5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen güçleri arasındaki çatışmada ordu kanlı bir katliamla inisiyatifi almaya çalışıyor!

Kanlı oyunlarınız tutmayacak!

22 Temmuz seçimlerinin ardından AKP’nin zaferini alkışlayan liberal çevreler, seçimleri yeni bir dönemin işareti olarak görmekte ve göstermekteydiler. Onlara göre 22 Temmuz seçimleriyle birlikte AKP zaferi şahsında, ülke yönetimini elinde bulunduran ve her türlü statükonun temsilcisi konumunda olan asker-sivil kastın egemenliği de sarsılmıştı. Bundan sonra Türkiye’yi yeni bir dönem beklemekteydi. Artık egemenliği sarsılan ve halkın tokadını yiyen sivil-asker bürokratik kast eski güç ve etkinliğe sahip olamayacaktı. Özellikle de yeni anayasa ile birlikte atılacak adımlarla bu durum pekiştirilecekti. Nitekim AKP karşısında saf tutan ordu merkezli cephenin içerisine gömüldüğü suskunluk ve boyun eğmişlik görüntüsü ile birlikte bu güçler daha bir cesaret kazanmaktaydılar. Fakat, liberallerin gördüğü bu düşler pek uzun ömürlü olamadı. Zira ordu cephesi, yediği darbeyi telafi etmek üzere belli bir zamanın geçmesini bekledi. Bu zaman içerisinde güç ve moral toparlayıp uygun koşullar oluştuğunda harekete geçecekti. Nihayet o gün geldi ve ordu cephesi durumu dengelemek üzere karşı taarruzu başlattı.

Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un geçtiğimiz günlerde yaptığı çıkış bu yolda yapılmış ilk adım niteliğindeydi ve bundan sonra olacaklara dair bir işaretti. Bu kapsamda daha esaslı hamlelere ise geçtiğimiz hafta içerisinde şahit olduk. Bu hamlelerden ilki PKK’ye maledilen son derece çarpıcı bir askeri eylemdi. Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde yaşanan bu olayda, bir kısmı korucu olan 12 köylü bindikleri minibüsün taranması sonucunda öldürüldü. Olay üzerine düzen cephesi koro halinde PKK’ye ve özelde ise DTP’ye yüklendi. Hemen her çevreden olayları kınayan açıklamalar yükselirken, ordu bu koronun şefi gibi inisiyatifi aldı ve ağırlığını koydu. Mizansen hazırdı, artık “büyük şef” sahne alabilirdi. Sahneye Yaşar Büyükkanıt çıktı. Büyükkanıt, açıktan DTP’yi hedef gösterirken diğer taraftan anayasa tartışmalarına girerek kendilerinin bir taraf olduğunu üzerine basa basa söyledi. Atatürk’ten alıntıladığı “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” diyerek de son noktayı koydu.

Bu sözleriyle Büyükkanıt, kim ne derse desin ve elbette halk nasıl bir seçim yaparsa yapsın kendilerini bağlamadığını, düzeni koruma ve kollama misyonundan ve devlet idaresinde sahip oldukları konumdan vazgeçmeyeceklerini ve bunun için her türlü müdahaleyi yapmaktan kaçınmayacaklarını ilan etmiş oldu. Bu aslında, 12 Kürt köylüsünün ölümünün de “teferruat”tan başka bir şey olmadığının itirafıydı. Çünkü, bu sözler “vatan için” herşeyi mübah olarak gördüklerini anlatmaktadır.

Tüm bu yaşananlara bakıldığında görülmektedir ki, ordu artık iyi bilinen psikolojik savaş oyunlarından birini oynamaktadır. Sivil halkı hedefleyen ve yok yere patlayan bombalar bu oyunun olmazsa olmazıdır. Her defasında da hedef bellidir, PKK. Nedense bombaların patladığı yerlerde olay gerçekleştirilirken kolluk kuvvetleri sır olur. Olay gerçekleştiğinde ise aynı koro hep aynı dilden ve aynı sözlerle saldırıya geçer. Şemdinli’de bu oyun bir kazayla sonuçlanmıştı. Daha önce Susurluk’ta bu oyunların nasıl ve kimlerle yürütüldüğü ayrıntısına kadar ayyuka çıkmıştı. Son günlerde ise bu türden operasyonlarda etkin bir şekilde görev alan bir rütbeli asker tarafından ifşa edilmekteydi. Bu ifşaatlarda, bir grup askerin gerilla kıyafeti giyerek düzenli olarak halka yönelik PKK’li süsü verilmiş eylem yaptığı, kentleri ve köyleri düzenli olarak bombaladıkları anlatılmaktaydı. Kürt bölgesinde hala da belli bir yoğunlukta süren bu türden ordu operasyonları, özellikle kirli savaşın dorukta olduğu ‘90’lı yıllarda Kürt halkının direnişini ezmek için sistematik olarak uygulanmaktaydı. Bugün ise daha çok, düzen içi çatışmada güç ve etkinlik kazanmak uğruna daha özel ve daha çarpıcı hedefler seçilerek gerçekleştirilmektedir. Öyle ki, Cumhurbaşkanlığı konusu üzerine yaşanan çatışmanın en hararetli olduğu dönemde Ankara Ulus’ta patlayan bomba ve anında bombalanan yerde peydahlanan Büyükkanıt’ın yaptığı çıkış hatırlanmalıdır. Büyükkanıt patlayan bombanın yıktığı binayı kendisine fon yaparak, bundan sonra büyük şehirlere yönelik benzer eylemlerin olacağını duyuruyordu.

Düzen içi çatışmada durumu dengelemek ve yeniden inisiyatifi ele geçirmek amacıyla ordu cephesinden yapılan bu çıkış, şu haliyle amacına ulaşmış görünmektedir. Cumhurbaşkanlığı mevzisini yitirmekle birlikte, ordu düzen siyaseti üzerinde ağırlığını yeniden koymuş, koruyucu-kollayıcı konumunu sağlamlaştırmıştır. Bu durumda, bir süredir sesi soluğu çıkmayan ordunun bundan böyle çok daha dolaysız ve agresif bir tarzda düzen siyasetinde boy göstereceği rahatlıkla söylenebilir. Çünkü ordunun yaptığı hamleler sadece yeni bir güç dengesi ortaya çıkarmıştır. Yoksa düzen içi çatışmanın güçleri ve dinamikleri orta yerde durmaktadır. Sadece durumunu idare edebilmesi için dahi ordunun, geçtiğimiz hafta yaşanan türden operasyonlara ihtiyacı vardır. Vardır çünkü, ordu ancak bu tür operasyonlar düzenleyerek toplum üzerindeki güç ve etkinliğini koruyabilmektedir.

Devrimci ve ilerici güçler payına bu durumdan çıkarılacak en önemli sonuç ise, düzen güçlerinin birbirlerine karşı güç ve etkinlik sağlamak uğruna yürüttükleri bu mücadelede başvurulan oyunları anında deşifre etmek, estirilen gerici rüzgarlara göğüs germektir. Bununla beraber ise bu oyunlarda malzeme olarak kullanılan şovenizm karşısında Kürt halkıyla dayanışma içerisinde olmak ve düzene karşı mücadele görevlerine dört elle sarılmak gerekmektedir.


TAYAD: “Genelge uygulansın!”

TAYAD, 29 Eylül günü Taksim Tramvay durağında, 2007 Temmuz-Ağustos tarihleri arasında tüm hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri ile ilgili eylem gerçekleştirdi, hazırladıkları raporu kamuoyuna duyurdu.

Eylemde “F tipi hapishanelerde, ‘10 saatlik sohbet hakkı’ gaspediliyor! 45/1 sayılı genelge uygulansın!” pankartı açıldı. TAYAD Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Güvel konu ile ilgili bir konuşma yaptı. TAYAD adına basın açıklamasını Nagihan Kurt yaptı.

Açıklamada, “Adalet Bakanlığı’nın 22 Ocak 2007 tarihi itibariyle yayınlamış olduğu 45/1 sayılı genelge ile tutuklu ve hükümlülere haftada 10 saat 10 kişi ile sohbet hakkı tanınmıştı. Ancak aradan geçen 9 ay boyunca bu hak kağıt üzerinde kaldı ve tutuklu ve hükümlüler, hapishane idarelerince çok değişik nedenler gerekçe gösterilerek bu haktan yoksun bırakıldılar” denildi.

“Genelge uygulansın!” sloganının atıldığı eyleme 30 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul