19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tezkere ve “milli seferberlik”...

M. Can Yüce

Seferberlik, var olan tüm güç ve olanakların, kurum ve kuruluşların belirlenen hedef doğrultusunda etkin ve bütünlüklü kullanılması durumudur! Bu, stratejik bir harekettir ve gerçek anlamda “savaş halini” anlatmaktadır. Hedef ise bütün Kürt halkı ve bütün parçalarıyla Kürdistan’dır!

Türk devleti fiili olarak seferberlik durumuna geçmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz klasik bir savaştan çok, kendine özgü bir özel savaştan söz ediyoruz. Yürütülmeye çalışılan bu özel savaşın çok önemli ve etkin bir ayağı da “psikolojik savaş”tır!

Psikolojik savaş, salt kendi güçlerinin moralini, savaşma kararlılığını yükseltmeye dönük değildir, daha da önemlisi “düşman güçlerin” savaşma istek ve kararlılığını kırmayı, destek güçlerini etkisizleştirmeyi hedeflemektedir. Bu temel iki unsurun yanında ve onlara bağlı olarak toplumun en gerici, ırkçı-şoven duygularını ayaklandırmak, özel savaşı güçlü ve etkin toplumsal dayanaklar üzerinden yürütmek, psikolojik olarak “karşı tarafa” soluk aldırmamak, anılan psikolojik savaşın önemli bir hedefidir. Devletin tüm kurumlarını ve toplumu politik ve ruhsal olarak özel savaş hedefleri doğrultusunda harekete geçirme sürecinin birçok politik, ekonomik ve toplumsal sonuçları olacaktır. Seferberlik veya savaş hali, toplumun ve ruhların askerileştirilmesi, aynı zamanda özel savaş iktidarının içte baskı ve şiddeti en üst düzeye çıkarması anlamına gelmektedir. Seferberlik ve savaşın, toplumun askerileştirilmesinin, demokrasiyi değil, özel savaşı, askeri despotik diktatörlüğü koşulladığı çok açıktır. Bu nedenle askerden daha özel savaşçı bir hareket içinde olan “bindirilmiş toplumsal kıtalar”, aynı zamanda bu sürecin bir yönüyle kurbanı niteliğindedirler. Bu nokta, şimdilik, bu tartışmanın kapsamı dışındadır.

Aylardır “sınır dışı operasyona” dönük politik ve psikolojik bir “harekât” yürütülmektedir. Toplumun bu doğrultuda belli bir “kıvama” getirildiğini vurgulamamız gerekir. Özellikle Şırnak’ta 13 askerin öldürülmesinden sonra ırkçı-şoven kampanya akıl almaz boyutlar kazandı. Her alan, her araç, her yöntem bu hedef doğrultusunda kullanıldı, kullanılıyor. Kampanyalar yapılıyor, toplumun en geri, intikamcı, linç dürtüleri kışkırtılıyor, PKK üzerinden Kürtler’e karşı linç duyguları körükleniyor. TV’ler, radyolar, spor karşılaşmaları ve daha bir dizi alan bu hedef doğrultusunda kullanılıyor.

Hazırlanan bu politik ve psikolojik ortamda hükümet Güney operasyonu için yetki tezkeresini meclise gönderdi. Bu tezkere ile bir yıllık yetki almayı hedefleyen hükümet, askerin aylardır dile getirdiği bir isteği yerine getirmiş oldu. Bütün bunların topyekûn savaş çığlıkları eşliğinde yapıldığını bir kez daha vurgulamamız gerekiyor.

17 Ekim tarihinde mecliste görüşülecek ve kabul edilmesi kesin olan tezkerenin önemli politik ve psikolojik sonuçları olacağı kesin gibidir! Meclise gönderilen yetki tezkeresi, salt PKK ve onun üzerinden Kuzey Kürtleri’ne karşı savaşı farklı bir aşamaya taşıma anlamına gelmeyecek; aynı zamanda Güney Kürdistan’a ve o bağlamdaki gelişmelere müdahale etme isteğinin pratik dışavurumu anlamına da gelecektir. Aslında Türk Genelkurmayı Güney’e ilişkin düşüncelerini, niyetlerini ve hedeflerini çok açık bir biçimde 12 Nisan 2007 tarihinde yapılan basın toplantısında dile getirmişti. Bugün meclise gönderilen tezkerenin bu değerlendirme ve hedeflere oturduğunu vurgulamamız gerekiyor. Açık ki Güney Kürdistan’daki devletleşme sürecini kendileri için bir varlık yokluk sorunu olarak algılamaktadırlar. Ama öyle de olsa, buna doğrudan müdahale ederek yok etmenin kısa vadede pek mümkün olmadığını da biliyorlar. Bunun ABD ile ciddi bir çatışma riskini taşıdığını da… Öyle olduğu için tezkere ve operasyonun hedefini ve kapsamını “PKK ile mücadele” anlayışı ile çerçevelemeyi, bunu resmi düzeyde vurgulamayı gerekli görmektedirler… Ancak çizilen ve PKK ile sınırlı tutulduğu iddia edilen çerçevenin, kendi başına stratejik hedeflerine ulaşmada son derece sınırlı kalacağını da biliyorlar. Dolayısıyla resmi açıklamalarla, tezkerenin resmi ifadesiyle gerçek kapsamı birbiriyle örtüşmekten uzak kalacaktır!

Biraz açmakta yarar var. Bu tezkere ve askeri operasyon tehdidi veya fiili saldırısıyla umulan ve beklenen nedir?

Tezkere ile alınacak yetkinin hemen kullanılıp kullanılmayacağı, yani fiilen Güney’e operasyonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tartışılmaktadır. Ama öyle de olsa bu tezkere ile belli politik ve diplomatik başarılar elde etmek istedikleri çok açıktır. Bir operasyon tehdidiyle elde etmek istedikleri sonuçlar var, bir de fiili operasyon süreciyle…

Bir: ABD’ye Irak, Güney Kürdistan ve genel Kürdistan sorununda ne kadar hassas olduklarını, bu hassasiyetlerinin bir savaşa yol açabilecek kadar ciddi olduğunu bir kez daha anlatmak, bu nedenle bu konularda duyarlılıklarına dikkatleri çekmek ve Kürdistan sorununda kendi çizgilerine yakın bir politika izlemelerini dayatmak istemektedirler. Bu konuda gerekli duyarlılığın gösterilmemesi durumunda bunun ikili ilişkileri tamir edilmesi güç bir noktaya sürükleyebileceğini hatırlatmak eğilimindedirler…

İki: İran’ın Güney’e uzanan operasyonları göz önüne alındığında, hükümetin meclise sunduğu tezkerenin İran ve Suriye ile anti-Kürdistan eksenindeki ilişkileri yeni bir aşamaya taşıma niyetinde olduğunu göstermek istemektedir.

Üç: Irak’ın geleceğini belirsiz gören TC’nin, bir yandan mevcut hükümet üzerinden baskı kurarak kendi çizgisi doğrultusunda bir yönelime zorlarken, bir yandan da Sünni ve Şii gruplarla anti-Kürdistan eksenli bir ittifak geliştirmek istediği bilinmektedir. Bu konudaki tartışmalar basına da yansımıştır.

Dört: Öncelikle Güney Kürdistan üzerinde baskı kurmak, Güney yönetimini sınırlandırmak ve giderek teslim almak gibi bir politikaya sahip oldukları, uzun vadede ise işgal dahil çeşitli yollarla Güney’i tümden ortadan kaldırmak istedikleri bir sır değildir. Bunu, Genelkurmay’ın 12 Nisan açıklamaları başta olmak üzere çeşitli vesilelerle yapılan açıklamalarından okumak zor değildir!

Beş: PKK bahanesiyle Güney ile Kuzey arasında geniş bir “tampon bölge” oluşturmak istedikleri bilinmektedir. Tezkere bu eğilimlerini daha somut bir uygulama planına dönüştürmeye dönük önemli bir adımdır.

Altı: Genel olarak diplomatik alanda TC, kendi elini güçlendirmek istiyor, tezkerenin bu olanağı verebileceğini düşünüyor.

Yedi: Güney operasyonları Irak ve ABD’nin Ortadoğu politikalarına, bu politikaların ortaya çıkarabileceği sonuçlara ve olası gelişmelere karşı da bir hazırlık niteliğindedir.

Dolayısıyla tezkereyi, salt bir askeri operasyona hazırlık olarak değil, aynı zamanda politik ve diplomatik bir atak olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Anılan tezkerenin bir de “iç politika” alanına yansımaları olacaktır. Kısaca özetlemek gerekirse:

Bir: Tezkere, yönleriyle iç politika dengelerinin yeniden kurulmasını birlikte getirecektir. Savaş, güç ve şiddet ortamı, kaçınılmaz olarak içteki baskıların yoğunlaşması, özel savaş uygulamalarının derinleşmesi sonucunu getirecektir. Günlük politikada öne geçen askeri güç, “iç dengelerde” de daha çok inisiyatif sahibi olacaktır. Dolayısıyla hükümet kendi eliyle kendi hareket alanlarını daraltabilecek bir adım atmış oluyor.

İki: Esas olarak baskıların sivri ucu Kürtler’e ve onların çeşitli düzeylerdeki kurumlarına, ilişkilerine ve kazanımlarına dönük olacaktır. DTP milletvekilleri, DTP denetimindeki belediyeler bu yeni dönemde daha çok boy hedefi olacak ve tasfiye ve gözden düşürme kampanyalarına konu olmaya devam edeceklerdir. Zaten öteden beri başlayan politik linç kampanyası doruklandırılmış ve bu, daha da derinleştirilmek istenmektedir. Irkçı şovenizm ve linç kampanyaları, özel savaş uygulamaları kitlesel boğazlamalara kadar tırmandırılma eğilimindedir!

Üç: İçte baskıların yoğunlaştırılması, kısmi demokratik hakların tümden budanması, ırkçı şoven kampanyaların beyinleri ve yürekleri teslim alması süreci, kuşkusuz, emekçileri, ekonomik ve demokratik hak mücadelelerini de fazlasıyla etkileyeceklerdir. Kürt karşıtlığı ve bu bağlamda derinleştirilen özel savaş, Türkiye emekçilerini ve yaşamlarını da doğrudan etkileyecektir. Şoven milliyetçilik zehrinin, emekçilerin kendilerini de derinden vurduğunu vurgulamak durumundayız.

Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç açıktır: Özel savaşın saldırılarına, Güney operasyonuna ve ırkçı şoven seferberlik hareketine ve bunların sonuçlarına karşı etkili bir birleşik mücadele örgütlemek ve geliştirmek!

Ancak güncel baskıların, saldırıların hedefi konumunda olan DTP ise hala kendisini devlete ve düzene kabul ettirmenin umutsuz umudunu taşıyor ve şaşkınları oynamaya devam ediyor. Bu şaşkınlara sorulması gereken birkaç soru var:

Eğer gerçek anlamda bir Kürt sorununuz varsa, bu soruna çözüm iddiasının bu düzene sığmayacağını anlamanız için daha hangi musibetleri yaşamanız gerekir?

Yok, eğer bir Kürt sorununuz yoksa, neden kendinizi ve halkı kandırmaya devam ediyorsunuz?

Ama Kürt egemenleri ve orta sınıfı olarak siyaset yapmak istiyor ve bunu da devlete kabul ettirmek istiyorsanız bu konuda kendinizi aldatıyorsunuz. Bu konuda TC’nin çizdiği çerçeve bellidir: Siyaset yapma iddianız mı var, o zaman kendinizi inkâr ederek ve her türlü aşağılanmayı göze alarak düzen ve devlet partilerinden birinde rahatlıkla siyaset yapabilirsiniz! Şimdi AKP içinde siyaset yapan Kürt egemenleri gibi… Bunun dışında en geri ve reformizm temelinde bir siyaset yapma şansınız yok! Bu gerçeği bir kez daha görmek ve yaşamak için başka deneyimlere gerek var mı?

Bir kez daha görüldü ki, bizim topraklar, düzen içi “çözümlere” yaşam hakkı tanımıyor. Gerçek çözüm ve onurlu duruş devrimci direnişçi duruştan başkası değildir! Günlük yaşam, bu gerçeği her fırsatta yeniden yeniden doğruluyor!

16 Ekim 2007