5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…

Özgürlük ve eşitlik sosyalizmle gelecek!

Kürt sorununun çözümüne yönelik düzenlenen konferansların sonuncusu Diyarbakır’da yapıldı. Alman Heinrcih Böll Stiftung Vakfı ile Diyarbakır Barosu’nun ortaklaşa düzenlediği, “Türkiye’de Kürtler: Barış Süreci için Temel Gereksinimler” konulu konferansa, aralarında Baskın Oran, Gençay Gürsoy, Orhan Miroğlu, Aysel Tuğluk, Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Akın Birdal, Osman Kavala, Fehmi Işık, Osman Baydemir, Hakan Tahmaz, Mithat Sancar ile İspanya, Almanya, İrlanda, Amerika’dan gelen “sivil toplum örgütleri” temsilcileri ve gazeteciler katıldı.

Konferansta “Çatışmaların Sonlandırılması Süreci”, “Otoriter ve Militarist Yapılardan Katılımcı Demokrasiye Geçiş Süreci”, “Barışa Cinsiyet Penceresinden Bakış”, “Uluslararası Aktörlerin Rolü ve İhtilaf Çözümüne Yönelik Uluslararası Mekanizmalar”, “Sosyo-ekonomik Yapı ve Kalkınmaya Yönelik Adımlar “, “Kültürel Talepler ve Siyasi İçerik”, “Politik Temsil ve Demokratik Katılım” konuları ele alındı.

Kim ne dedi?

Konferansa ev sahipliği yapan Diyarbakır Barosu adına konuşan Sezgin Tanrıkulu Kürtler’in silahtan vazgeçmesi gerektiğini belirterek, “Kürt tarafının yapması gereken, kendi iradesi ve kararı ile siyasal amaçlarına ulaşmak için silahlı şiddeti tüm biçimleri ile kullanmaktan vazgeçtiğini, barışçı yollarla zor bir süreçten geçerek başarı kazanacağını görmesi ve kendisini buna göre düzenlemesi olmalıdır. Bu mümkündür, gereklidir ve doğru olandır” dedi.  Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Ulrike Dufner ise, “demokrasinin oturması için silahların susmasının vazgeçilmez bir önkoşul olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Eski DTP Genel Başkan Yardımcısı Orhan Miroğlu 1921 Anayasası’nın örnek alınması gerektiğini vurgulayarak, “Benim önerim, 1921 Anayasası’nın örnek alınmasıdır. ‘TC Anayasası bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendilerini ifade etmelerini kabul eder’ ifadesi herşeyin önünü açar. Bu maddeyi Anayasa’ya koysunlar, 2 ay içinde PKK silahları bırakır. Gizli örgütlenmeler de biter. Sonraki aşama demokratik yasalarla düzenlenebilir” dedi.

TESEV adına konuşan Dilek Kurban ise, PKK’nin yaptığı ihlallerin altını çizerek, “Kürtlerin, artık siyasetten uzaklaşarak bilgi üretmesi gerekiyor” dedi. Kuzey İrlanda’da yaşanan sürece tanıklık eden McCartney ise, sorunlara çözüm bulunmamasının nedenini nefret ve korku duygularına bağladı.

Konuşmacılardan Prof. Michael Gunter ise Irak’taki Kürtler’e Irak’ın dönüm noktasında bir fırsat verildiğini dile getirerek, Türkiye’deki Kürtler’e ise Türkiye’nin AB’ye üye olma yolundaki reformlara dayalı fırsatın geliştirileceğini söyledi.

Kürt sorununun konuşulmasına bile tahammül edemeyen sömürgeci sermaye devleti, konferansın hemen ardından konferansla ilgili inceleme başlattı. Başsavcılığın inceleme kararı üzerine, Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polisler tarafından konferansta çekilen görüntü ve ses kayıtları istendi.

Konferans platformu Kürt burjuvazisinin platformudur

İki gün boyunca yapılan konuşmalarda Kürt sorununun “barışçıl çözümü” konferansın ana eksenini oluşturdu. Konferans üzerinden yansıyan, son tahlilde Kürt burjuvazisinin iradesi ve tercihidir. Konferans platformu, Kürt burjuvazisinin Kürt sorunu konusundaki konumuna, tutumuna ve çıkarlarına uygun düşen bir çözüm platformudur.

Konferans, gerek katılımcıların bileşimi, gerekse çözüm önerileriyle, sistem içi sınırları aşamamamıştır. Zaten platformun böyle bir sorunu da yoktur. Zira ulusal hareketi kontrolünde tutan Kürt burjuvazisi, Türk burjuvazisi ile güçlü ve kopmaz iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel bağlara sahiptir.

Bu nedenledir ki, Kürt burjuvazisinin Kürt ulusal sorununa ilişkin hassasiyeti hiçbir zaman Kürt dilinin ve kültürel kimliğinin tanınması sınırlarının ötesine geçmedi. Bu çerçevede Kürt burjuvazisi kurulu düzen temelleri üzerinde ve emperyalist sistem içerisinde bir çözümden yana oldu. Bu onun sınıfsal konumunun en doğal gereği idi. Doğası gereği bu sınıfın mevcut iktisadi-toplumsal düzene olduğu kadar emperyalizme bağımlılığa da en ufak bir itirazı yoktur. Bu nedenle konferansın konu başlıklarından birisinin “Uluslararası Aktörlerin Rolü ve İhtilaf Çözümüne Yönelik Uluslararası Mekanizmalar” olması hiç de rastlantı değildir. “Uluslararası aktörler”, emperyalist haydutlardan başkası değildir.

Konferans platformu, Kürt sorununu tam da dil ve kültürel kimliğin tanınıp tanınmaması sınırları içerisinde ortaya koydu. Bu tutumla uyumlu olarak, mevcut iktisadi-toplumsal sisteme, bu sistem üzerinde yükselen sınıf egemenliğine ve bu egemenliğin dayandığı emperyalizme karşı da herhangi bir açık itirazda bulunmadı. Hiç kuşku yok ki, konferansın “çözüm önerileri”, bugünkü koşullarda ancak Kürt burjuvazisi için ideal bir çözümdür.

İçi boşaltılan kavramlar: Barış ve demokrasi

Barış çok çekici bir kavramdır. Bundan dolayı da her türlü yalana ve çarpıtmaya, demagojiye ve aldatmacaya alet edilegelmiştir. Barış, tıpkı demokrasi gibi, egemen sınıfların, burjuvazinin, elbette her türlü oportünistin üzerine en çok laf ettikleri bir kavramdır. Konferansta da bu iki kavram, barış ve demokrasi kavramı, tarihsel ve sınıfsal içeriklerinden kopartılarak kullanılan kavramlar olmuştur.

Elbette komünistlerin temel hedeflerinden biri, savaştan ve şiddetten arınmış bir dünyadır. Ama bu nasıl olacak? Temel sorun tam da budur. Savaşlar, çatışmalar, her türlü gerici şiddet, bugün bize rağmen var ve emekçi sınıflara büyük acılar yaşatmaya devam ediyor. Bütün sorun bunun nasıl ortadan kaldırılacağıdır. Savaşın ve şiddetin bir kaynağı var. Buna kaynaklık eden bir toplumsal düzen, bir sınıf egemenliği sistemi, bir toplumsal ilişkiler sistemi var. Şiddet ve savaş, onu doğuran kaynağın ortadan kaldırılmasıyla yok edilebilir. Konferansın sınıfsal konumu gereği üzerinden atladığı sorun tam da budur.

Bugün bu ülkede uzlaşmaz sınıflara bölünmüş bir toplumsal düzen, bir sömürücü ve baskıcı sınıf düzeni var. Ve bu sınıf düzeni, bu mülkiyet düzeni, bu sosyal adaletsizlik düzeni, sürekli şiddet ve savaş üretiyor, kendisini ancak savaşlarla ve şiddetle ayakta tutabiliyor. Savaşları ve şiddeti ortadan kaldırmak isteyenler, bu düzeni, mevcut sınıf egemenliği sistemini kaldırmak zorundadırlar. Barış gibi, demokrasi mücadelesi de kurulu düzeni hedef almalıdır. Burjuvazinin sınıf egemenliğininin hüküm sürdüğü ülkelerde demokrasi mücadelesi proleter devrim mücadelesinin bir parçasıdır. Hangi sınıfın yıkılacağı, hangi sınıfın siyasal iktidara geleceği ile ilgilidir. Bundan koparılmış, soyut bir demokrasi mücadelesi olamaz. Demokrasi her zaman bir sınıfın damgasını taşır. Tarihte hiçbir zaman sınıflarüstü “saf” bir demokrasi olmamıştır.

Bir proleter devrime bağlı olarak, Kürt sorununun gerçek ve kalıcı çözümü, ulusların özgürlüğünden ve eşitliğinin sağlanmasından geçer. Farklı ulusların gönüllü birliğini, giderek tarihi kaynaşmasını ancak bu sağlayabilir. Ulusların eşitliğini gerçekleştirmeden, onların ulusal ve kültürel kimliklerinin özgürce gelişip serpilmesinin koşullarını yaratmadan sorun çözümsüz olarak kalır. Önce bastırılmış kimlik özgürleştirilmeli, ulusal kimlikler arasındaki eşitlik sağlanmalıdır. Bu eşitlik gerçekleştiği ölçüde, giderek uluslar ortak kimlikler içerisinde kaynaşmaya başlarlar. Bu, doğal bir süreç olarak yaşanır. Bunun dışındaki her yaklaşım, kitleleri yanıltmayı amaçlayan bir yalan ve aldatmacadan başka bir şey değildir.  

Konferansa egemen yaklaşımın, ulusların özgürlüğü ve eşitliği gibi bir sorunu yoktur. Konferansta Kürt ulusal sorunu, siyasal bir sorun olarak ortaya konulmamış, kültürel bir soruna indirgenmiştir. Sorun böyle görüldüğü için de, Kürt liberalleri “TC Anayasası bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendilerini ifade etmelerini kabul eder” ifadesinin yer almasının yeterli olabileceğini ileri sürebilmişlerdir.

Konferansta Kürt burjuvazisinin Kürt sorunu konusundaki konumuna, tutumuna ve çıkarlarına uygun düşen bir yaklaşım sergilenmiştir. Yaşananlardan hareketle şu gerçeğin altı bir kez daha çizilmelidir ki, bu düzen ulusal baskı ve eşitsizlikler üzerine kuruludur. Sermaye iktidarı altında bu topraklar bir halklar hapishanesine dönüşmüştür. Ve bu iktidar hüküm sürdüğü sürece, bu ülkede inkarcılık ve asimilasyon, ulusal baskı ve zulüm devam edecektir. Sermaye iktidarı altında bu topraklarda halkların eşitliği ve gönüllü birliği sağlanamaz. Bundan kurtulmanın yolu, tüm milliyetlerden emekçilerin işçi sınıfının devrimci bayrağı altında birleşmesinden geçmektedir. Bu topraklarda halkların gerçek özgürlüğe ve tam eşitliğe dayalı gönüllü birliği ancak bu bayrak altında savaşılarak kazanılabilir. Halkların devrimci birliği, sermaye iktidarı ve emperyalistler yenilgiye uğratılarak elde edilebilir.