5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ümit yoldaşa...

“Çıtayı yükseklerde tuttunuz... Sıra bizde!”

Merhaba Ümit yoldaş,

Ulucanlar Hapishanesi’nde ölümü Habip yoldaşla beraber en önde tereddütsüzce karşılayıp ölümsüzlüğe kavuşmanın 8. yıldönümünde, hiç tanımadığın bir yoldaşından sana tüm yoldaş sıcaklığıyla yazılmış bir mektup bu… Evet, hiç tanışmadık belki ama bizi birleştiren davanın ateşiyle selamlıyorum seni mektubumun satırlarında…

Yoldaş, “bir kurşunu bile paylaşmaktır yoldaşlık” diyorsun. Bu yoğun duyguyu, bu aynı dava uğruna tereddütsüzce ölebilecek yürekler bütününü ne de güzel anlatmışsın. Aynı davanın ateşiyle korlanmış bizlerin yürekleri ve her yürek partinin bayrağı altında halaya durmuş! Seni sadece yoldaşlardan dinlememe, kitaplardan okumama, sana dair tek anımın dumanlı, ateşli bir televizyon karesinden ibaret olmasına rağmen sanki yanıbaşımdaydın. Sabah dağıtımda beraber uzatıyorduk işçi Mehmet’e mücadele çağrısını. Sanki kahkahalarımız birbirine karışıyordu da seninkinin yanında benimki duyulmuyordu… Sanki hemen yanındaydım yine, “saldıralım, geri püskürtebiliriz!” diye haykırdığında ve sanki beraber meydan okumuştuk ölüme. Ve sanki yoldaş, sen de benimle beraber tekrar doğuyordun her meydanda kızıl bayraklar altında, sıkılan her yumrukta! İşte yoldaşlık, böyle güçlü bir bağ. Yürekten yüreğe bilinçle örülen. Zaman, mekan dinlemeyen böyle güçlü bir bağ, gözlerin pırıltılarında yanan! Yoldaş, bil ki; senin gibi, Habip gibi, Hatice gibi yürekleri davanın ateşinde korlanan, bilinçleri partinin yol göstericiliğinde açılan nice yoldaşın var. Sizden aldığı bayrağa asla leke sürmeyecek, bayrağı daha da yükseltecek nice yoldaşın var. İnsanın bir başka insan tarafından sömürülmediği, motorları maviliklere süreceğimiz günler adına savaşırken kenetlenen yoldaşların… Öyle bir kenetlenme ki bu yoldaş, sizin gibi aramızdan biri ayrıldığında daha da sıklaştıran safları…

Ve sen yoldaş, geceyle batmayan güneş, bu sımsıkı kenetlenmiş yoldaşlara emsalsiz bir örnek teşkil ediyorsun. Senden örneklerle öğreniyoruz yoldaşlığı, partiyi, mücadeleyi ve devrimci kimliği… Ve genç yoldaşların “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” şiarının somutlanışını buluyorlar sende. Lenin de işçi sınıfının partisi gençliğin partisidir demiyor muydu? Başarılarının sırrını buna bağlayarak, “baylar, gençlerden korkmayın” diye öğütlemiyor muydu? Evet, yoldaş bir kez daha Lenin’i doğrulayan tarih, seni de sayfalarına 27 yaşında devrim şehidi, partinin genç önderi diye not düşecek.

Elbette “devrimci doğulmaz, devrimci olunur!” İşçi sınıfının öncüsü komünist parti işçi sınıfını mücadele okulunda eğitip dövüştürürken, genç yoldaşları da proleter kültür ve bilinçle donatıyor. Ve geleceğin partili gençliği, sosyalizme bu yeni kültürle, gelenekle yürüyor. Parti değiştirip dönüştürüyor, düşünen ve savaşan militanlar yaratıyor, kabuğundan sıyrılıp yüreğini yüreklerimizin yanına atan her devrimciden... İşte burada yoldaş bir kez daha örnek olarak sizler! Bir kez daha sizin şahsınızda somutlanıyor kadro tipi. Ve parti bir kez daha ete-kemiğe bürünüyor bedenlerinizde...

Ümit yoldaş, aramızdan ayrılışının 8. yılında dahi partiye hizmet etmeye devam ediyorsun. Her yoldaşın senin yazılarındaki bilgi birikimini, devrimci coşkuyu gördükçe, baştan sona bezeniyor devrimci kimlikle. Sizden alıntılar yaparken her yoldaşın sesi daha bir tok çıkıyor. Siz hala yazdıklarınızla, ideolojik birikiminizle sadece yoldaşlığı, partiyi tanımamıza değil, devrimci kimliği kuşanmamıza da yol gösteriyorsunuz. Bir güneş gibi karanlığın üstüne doğuşunuzla, partiye hizmet etmeye devam ediyorsunuz.

Yoldaş, aldığımız kızıl bayrağı yükseltmeye devam ediyoruz. Bu bayrak yarışı zafere kadar sürecek. İşte o zaman yoldaş beraber dikeceğiz kızıl bayrağımızı burçlara… İşte o zaman, kahkahanla sarsılacak yeryüzü, işte o zaman gençliğin bağrından kabarıp partili saflarda coşan öfken inecek bir balyoz gibi burjuvazinin tepesine… İşte o zaman yoldaş, işte o zaman çocuklar ölmeyip şeker de yiyebilecekler… Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşanacak günlere yürüyeceğiz birlikte…

Yoldaş, işçi sınıfının kızıl bayrağını gençlik içerisinde dalgalandırma çabası içerisindeki genç bir yoldaşın olarak itiraf etmem gerekir ki, çıtayı çok yükseklere koydunuz. Ve bizim de hedefimiz, yükselttiğiniz çıtayı aşmak ve daha da yükseklere çıkarmak, size ve Parti’ye layık olabilmektir… Komünist gençliğin misyonunu en iyi anlatan metin senin yaşamın olur elbette. Belki de bu yüzden sana bu satırlar döküldü yüreğimden. Yeni bir dönem daha başlarken gençlik de senden aldıklarıyla yürümeye devam ediyor.

Son sözlerinde dahi yoldaşlarını sevdiğini söyleyen geceyle batmayan güneş; sen gözlerini kapatırken bizlerin kulaklarında çınlıyordu. Sesinle ve sınıf kinimizle yürüyoruz ileriye, yeni Ekimler için!

Mücadele alanlarında görüşmek üzere…

Genç bir yoldaşın Tanya

-------------

Ulucanlar’a, On’lara, yoldaşlara...

Alabildiğine yüksek ve bir o kadar heybetli dağlarla ayrılmıştır köyler birbirinden. Reyhan ve kekiğin sarhoş eden kokusu insanı alır uzaklara götürür. Hele baharda izlemek dağlarla çevrili küçücük evleri, daha bir coşturur insanı. Her yer alabildiğine yeşile, mora, pembeye, kırmızıya, beyaza kesmiştir. Sanki eline bir palet almışsın istediğin renge boyuyorsun. Küçük ama içinde büyük şeyler barındıran bu yerleri...

Güneş ilk ışıklarını saçarken evlerin üstlerine, ne yaşadığını bilmediğin ama tahmin ettiğin bir kadının güneşe karşı dua eden yüzünü izlersin. Bu seni hüzünlendirir ama izlersin işte. Çünkü tahmin edersin o kadının belki oğlunu, belki kızını, belki de kocasını öldürmüşlerdir. Faili bilinmesine rağmen meçhul bir cinayet olarak sunulmuştur yıllarca.

Kavurucu sıcaktan sonra güneş, ışınlarını çeker yavaş yavaş evlerin üstünden. Gün aydınlığını zifiri bir karanlığa bırakır birden. Ama korkutmaz bu karanlık seni. Bütün köy toplanmıştır çeşmenin başına. Çocukların çığlığı, konuşmalar, gülüşmeler, fısıltılar hepsi ayrı ayrı çınlar kulağında. Bir delikanlının karanlıktan faydalanarak sevdalandığı kızın eline tutuşturduğu mektup sesini bile duyarsın o an.

Sonra çok uzaklardan nereden geldiğini anlayamadığın bir çığlık boğar tüm bu sesleri. Böcekler bile susar. Su akmaz sanki ses çıkmasın diye. Yanı başında ağıtlar yakılmaya başlanır. Anlamazsın önce ama ağıtları dinleyince anlarsın ki, bir devrimci katledilmiştir yine. Bütün bir köy yastadır artık. Delikanlılardan ve ergenliğe yeni adım atmış genç kızlardan başka. Her ölüm haberinde gözler daha bir hınçla, kinle, inançla, umutla bakar. Bunu hissedersin ki etkilenmemen imkansızdır artık. Ve kendi kendine dersin ki, ah bir büyüsem! Sen o vurulanı tanımazsın aslında, ama o çocuk yüreğinin bir parçasıdır, böyle hissedersin.

Güneş ilk ışıklarını sessizce gezdirir evlerin üstünde, kadın yine dua eder güneşe karşı ve güneş sessizce çekilip gider. Herkes doluşur çeşme başına ama artık gürültülerin, gülüşmelerin yerini fısıltılar ve ağıtlar almıştır. Birbirlerine şehit düşmüş devrimciyi anlatır. Sonra yaşlılar kendi yaşanmışlıklarını anlatırlar gençlere. Sana masal gibi gelir ama çocuk gözlerin uykuya direnir, pes etmez hiçbir zaman. Hep yiğitlikler anlatılır çünkü. Ve sen kendini o kahramanların yerine koyarsın hep. Yarı uyanık bir şekilde isimler duyarsın; Deniz, Mahir, Hüseyin, Ulaş, İbo ve aklında tutamadığın bir sürü isim… Merak edersin, bir masala bu kadar kahramanın nasıl sığdığını…

Sonra bu zulüm tufanı her adımında çıkar karşına ve sen anlarsın artık anlatılanlar ne bir masal ne de onlar sadece birer kahraman... Mezarlar çoğalır ve isimler... Çocuklara verilecek isimler de çoğalmıştır, çünkü her ölüm yeni bir doğumun habercisidir.

Bir Eylül sabahı açarsın gözlerini zorlanarak. Güneş yeni doğmuştur ama, ne o yaşlı kadın vardır ne de o evler. Beton yığınıdır her yan ve biraz sonra seni iliklerine kadar sömüren fabrikanın yolunu tutarsın. Başlarsın çalışmaya ve birdenbire sanki bir çığlık bastırır tüm sesleri, bütün makineler durur. İçin acır birden...

Sonradan duyarsın ki on yıldız kaymıştır gökten. On mezar daha çoğalmıştır ve çocuklarımıza takacağımız on isim daha... “On”ların yiğitlikleri anlatılır. Düşmana karşı nasıl direndikleri, nasıl inançla davalarına sarıldıkları, üstlerine gelen kurşunu nasıl paylaştıkları... Ve ölümü nasıl da halaylarla karşıladıkları, düşmanı kendi inlerinde nasıl yendikleri...

Düşman bir kez daha yanıldı. Bu topraklarda devrimci irade hiçbir zaman teslim alınamadı. Toprağa düşen herbir tohum binler verdi her defasında. Bir tarihti bu topraklarda yatan ve o tarih devrimcilerin kanlarıyla yazıldı bir daha silinmemek üzere. Evet yiğitliklerle doluydu tarih sayfaları, 26 Eylül’ü gösterdiği zaman takvimler. Geçmiş aşılarak geleceğe bir adım atılmıştı. Ve bu adımın taşıyıcıları Habip, Ümit, Hatice ellerindeki kızıl bayrağı bize teslim ettiler, tarih sayfalarındaki sarsılmaz yerlerini alırlarken...

Çiğli Organize’den bir işçi