19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen cephesinde savaş hali...

Düzene karşı halkların kardeşliği cephesinde birleşelim!

Beytüşşebap’ta 12 köylünün öldürüldüğü olaydan sonra Gabar’da da 13 asker öldü. Bu son olayla birlikte düzen cephesinde zaten yoğunlaşmış bulunan gericilik rüzgarı, tam manasıyla fırtınaya dönüşmüş oldu. Tek merkezden yönetilen ve dalga dalga büyüyen bu gericilik fırtınası, “sınır ötesi operasyon” tezkeresiyle iyice zincirlerinden boşalmış durumda. Bu gerici politikanın medya aracılığıyla etkili bir şekilde işlenen “şehit edebiyatı” ile birlikte toplumun geniş kesimlerine maledildiği de bir gerçek. Öyle ki, histeri boyutlarındaki gerici şoven saldırganlık siyaseti toplumun gözeneklerine girmekte, onu zehirlemekte ve düzen güçlerinin dümenine bağlamaktadır. Şovenizmle sersemletilen yığınlar, seferberlik havasına sokularak istenilen doğrultuya yöneltilmeye çalışılmaktadır.

Olayların gelişme seyri ve bağlantıları ile düzenin ortaya koyduğu refleksler birarada, sürecin baştan itibaren hazırlanmış bir plana bağlı olarak yönetildiğini göstermektedir. Öyle ki, durduk yere gerçekleşen ve PKK açısından hiçbir askeri mantığı olmayan Beytüşşebap olayı ve bu olaya düzenin görülmedik bir tezcanlılık göstererek örgütlü bir politik seferberlikle karşılık vermesi, hemen ardından mevcut seferberlik halini bir adım öteye taşıyacak nitelikte başka bir eylemin gerçekleşmesi ve harekete geçmiş gericilik odaklarının sistemli bir şekilde savaş haline geçmesi, hepsi birarada planlı bir harekete işaret etmektedir.

Sadece bu kadar da değil. Henüz ortada bir şey yokken, Beytüşşebap olayının arifesinde bizzat ordunun başındaki generallerin yaptıkları çıkışlar, tüm bu yaşananlardan sonra çok daha derin anlamlar kazanmıştır. Bu çıkışlarda kullanılan ifadelere bakıldığında, generallerin, bugün ulaşılan savaş halinin startını o günden vermiş oldukları ayan beyan görülmektedir. Generaller, düzeni bekleyen risk alanlarına dikkat çekerek, kurulu düzeni koruma ve kollama misyonlarının gereğine uygun olarak harekete geçeceklerinin sinyalini vermişler, aynı zamanda son derece net ifadelerle bugün yaşanmakta olan şoven saldırganlığın gerçek hedeflerini ortaya koymuşlardır.

Örneğin ilk çıkışı yapan İlker Başbuğ’un şu sözleri bu çerçevede oldukça dikkate değerdir: “Irak’ın kuzeyinde meydana gelen gelişmeler ve olabilecek durumlar Türkiye’nin geleceğini ve güvenliğini tehdit edebilecek boyutlara ulaşma yolunda oldukça mesafe almıştır... Irak’ın kuzeyindeki oluşum ve gelişmelerin bu bölgedeki Kürtlere tarihte hiç olmadığı kadar siyasal, hukuki, askeri ve psikolojik güç kazandırdığı da diğer bir gerçektir. Ayrıca bu durumun vatandaşlarımızın bir kısmı üzerinde yeni bir aidiyet modeli yaratabileceğine de dikkat edilmelidir...”

Başbuğ’un bu çıkışından sonra sahne alan Büyükkanıt ise onun sözlerini pekiştirecek tarzda şunları söylemektedir:“Irak’ın konfederatif yapıya doğru hızla ilerlediğini görüyor, bundan duyduğumuz rahatsızlığı ifade ediyoruz. Irak’ın kuzeyinde oluşabilecek federatif bir devlet Türkiye için büyük risk oluşturacaktır. Irak’ta parçalanma çok daha büyük ihtimalle ve Irak’ın kuzeyinde oluşabilecek bir bağımsız devlet, gerçekten yalnız siyasi boyutuyla değil, güvenlik boyutuyla da Türkiye Cumhuriyeti için birinci derecede risk oluşturur. Hem siyasi, hem askeri, hem de psikolojik boyutu vardır. Türkiye’nin dikkatle bakması gereken yer Kuzey Irak’taki oluşumlardır.”

Üstüne basa basa sarfedilen bu sözler, bugün uygulama safhasına geçilen seferberlik halinin üzerine oturduğu siyasal çerçeveyi ve hedefleri anlatmaktadır. Belli ki, devletin ve devletin yönetici çekirdeği ordunun öncelikli tehdit olarak gördüğü konu Kürt sorunu ve özelde ise Güney Kürdistan’daki gelişmelerdir. Generaller düzen siyasetinin merkezine bu sorunu koymakta ve enerjilerini bu sorun üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Güney Kürdistan’daki devletleşme yönündeki adımların Kuzey Kürtleri için bir “aidiyet modeli” yaratabileceğinden korkan generaller, buna engel olmak için her türlü yola başvuracaklarını ilan etmektedirler.

Bu amaç çerçevesinde yapılmak istenen bellidir; bir yandan Güney Kürtleri’ni ilerledikleri yoldan alıkoymak, diğer taraftan ise Kuzey’de Kürt halkının örgütlülüklerini dağıtmak, ulusal bilincini ve mücadele azmini ezmek istemektedirler.

Yeniden Başbuğ’un konuşmasına dönersek, konuşmada bu çerçevede olacaklara dair bir eylemsel açıklık da bulabiliriz. Başbuğ, üstesinden gelmek zorunda oldukları sorunları tanımladıktan sonra, bu sorunlarla nasıl mücadele edeceklerine ilişkin şunları söylüyor: “Türkiye’nin bütün bu sorunları en iyi şekilde yönetebilmesi için, siyasi karar alıcılar, devletin ilgili kurum ve kuruluşları ile kamuoyunun bu sorunların Türkiye’ye etkileri konusunda görüş birliğine sahip olmaları gerekir... Belki Türkiye’nin, bulunulan şartlarda, tek başına Irak’taki gelişmelere yön verebilecek güce sahip olmadığı söylenebilir; ancak Türkiye’nin gelişmeleri engelleyebilecek, maliyetlerini arttırabilecek bir güce sahip olmadığı da söylenemez... ABD, Türkiye’nin desteğini almayan bir çözümün, Irak için kalıcı bir çözüm olmayacağını anlamalı ve görmelidir.”

Yaşar Büyükkanıt’ın “Konu vatansa gerisi teferruattır” ifadesi de bunun yanına konulursa, halihazırdaki azgın gericilik dalgasının kaynağı da kendiliğinden ortaya çıkar.

Generaller tüm bu konuşmaları yaparken, ortada ne Beytüşşebap ne de Gabar vardı. Gündemde AKP’nin yeni anayasa hazırlığı bulunmaktaydı. Ancak generaller bu çıkışı yaptıktan hemen sonra üst üste bu olaylar yaşandı ve böylelikle “siyasi karar alıcılar, devletin ilgili kurum ve kuruluşları ile kamuoyu görüş birliğine” sahip olarak Kürt halkına yönelik bir savaş cephesinde saf tuttular.

***

Olayların ve örgütlenen savaş halinin atmosferi içerisinde, düzen cephesinin yaratmak istediği görüntü, “vatandaşları terörün şiddetine uğramış mağdur bir devlet” görüntüsüdür. Oluşturulan bu görüntüye yaslanılarak, gemi azıya almış biçimde savaş ve saldırganlık siyaseti meşrulaştırılmaktadır.

Oysa işaret ettiğimiz olgular, yaşananların devletin derin karargahlarında hazırlanmış bir plana bağlı olarak gerçekleştirildiğini kanıtlamaktadır. Ve mevcut tablo, devletin psikolojik savaş karargahlarının şimdilik süreci başarıyla yönettiğini de göstermektedir. Bundan dolayı toplumun geniş kesimleri, devletin bu planlı ve sistematik gerici siyasetinin etkisi altında bu bariz gerçekleri görmeyi başaramamaktadır.

Bu zaafiyeti aşmak, işçi ve emekçileri düzen saflarında kardeş Kürt halkına karşı kurulan savaş cephesinden çıkarmak ve emekçi halkları direniş cephesinde buluşturmak günün en önemli görevi durumundadır.