5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ulusal sorun üzerine notlar / 2

Volkan Yaraşır

Ulusların kaderlerini tayin hakkı siyasal bağımsızlık hakkıdır

Emperyalizm çağında ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin özü, siyasal bağımsızlık ve ulusal devlet kurma hakkını içerir. Bir ulusun siyasal bağımsızlık elde etmesi emperyalizm koşullarında da mümkündür.

Emperyalizm uluslararası bağımlılık ilişkilerini tamamen ekonomik yöntemlerle de gerçekleştirebilir. Ulusal bir devlet kapitalist ilişkileri koruduğu sürece ulusların sömürülmesi ve ezilmesi önlenemez.

Emperyalizmin bağımlı ulusların ve sömürgelerin siyasi bağımsızlık talebine yönelik saldırılarının temel nedeni, siyasi bağımlılık ilişkilerinin iktisadi bağımlılığı daha ucuz ve daha az zahmetli kılmasından dolayıdır.

Emperyalizm açısından siyasi bağımlılık ilişkisinin sömürünün derinleşmesi açısından önem taşıdığı ortadadır.

Devrimciler, ulusal kurtuluş mücadelesinin emperyalist amaçlar için yararlanılabilir olduğu koşullarda dahi, ulusların kaderlerini tayin hakkını savunurlar. Ve savunularını, burjuvazinin mülksüzleştirilmesini sağlayacak toplumsal devrimin yaratılması mücadelesiyle birleştirirler.

Sömürgelerde ulusal sorun

20. yüzyılda ulusal sorun sömürgeler sorunu olarak biçimlendi. Bu yüzyılda emperyalist devletlerin nüfuz alanlarında ya da etkili olduğu coğrafyalarda ortaya çıkan sömürgeler sorunu, ulusal sorunu kapsayan nitelikte oldu.

Bundan dolayı sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketleri, sermayenin küresel egemenliğini sarsan ve uluslararası güç ilişkilerini bozan mahiyet taşıdı.

Bu mahiyetle bağıntılı olarak ulusal sorun, devletlerin iç sorunu olmaktan öte emperyalizme ilişkin bir sorun içeriğine büründü.

Sömürgeci merkez ülkelerden kopuşu hedefleyen, bir anlamda çokuluslu sömürge imparatorluklarının dağılma sürecini başlatan, sömürge devrimleri, ulusal sorun ve toplumsal devrim arasındaki birçok yeni unsuru devreye soktu.

Özellikle Ekim Devrimi’nin yarattığı atmosferle ve bir şiar haline gelen “sömürgelere özgürlük” sloganıyla, ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizme yönelimi gözlendi.

Emperyalizmin, her ne kadar sömürgecilik siyasi biçimi altında olsa bile, sermaye ihracını esas alan ekonomik işleyişi, sömürgelerdeki egemen sınıfların şekillenişini de belirledi. Yerel egemen sınıflar temel olarak komprador burjuvazi ve milli burjuvazi olarak ikiye ayrıldı.

Sonuç olarak sömürgelerdeki kurtuluş hareketlerinde kendi kaderlerini tayin etmek isteyen özne ulus olarak tanımlanmaktan çıkarak, halk olarak tanımlanmaya başlandı.

Kurtuluş hareketleri burjuva milliyetçi bir içerikte değil, “halkçı” hareketler şeklinde gelişti ve toplumsal devrime yönelimin potansiyelini taşıdı.

Ulusal kurtuluş hareketleri, ezen ve ezilen iki ulus arasındaki bir çatışma olmaktan çıkarak, emperyalist uluslararası ilişkiler sistemini sorgulayan, bozan, altüst eden bir toplumsal devrim sürecini içinde taşıdı. Böylece ulusal sorun, fiili bir süreç olarak proletarya devriminin genel sorununun parçası haline geldi.

Ne var ki, bu süreç sınıf ittifakları ve yapısı gereği çelişik içerikteydi. Emperyalizme karşı farklı sınıf ve tabakalar -ulusal küçük burjuvazi, köylülük ve işçi sınıfı- bir araya gelerek birleşik ulusal cepheler oluşturmuştu. Ulusal cepheler içinde her sınıf ve tabaka politik ağırlıkları ölçüsünde mücadelenin seyrini etkilemeye çalıştı. Politik programlarına bağlı olarak siyasi ayrılma hakkından sınırlı bağımsızlığa ya da emperyalizmle ilişkilerin tasfiyesine kadar bir dizi radikal, devrimci ya da reformist önermeler geliştirildi.

Bugün açısından bakıldığında ulusal kurtuluş hareketlerinin zaferden sonra anti-kapitalist hatta yürüyemedikleri ortaya çıktı. Hareketlerin anti-sömürgeci bir çizgide geliştiği, politik devrimden sonra ve siyasi bağımsızlıklarını elde etmeleriyle devlet kapitalizminin bir versiyonunu inşa ettikleri görüldü.

Çünkü anti-sömürgecilik ülkenin bağımsızlığıyla kendini sınırlar. 1945’ten sonra kurulan “yeni dünya düzeni” bir tarafta ABD, diğer tarafta SSCB’ye dayalı iki kutuplu bir dünyayı simgeliyordu. Ve bu iki devlet arasında oluşan makro dengeler bir tarihsel dönemi belirleyecek içerikte oldu.

Özellikle 1945-1990 arasında gelişen anti-sömürgeci hareketler bu dengenin yarattığı ve yönlendirdiği verili koşullarda kendini sınırladı. SSCB’den ve Çin’den aldıkları yardım, bu hareketlerin “sosyalist” bir söylem geliştirmelerine neden oldu.

Söylem düzeyindeki “sosyalist” vurgu genel bir yanılsamaya yol açtı. Afrika, Latin Amerika ve Uzak Asya’da bir dizi ulusal kurtuluş hareketi zaferle sonuçlansa da, iktidara yeni ve yerli egemen sınıflar el koydu. Bu ülkelerde ağırlıkla pro-sovyetik çizgide hareket eden egemen klikler ekonomik olarak ulusal kalkınmacı, içe dönük sermaye birikimini hedef alan özünde devlet kapitalizmi modellerini hayata geçirdi.

Bir dönem Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve nüfuz alanında yer alan bu ülkeler, 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 1991’deki “Büyük Çöküş”ten sonra hızla emperyalist-kapitalist ilişkilere entegre oldu. Bir başka bağlamda zaferden sonraki konumları da uluslararası iş bölümüne bağlı gelişmişti. Kapitalizmi bir dünya ekonomisi sistemi olarak tanımlarsak, zaten bu ekonominin dolaylı bir parçası gibi konumlanmışlardı.

Öte yandan bir başka yanılgı ise bir ülkenin emperyalizmin askeri işgalinden kurtulması, o ülkenin emperyalizmin ekonomik ve siyasi ilişkiler ağından ve hegemonyasından kurtulması anlamını taşımadığıdır.

Emperyalizm herşeyden önce küresel bir olgudur. Tek bir ülkenin içinde emperyalizmin yenilmesini düşünmek, hem bu olgunun hem de emperyalizmin askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler bütünlüğünün anlaşılmadığını gösterir. Ve kapitalizmin küresel bir örgütlenme olduğunun es geçildiğini ortaya koyar.

Son olarak anti-sömürgeci devrimler eşitsiz ve birleşik bir sosyal devrim sürecini besleyen karakterde gelişebilirdi. Ne var ki 20. yüzyıl tarihinin bir dizi iç ve dış dengeleri buna izin vermedi.


Kaynaklar

Lenin, Emperyalizm, Sosyalist Yay.

Bakunin, Devlet ve Anarşi, Öteki Yay.

Rudolf Hilferding, Finans Kapital, Belge Yay.

Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi, Belge Yay.

Otto Bauer, Rudolf Hilferding, Max Adler, Karl Renner, Avusturya Marksizmi, Kavram Yay.

Peter Nettl, Rosa Luxemburg, I-II, Ataol Yay.

Lenin, Marsizmin Bir Karikatürü Ve Emperyalist Ekonomizm, Koral Yay.

Lenin, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yay.