’da her ne kadar siyasal olarak fay hatlarının altını kazsalar da, Orta Asya’nın enerji yataklarına tam ve doğrudan erişmiş değiller. Zira Ortadoğu enerji kaynaklarına alternatif olan ve başlıca emperyalist merkezlerin odaklandığı Orta Asya enerji kaynakları henüz, başta ABD olmak üzere bu çapulcu güçlerin arzuladıkları güzergahlara akmamaktadır. Gelinen süreçte bu güçlerin önüne birçok bariyerin çıkması ile, bu kaynaklara direk ulaşmaları geciktiği gibi, bölgedeki dengeler de Rusya ve Çin lehine doğru gelişiyor.

Hakeza ABD öncülüğünde dünyaya dayatılan “tek kutupluluğa” karşı, son yıllarda birçok güç tarafından dillendirdiği gibi, Rusya da çok kutupluluğu savunarak, Çin ile birlikte Asya toprakları üzerindeki etkinliğini derinleştirmeye çalışıyor. Bölgenin enerji kaynaklarına, ABD ve AB dışında birçok gücün, yani Rusya, Çin, Japonya, Hindistan vs. gibi devletlerin ihtiyaçlarından dolayı ilgi göstermesi, başta ABD ve AB merkezlerinin işini zorlaştırdığı gibi, tüm bu güçlerin kendi aralarındaki kavgaları da derinleşiyor.

Yani uluslararası emperyalist merkezler arasında Avrasya üzerine rekabet giderek kızışırken, bu merkezler arası işbirliklerinin yanı sıra, bölgenin asıl sahipleri arasında da “Avrasya’da güç merkezleri” çerçevesinde saflaşmalar yaşanıyor, işbirlikleri oluşturulmaya çalışılıyor. Bir tarafta çapulcu mağrur Batı cephesi ve diğer tarafta bu cephenin egemenliğine itiraz eden (Rusya, Çin, Kazakistan, Hindistan, İran vb.), Doğu’nun zengin enerji kaynaklarının ve insan gücünün asıl sahipleri... Çünkü bu bölgenin barındırdığı ve halen tam olarak keşfedilmemiş, ancak dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin büyük bir kısmını barındıran enerji yatakları, emperyalist merkezlerin iştahlarını kabarttığı gibi, bölgenin sahiplerini de bu yatakların korunması için ortak çıkarlarda birleştiriyor.

Bu çerçevede, “etrafım daralıyor” diyen Rusya ile Çin birlikte, ABD’nin bölgedeki etkisini zayıflatmak ve önünü almak için bölge devletleriyle birlikte birçok konuda ortak hareket etmeye çalışıyorlar. Yani ABD’nin dünyaya dayatmaya çalıştığı tek yanlı küresel emperyal hegemonyasına karşı, Rusya da bölge adına, kendisinin de bir küresel dünya aktörü olduğunu kabullendirmek için, ABD’ye ve AB’ye karşı tutumunu sertleştiriyor.

NATO ve Şangay İşbirliği Örgütü

Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından, NATO’nun 1996 Brüksel “Bahar toplantısı”nda, NATO’nun Doğu’ya kaydırılması kararı alındı. Aynı yıl Rusya ve Çin öncülüğünde bölgenin beş ülkesi bir araya geldiler; çeşitli konularda “ortak mücadele ve işbirliği” konusunda anlaşarak, 2001’de Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) olarak birlikte hareket etmeyi kararlaştırdılar. ŞİÖ başlangıçta “terör, iç kargaşalıkların önlenmesi ve dinsel fanatik hareketlerin önünün alınması”nın yanı sıra, ekonomik işbirliği çerçevesinde ortak faaliyet gösterse de, gelinen süreçte NATO’ya muhalif askeri bir güç olma yolunda ilerliyor.

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye ülkeler her yıl çeşitli misyonlar adı altında zirveler düzenliyorlar. Özellikle son yıllarda düzenledikleri zirvelerde ABD’ye, “Afganistan’da işiniz bitti, NATO bir dünya kurumu değil”dir, “Avrasya’dan elinizi çekin” deniliyor. 1990’lı yıllardan sonra “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” gibi kavramların savunuculuğuna soyunan ABD, Rusya’nın arka bahçesi olarak bilinen Orta Asya’daki ülkelerde, siyasal süreci kendi lehine geliştirmek ve denetimine alabilmek için “Renkli Devrimler” denen, bildiğimiz bir dizi kaos yaratmaya çalıştı. Artı eski Varşova Paktı’na üye ülkelerin birer birer NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne dahil olmaları ile birlikte, Rusya’nın bu cepheden de etrafı kuşatılarak, hareket alanını daraltma siyaseti izlendi. Rusya bu siyasete karşı durarak ve adeta Batı cephesine karşı askeri alanda atağa geçerek, “küresel güvenliğin kuralları yeniden belirlenmelidir” dedi.

Bu doğrultuda hareket eden Rusya, bugüne kadar askıya aldığı Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması’nı (AKKA) kendi güvenliği gerekçesiyle askıdan kaldırdığını, füzelerin yönünü ABD’nin müttefiki olan Avrupa’ya çevirdiğini açıkladı. Vladimir Putin öncülüğünde çok yönlü olarak toparlanan Rusya, 1990’lardan bu yana ABD öncülüğünde ilerleyen “tek kutuplu” dünyanın sona erdiğini, bundan böyle “çok kutuplu” bir dünya ile yüzyüze olunacağını alenen ilan etmiş oluyordu.

Rusya “giderek kuşatılıyorum” gerekçesiyle askeri alana önemli yatırımlar yaparak, bu yılın Ağustos ayı ortalarında ABD’nin “Patriot” füzelerinden daha kaliteli ve üstün olan “S-400” adlı füzeleri geliştirdiğini, bunun dünyada benzerlerinin bulunmadığını ve gelecek on yıl içinde de hiçbir ülkenin buna sahip olamayacağını söylüyordu. Artı yine son günlerde Rus ordusunun açıkladığına göre, “bombaların babası” dedikleri yeni bir bombayı başarıyla denemişlerdi. Batı merkezleriyle arası her geçen gün daha fazla dolaylı ve dolaysız olarak gerilen Rusya, NATO’nun Doğu’ya genişlemesi ve Doğu Avrupa cephesine yerleştirilen ABD’nin askeri gücüne karşı, Orta Asya ülkeleri ile ittifak ağlarını geliştiriyor ve Çin ile ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel ilişkisini güçlendiriyor.

Bu meyanda, geçen Ağustos’ta Kırgızistan’ın Başkenti Bişek’te ŞİÖ zirvesine denk getirilen “Barış Misyonu 2007” tatbikatı adeta Rusya öncülüğünde ABD karşıtı bir gösteriye çevrildi. Böylece Rusya, ABD ile yaşadığı sorunlardan dolayı onunla işbirliğinden uzak kalacağının sinyallerini vermiş oldu. ABD’nin Asya toprakları içindeki askeri ve siyasi varlığının, bölgede hegemonya peşinde koşmasının kendilerinin bölgedeki varlığına yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğunu bilen Çin ve Rusya, ABD’yi ŞİÖ ile kuşatma altına alarak, bölgede etkisizleştirmeye çalışıyorlar.

Bölgede ABD’nin desteklediği, Rusların deyimiyle “üç belanın”, yani “terör, dini fanatizm ve ayrılıkçı hareketler”in bertaraf edilmesi hedefiyle şekillenen ŞİÖ gelinen süreçte, NATO’ya ve Avrupa Birliği’nin (kurumlaştıramadığı) Avrupa ordusuna (ki bağımsız bir savunma gücünden ziyade NATO şemsiyesi altında kalmayı sürdürecektir) alternatif bir askeri kamp olarak ilerliyor.

Özellikle Rusya bu yıl Münih’te yapılan Güvenlik Zirvesi’nde ABD’ye adeta meydan okudu. Dolaylı olarak ABD’yi kastederek, “Birilerinin dünyaya dayattığı tek kutuplu düzenek kabul edilemez”, “bunu tedirginlikle izliyorum” şeklinde verdiği sert yanıt, birçok merkezin kendini tekrar gözden geçirmesine neden oluyor. Putin’in bu çıkışı üzerine, Almanya Başbakanı Angela Merkel de; “Ne yazık ki Avrupa Birliği olarak ne bir güvenlik ne de bir savunma politikamız mevcut değil” sözleriyle, gerginliğin geldiği noktaya işaret ediyordu.

Bunun üzerine ABD Başkanı George Bush, hem Çin’i hem de Rusya’yı kastederek, “her iki ülkeyle iyi ilişkilerin yanı sıra güçlü anlaşmazlıklarımız var” diyerek, bir nevi Çini ve Rusya’yı tehdit ediyordu. Çin’in Ortadoğu ve Afrika’da her geçen gün güçlenen konumuna tahammül edemeyen ABD, uluslararası alanda Çin mallarının kalitesizliğini boykot etmek gibi küçümseyici davranışlar sergiliyor, Çin ile ABD arasındaki sorunlar derinleşiyordu.

Bu gelişmeler, hızlı büyüme gösteren ekonomisinin geleceği için enerji kaynaklarını sağlama almak peşinde olan Çin’in, “domuzla dostluk olmaz” anlayışı ile, ŞİÖ’nun askeri yönüne giderek daha fazla ağırlık vermeye başlamasına neden olmuştur. ŞİÖ nezdinde 2002’den bugüne kadar çeşitli isimler altında yapılan tatbikatlara katılan Çin, “Barış Misyonu 2007” tatbikatına çok önem vermiş olmalı ki, Çin ordusu 10.300 kilometrelik uzun bir yolu tepeleyerek “ilk kez yurtdışı”nda, ŞİÖ ülkeleriyle birlikte askeri tatbikata katılmıştır.

Bu zirvede tatbikata ŞİÖ’ye üye 6 ülkenin yanı sıra, İran, Hindistan, Pakistan gibi bölgenin önemli ülkeleri dahil 10 ülke gözlemci ve misafir olarak katılmıştır.

Sonuç itibariyle, bu yılkı zirvede, “Bişkek Deklarasyonu” olarak deklare edilen ve “uzun vadeli komşuluk ve güvenlik stratejisi” adı altında taraflarca imzalanan anlaşmaların temel taşını, üye devletler arasında 20 yıllık bir süreyi kapsayan “ekonomik işbirliği programı” oluşturmuştur. Bu program çerçevesinde ŞİÖ’nun ortak pazarının oluşturulmasının yanı sıra, Rusya’nın önerisi olan “Asya enerji kulübü” adı altında Avrasya enerji sektörünün bir kulüp altında toparlanması görüşüldü. Bu, başta ABD olmak üzere Batı merkezlerinin bölgedeki enerji kaynaklarının sahiplerini devre dışı bırakma stratejisine karşı, başta Rusya olmak üzere Avrasya’nın sahiplerince ABD ve Batıyı devre dışı bırakma stratejisinin devreye sokulması anlamına geliyor..

Özetle, emperyalist merkezler arasında egemenlik ve pazar kavgalarının giderek kızıştığı Avrasya coğrafyasında silahlanma hızlanıyor. 21.yüzyılın kanlı kavgalı hesaplaşma alanının Avrasya olacağını hesaplayan emperyalist güç merkezleri tarafından dünya bir savaş atmosferine doğru çekilmek isteniyor. Herkes kendi çapında tüm varı yoğuyla silahlanma çabası içine giriyor.

Silahlandırılan Ortadoğu

Washington’daki savaş aparatının Savunma Bakanı Robert Gates ve Hariciye Bakanı Condellezza Rice, Temmuz ayının son günlerinde Ortadoğu’yu ziyaret etmişler ve Mısır’ın Şerm el-Şeyh kasabasında yaptıkları açıklamada, bölgedeki müttefiklerine yardımda kusur etmeyeceklerini ve bölgeyi yeni silahlarla donatacaklarını beyan etmişlerdi. Her iki bakan da bölgenin silahlandırılmasını gerekçelendirirken, “İran’ın bölgede artan nüfusunu ve İran’ın bölge için tehdit oluşturduğunu” söylemiş, artı “alınmış olan bu kararın dünya ekonomisi için önemli olduğunu” dile getirmişti. Bu çerçevede bölgedeki müttefiklerinden İsrail’e 30 milyar dolarlık silahı hibe ederken, Körfez ülkelerine 20 ve Mısır’a 10 milyar dolarlık silah satarak, bölgeye toplam 63 milyar dolarlık askeri malzeme akıtacaklarını teyit ediyorlardı.

İsrail’in de karşı çıkmadığı Ortadoğu’daki bu silahlanma (Beyaz Saray’daki çetenin petrol ve silah sanayisi şirketlerinin üst düzey yöneticileri olduklarını da göz önünde bulundurursak) ile bir şeylerin hazırlıkları yapılmaktadır. İsrail’in bekası için ABD’nin Körfez ülkeleri ve Mısır’a vermek istediği silahlar, bölge insanının tepesinde bir tehdit olarak sallandığı gibi, bölgedeki istikrarsızlığı körükleyecek ve olumsuz süreci tetikleyecektir.

ABD, gelecekte yaşanacak facialar için Ortadoğu’daki müttefikleriyle bütünleşme zeminlerini sağlamlaştırırken, siyasal amaçları doğrultusunda bölgeyi çalkantılı ve kaotik bir sürece çekiyor.

Böylece Ortadoğu’daki mazlum emekçi halkların boğazlarından kesilerek yeni bir silahlanma yarışı başlatılıyor, bölge silahlandırılarak bir kapışma sahasına çevriliyor. ABD, Ortadoğu’ya silahların aktırılmasını “Ortadoğu’da güvenliğin sağlanması” olarak lanse ediyor. Oysa kime karşı güvenlik? Bu silahlar Ortadoğu halklarına karşı vahşice kullanılırken, gerici rejimlerin Ortadoğu’daki varlıkları daha fazla garanti altına alınacak. Yine İsrail dahil (Suudi Arabistan hariç) Körfez’deki birçok ülkenin bu silahları depolayacak yeri olmadığı için BAE, Katar, Bahreyn ve Kuveyt gibi Körfez ülkelerine yerleştirilecek olan “uydu kumandalı” silahların, ABD’nin “haydut” dediği ülkelerin yanı sıra gelecekte Avrasya’ya karşı sürdüreceği savaş için yatırım olduğunu söylersek, herhalde abartmış olmayız. Çünkü bölgede ABD’nin haydut dediği İran ve İran eksenli cepheyi vuracak kadar yeterince silah depolanmış bulunmaktadır.

Özet olarak, Afganistan savaşından sonra Irak’ta sürdürdüğü savaştan yorgun düşen ABD’nin İran ile girdiği nükleer sürtüşme ve geçen yıl İsrail’in Lübnan saldırısında boyun eğerek Lübnan topraklarını terk etmek zorunda kalması, ne Tel-Aviv’deki, ne de Beyaz Saray’daki savaş aparatı için yenilir içilir değildi. Bu yüzden gelecek yıl ABD’de yapılacak başkanlık seçimlerinde kimin başkanlık koltuğuna oturacağı pek önemli olmasa da, G. Bush kendi döneminde ısrarla İran eksenli cepheye bir ders vermekten yana. Bu nedenle Washington’daki üst düzey Avrupalı bir diplomat, G. Bush’un “İran’a yönelik askeri bir saldırıyı tamamıyla askıya aldığını söylemek zor” diyordu. Aynı diplomat “İran’a yapılacak bir saldırı transatlantik ittifakının ilişkilerini alt üst edeceği gibi, bölgenin barut fıçısını ateşleyecektir” ifadesini kullanıyordu.

Velhasıl, bölgeye yönelik çok yönlü stratejiler revaçta olup, tüm güçler kendi cephelerinden süreci kışkırtıyor ve gıdalarını bu yönden almaya devam ediyorlar.

* Bernd Riegert, www.dw-world.de, aktaran, Willi Gerns, AB’nin Yüz Siperi Orta Asya, 31.08.07, Unsere Zeit gazetesi

** Willi Gerns, 31.08.07, agg

*** Aktaran, Willi Gerns, agg