5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt halkı yoksullaştırılmaya devam ediliyor...

Yoksulluktan, inkar ve imhadan kurtuluş sosyalizmde!

Kürt halkına yönelik saldırılar daha çok yürütülen kirli savaş nedeniyle öne çıkmaktadır ama, Türk devletinin Kürtler’e yönelik tek vahşi uygulaması “inkar ve imha” değil. İmha politikasının boyutları biliniyor. İnkar ise daha çok ideolojik plandadır ve Kürtler’in aşağılanması, Türkler’in kışkırtılması için kullanılagelmiştir. Kürtler’in asimilasyonu için sistemli ve karmaşık yöntemlere başvurulmuştur.

Yatılı bölge okulları, diğer araçların yanında, asimilasyon politikasının belki de en “masum” araçları olarak kalıyor. Daha vahşisi göç politikaları ve uygulamalarıdır. Önce Dersim isyanı bahane edilerek zorunlu göçe tabii tutuldular ve ülkenin dört bir yanına sürüldüler. Devam eden yıllarda kimi zaman zorunlu tutularak, kimi zaman zorlayarak, fakat sistemli biçimde yoksullaştırarak sözde “gönüllü” göçe tabi tutuldular. Fakat yoksulluk Kürtler’i, tıpkı Türk köylüsüne de olduğu gibi, sadece iş umuduyla büyük kentlere göçe zorlamıyor. Kürt yoksulu pamuğun, fındığın, zeytinin de ucuz ırgatı haline getirildi. Her yıl göç yollarında yaşanan kazalar ve ölümler, mevsimlik tarım işçilerinin dramını gözler önüne seriyor. Yaz sonuna doğru, hasat öncesi çoluk-çocuk yollara düşen bu insanların çıkış noktaları ise hep Kürdistan illeri olmaktadır.

Mustafa Sönmez’in bir araştırması, Kürtler’in yoksullaştırılmasının kirli savaşla birlikte nasıl da katmerlendiğini gözler önüne seriyor. DİE verilerini de kullanan Sönmez’in verdiği rakamlar, sıradan Türk emekçisine bile “bu kadar da olmaz” dedirtecek tablolar oluşturuyor.

Sönmez’in araştırma raporu oldukça kapsamlı. Ama konumuz için sadece iki konuda kullandığı veri yetecektir. Bunlardan biri kişi başına ortalama gelirle ilgili. “2 bin 146 dolar olan 2001 Türkiye ortalama kişi başına geliri, en yoksul Ağrı’nın 568 dolarlık kişi başına gelirinin yüzde 277 üstüne çıkarken, en yakın Elazığ’ın (1704 dolar) bile yüzde 26 üstünde gerçekleşti” deniyor raporda. Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2003 raporundan aktarılan bilgiye göre ise, “bölgenin 21 ilinden 17’sinin, Türkiye’nin 81 ilinin en alt 20’lik diliminde yer aldığı(nın) ortaya çıktı”ğı saptanıyor. Bir diğer veri yeşil kartlı sayısıyla ilgili. Bu bölümde de, 8 milyon 633 bin civarında yeşil kart kullanıcısının yüzde 41’inin 21 Kürt ilinde yaşadığı, yeşil kart kullananların ülke genelinde nüfusun yüzde 12’sine yaklaştığı, fakat Kürt illerinde bu oranın yüzde 30’u bulduğu, Van’da yüzde 47, Batman’da ise yüzde 43’e yükseldiği belirtiliyor.

Rakamların dili gerçekten çarpıcı ve başka bir yoruma ihtiyaç kalmıyor. Kürtler’in mahkum edildiği sefaletin boyutları, Sönmez’in raporunda da görülebileceği gibi, bir ekonomik araştırmayla da sergilenebilmektedir. Sorun yoksulluğun görülüp gösterilmesinde değil, bu vahşi uygulamanın hangi ideolojik, siyasal amaçlara hizmet ettiği ve daha da önemlisi nasıl ortadan kaldırılabileceğindedir.

Yoksulluk kuşkusuz yalnızca Kürt işçi ve emekçiler cephesinden yaşanmıyor. İMF-DB-TÜSİAD yıkım programlarıyla sağlanan genel bir yoksullaştırma söz konusu. Kaldı ki, sanayi kentlerindeki işçi nüfusunu Kürt-Türk ayrımına tutmanın bir imkanı da yok. Öte yandan, Kürt işçi ve emekçisinin sefaleti, örneğin, Kürtçe konuşmasıyla, PKK’nin muhatap alınmasıyla, ulusal taleplerinin karşılanmasıyla ortadan kalkmayacaktır. Çünkü bu talepler içinde yoksulluğun ortadan kaldırılması yoktur. Kaldı ki, Türk devletinin değil PKK’yi muhatap almak, Kürt halkının varlığını kabule bile yaklaşmadığı ortadadır.

Kürt işçi ve emekçilerinin yoksulluğu yenmesi kadar, Kürt ulusunun temel haklarına kavuşması da, sermaye devletinden kurtulmakla mümkün olacaktır. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, sadece ve sadece sosyalist bir işçi-emekçi iktidarı tarafından tanınıp güvence altına alınabilir. Her ulustan işçi ve emekçilerin refahı ancak bir sosyalist devlet tarafından gerçekleştirilebilir.

Kürt işçi ve emekçileri, işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarının yazılı olduğu kızıl bayrak altında toplanmalı ve sınıf mücadelesini yükseltmelidir.


Ordu cephesinden Kürt halkına düşmanlık kusuluyor...

Silahların gölgesinde düzen siyaseti!

Önce İlker Başbuğ Kara Harp Okulları’nın açılışında, ardından Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Harp Akademileri Komutanlığı’nın açılışında konuştu. İçeriği, tonu ve mesajı aynı bu konuşmalarda ise yeni bir şey yok. Artık alışılmış tehditler yinelenmiş bulunuyor.

Görüntüye ve medyanın yansıtış tarzına bakarsanız, tehdit iki odağa yöneltilmiştir. Düzen medyasının diliyle aktarırsak, “terör”e ve şeriat tehlikesi yaratan hükümete… Terör sözcüğü, artık çok iyi anlaşıldığı gibi, TSK literatüründe Kürt anlamına geliyor ve sadece Türkiye’deki Kürtleri değil, başta Güney Kürdistan olmak üzere tüm Kürt halkını kapsadığı biliniyor. Nitekim bunun böyle olduğu Büyükanıt’ın son konuşmasıyla bir kez daha teyit edilmiş bulunuyor. Genelkurmay Başkanı, DTP’li milletvekilleri şahsında Türkiye’deki Kürtler’in yanı sıra Güney Kürtleri’ne de olanca kinini kusuyor.

Ordunun en tepesinden Kürt halkına karşı yinelenen bu kin ve düşmanlık mesajları bir kez daha göstermektedir ki, ufukta, Kürt sorununun “çözümü”ne yönelik en küçük bir işaret bulunmuyor. Böyle bir sorunun, onu yaratan sistem içinde çözülemeyeceğini bilenler için bir yenilik olmamakla birlikte, düzen cephesinden Kürt hareketi cephesinde yayılmaya çalışılan “barış” eksenli çözüm önerileri için, bu tehditler yeni bir darbe oluşturuyor. Kurulu düzenin, (bir anayasa görevi olarak) ‘koruyucu/kollayıcı’ gücü TSK, Kürt sorununda aynı yerde durduğunu, terör edebiyatından beslenmeye devam etmek istediğini ve kendine rağmen “farklı” çözümlere izin vermeyeceğini tekrarlayarak, aslında Kürtler’den ziyade düzen içi “aykırı” fikir ve seslere mesaj vermiş oluyor. Görünürde böyle bir ihtimal yok ama, diyelim ki hükümet cephesinde “bu sorunu farklı biçimde çözelim artık” gibi bir düşünce ortaya çıksa, sergilenen tutum bunun hayat bulamayacağını gösteriyor. Çünkü Türk devleti cephesinde TSK’nın kabul etmeyeceği hiçbir çözüm uygulama alanı bulamıyor, yani çözüm olmuyor.

Hükümete, anayasa taslağındaki sözde laiklik tehditlerine ve benzeri karşı söylemlere gelince; TSK’nın en sahtekarca davrandığı alanlardan biri bu. Çünkü bu ülkede Amerikan projeleri öncelikle ordunun tepesindekilere kabul ettirilir, meclise onaylattırma sonra gelir. 12 Eylül rejimi örneğinin de gösterdiği gibi, “ılımlı İslam” projesinin uygulaması da bizzat cuntacı generaller eliyle başlatılmıştır. Dolayısıyla, “laikliğin koruyucusu” misyonu, TSK için, emperyalist uygulamanın ‘ılım’ kısmının denetiminden başka bir anlama gelmemektedir. Yani, AKP’yi yaratan ve büyüten terbiye operasyonları halen devam etmektedir.

Kürt halkına yönelik inkar ve imha harekatı ve bir emperyalist proje uğruna halklarımızın dinci gericilikle terbiye harekatı devam ettiği sürece, tüm bunların baş uygulayıcısı konumundaki TSK’dan yönelen her tehditin, ne hükümete ve ne de sadece Kürtler’e değil ama tüm işçi sınıfı ve emekçi kitlelere, devrimci harekete yöneldiği bilinmelidir. Halklarımızın silahların gölgesinde ve emperyalizmin vesayeti altında yaşamaktan kurtuluşunun tek yolu, işçi sınıfının devrimci kalkışmasıdır. Bunlar da son tahlilde onu geciktirmeyi amaçlamaktadır. Tehditleri karşılamanın ve püskürtmenin tek yolu, sınıf hareketinin yükseltilmesidir.