19 Ekim 2007 Sayı: 2007/40(40)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..
  Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...
Düzen cephesinde savaş hali...
Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...
Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...
Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...
  “Telekom işçisi yalnız değildir!”
  İslamın çocukları emekçilere karşı:
“Türk” Telekom grevi
Yüksel Akkaya
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 6
  Kübra Gül’ün düğünü üzerine...
  Pakistan’da seçim mizanseni…
  Dünyadan...
  Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor
Abu Şehmuz Demir
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma / 2
Yüksel Akkaya
  Tezkere ve “milli seferberlik”...
M. Can Yüce
  İnkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...

Savaş kışkırtıcılığına karşı ‘İşçilerin birliği, halkların kardeşliği’ şiarını yükseltelim!

Tezkere, hükümetin önden taahhüt ettiği üzere, meclis tarafından onaylanmış bulunuyor. 16’sı DTP’li 19 red oyunu, 550 içinde istisna kabul etmek gerektiğine göre tereddütsüz söylemek gerekiyor ki, bu halk düşmanı meclisin bu tezkereyi onaylamaması da beklenmiyordu. Onaylamamak şöyle dursun, tezkere nihayetinde sadece hükümete karar yetkisi verdiği halde, onlar bugün Irak seferine çıkıyor gibi savaş naraları eşliğinde çıkardılar tezkereyi. Hükümetinden muhalefetine tüm düzen partilerinin sözcüleri, halklara karşı olanca kinlerini kustular bu vesileyle.

"Nefsi müdafaanın olduğu yerde diğer hukuk kuralları geçerliliğini yitirir” vecizesiyle, saldırganlıklarının sınır(sızlık)ını ortaya koyan Tayyip Erdoğan, muhalefet partilerinin ‘terörle mücadelede gevşeklik’ eleştirilerine de yanıt vermiş oluyordu. Irkçılıkta, faşistlikte MHP ve CHP’den geri kalmayacaklarını kanıtlama yarışına girmişçesine, Erdoğan’ın sözlerini hükümet sözcüsü tamamladı, Irak halklarına, özellikle de Kürt halkına yönelik düşmanlıklarını sayıp döktü.

Meclisin şovenizm yarışındaki üç ‘büyük’ partisinden CHP’nin başı Deniz Baykal, bir yandan tezkerenin bir savaş ilanı olmadığını, savaş istemediklerini gevelerken, hemen ardından hükümete tezkerenin gereğinin bir an önce yapılması uyarısında bulunuyor; tezkere oturumunda konuşan CHP sözcüsü Şükrü Elekdağ da, ‘Asimetrik bir mücadelede, harekatın ve dayandığı politikanın ana hedefi, terörü himaye eden devletleri ve mihrakları, terörü destekleyemez hale getirmektir. Bu bakımdan, hedef PKK’dir ama PKK’yi himaye eden Kuzey Irak’taki siyasi otoriteye bu himayenin çok ağır bir bedeli olacağını göstermek gibi bir görevimiz ve sorumluluğumuz vardır’ sözleriyle, saldırı hedefini genişletmeye (sadece PKK’ye değil, Güney Kürdistan halkına karşı da) çağrıyor hükümeti.

Sözkonusu olan şovenizm ve savaş kışkırtıcılığı olunca, MHP’nin hiçbirinden geri kalması beklenemez. Kabul oyu verdikleri bir hükümet tezkeresi olduğu halde, her koşulda ordunun yanında ve hizmetinde olduklarını açıklayan MHP sözcüsü Deniz Bölükbaşı; ‘Tezkere metninde Kuzey Irak'taki etnik yapıya hiç değinilmemiş. Daha önce çıkarılan tezkerelerden farklı olarak TSK’ya açıkça yetki verileceği konulmamış. TSK’nın değil, gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılacağı söylenmiştir. Türk askeri için kabul edilemez bir durumdur” sözleriyle, bir yandan güya hükümeti ve tezkerenin içeriğini eleştirirken, diğer yandan kadim görevlerine vurgu yapıyor. Oysa MHP’li faşistlerin her daim ordunun yanında, içinde, emrinde (özellikle de kontrgerillasının hizmetinde) olduğunu unutma imkanı bulunmuyor. Ellerinin kanı daha kurumuş değil. Kestikleri başları, burun-kulak koleksiyonlarını unutmak ve unutturmak ne mümkün.

Bu tezkere oylaması sırasında ve öncesinde yapılan konuşmaların da gösterdiği gibi, sermaye meclisi ırkçı, şoven, halk düşmanı, savaş kışkırtıcısı bir topluluktur. Küçük bir istisna dışında, meclisi oluşturan partilerin tümü ve bunların meclisteki vekilleri, seçim sürecinde de şecereleri ortaya döküldüğü gibi, sadece hırsızlık, yolsuzluk gibi adi suçlardan değil, ırkçılık, faşistlik gibi daha vahim suçlardan da sabıkalıdırlar. Düşmanlıkları sadece Kürt halkına karşı değildir. Amerikan Dış İlişkiler Komisyonu’nda Ermeni tasarının oylanması üzerine açıklamalarında da görüldüğü gibi Ermeni halkına da, şimdi tezkere oylaması sürecinde görüldüğü gibi savaşa sürükleme gayreti nedeniyle Türkiye halklarına da düşmandırlar. Savaş kışkırtıcılığında düşmanlık, aslında bir halka değil tüm insanlığa karşı tezahür etmektedir.

Sermaye meclisi, onu oluşturan düzen partileri ve generaller kanalıyla estirilen bu şoven dalganın kırılması, onların halk düşmanı yüzlerinin teşhiri ve bir karşı dalganın oluşturulmasıyla mümkün olacaktır. Savaş kışkırtıcılığına karşı ‘İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!’ şiarıyla sınıf ve kitle mücadelesini yükseltmek için tüm devrim, sosyalizm ve demokrasi güçleri seferber edilmelidir.


ABD emperyalizmine göbekten bağımlı işbirlikçi uşaklar şovenizmi kışkırtıyor...

Bu bedeli ödeyemezsiniz!

Düzen cephesinden yapılan açıklamalarda demagojinin dozu giderek artıyor. Atılan savaş naraları ve “sert” söylemler, gerçekte kitleleri şovenizmle zehirleme amacı güdüyor.

Erdoğan’ın son açıklamasındaki “bedeli neyse öderiz” ifadelerini de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Kastettiği kuşkusuz Amerika ile ilişkilerin bozulmasıdır. Böylece, “Amerika ne karışırmış” yalanının değirmenine, Tayyip Erdoğan da kendi eleğiyle su taşımış oluyor.

Savaşın, efendiyle aranın bozulması dışında da ağır ve ödemesi imkansız faturaları var. Ama öncelikle kastedilen konuya değinmek gerekiyor. Amerika’dan izin almadan da adım atmak mümkün elbette. Nitekim bunu yapan devletler de var. Ama bunlar ya onun rakibi konumundaki başka emperyalist devletlerdir, ya da örneğin Küba gibi, herşeye rağmen bağımsızlığından taviz vermeye yanaşmayanlardır. Türk sermaye devletininse, her iki gruba da girmediği, emperyalizmin uyduları grubunda olduğu açıktır. Bu durumda Erdoğan’ın sözlerinde ve ulusalcıların demagojilerinde yer alan “Amerika’ya rağmen” ifadelerinin hayat bulmasının bir tek yolu vardır; emperyalizmle kölelik bağlarını koparmak, “tam” bağımsızlığını ilan etmek.

Bu ise bugünkü düzenin ve devletin harcı değildir. Düzenin gerçek sahibi kapitalist sınıf emperyalizme sadece göbek bağlarıyla değil, daha binbir bağla ve sıkısıkıya bağlıdır. Amerikan emperyalizmi Türkiye’de hükmünü zor yoluyla yürütmüyor. İşbirlikçisi kapitalistler ve uşak yöneticilerin gönül rızasıyla, işçi sınıfı ve emekçi halkların tüm muhalefetine ve mücadelesine rağmen, Türkiye sömürgeleştirilmiş bulunuyor. Kesinlikle işbirlikçi kapitalist sınıfın ve uşak yöneticilerin rızasıyla, ama asla emekçi kitlelerin iknası yoluyla değil. Zor, bir tek kitle muhalefetini bastırmak üzere kullanıldı ve bu da gene emperyalist güçlerin değil içerideki uşaklarının eliyle oldu. Pentagon ve CİA’nın çok yönlü katkıları artık çoktan günyüzüne çıkmış bulunmakla birlikte, ‘70 ve ’80 darbeleri toplumsal muhalefeti ezmeye yönelik iç girişimler olarak tarihe geçmiş bulunuyor.

Son darbeden bu yana geçen 27 yılda ise, ne darbeci ordunun ve “sivil” bürokrasinin Amerikan uşaklığında ve ne de kapitalist sınıfın işbirlikçiliğinde “iyiye” doğru bir gidiş vardır. Tersine, geçen yıllar emperyalist köleliği daha da derinleştirmiş durumdadır.

Kısacası Erdoğan yalan söylüyor. Ulusalcılar demagojinin en sahtekarcasını tekrarlayıp duruyor. Emperyalizmle kölelik ilişkilerinin kurulu düzen çerçevesinde hiçbir çözülme imkanı bulunmuyor. Bu kölelik ilişkileri devam ettiği sürece de, Amerika’ya rağmen adım atma imkanı... Yani, “Amerika’ya rağmen” Irak’a adım atmanın bedelini, bu düzen ve devlet ödeyemez.

Öte yandan, yalan ve demagojiden ayrı bir bağımsızlık istemi de, komşu halklarla savaş istemiyle birarada ele alınamaz. Çünkü böyle bir gerçek istem ve çaba içinde olanlar, aynı zamanda halkların kardeşliğini şiar edinmiş bulunan sosyalistler ve devrimcilerdir. Halklar arasında süren savaşların asıl bedelini halklar ödediği içindir ki, Erdoğan’ın bedel üzerine söylemi bu açıdan da boş bir yalandan ibarettir. Türk sermaye devleti zaten onyıllardır Kürt halkına karşı kirli bir savaş yürütmektedir. Ve bu savaşın asıl ve en ağır bedeli de her iki halktan emekçiler tarafından ödenmeye devam ediliyor. Bu savaş nedeniyle Türk ve Kürt emekçilerin kanı dökülüyor. Ekmeği küçülüyor. Kin ve düşmanlık, en geri bilinçleri giderek daha fazla zehirliyor.

Savaşın sınır ötesine taşınması, sadece emekçi haklarımızın ödeyeceği bedeli büyütecektir. İnsani, ahlaki vb. nedenlerin ötesinde sınıfsal çıkarlar bile savaşa karşı olmak için yeterlidir ve önlemenin tek yolu, bedel ödeyecek olanların eylemli karşı duruşu olacaktır.