5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!

Myanmar (Birmanya) askeri cuntasına karşı başlayan kitle gösterileri, kolluk kuvvetlerinin gerçekleştirdiği katliam, sıkıyönetim uygulamaları ve hemen ardından başlatılan sürek avı sayesinde şimdilik durulmuş görünüyor. Ancak bir kıvılcımla isyana dönüşen tepkileri yaratan çelişkiler yerli yerinde durduğu için, cuntanın kan dökerek ulaştığı “başarı”nın geçici olması da kaçınılmazdır.

Petrole zam yapan askeri cuntaya karşı Budist rahiplerin başlattığı hareketin kısa sürede yüzbini aşan bir katılımla militan kitle eylemine dönüşmesi, zorba rejimin faşizan niteliğini dünyanın gözleri önüne serdi. 1962 yılından beri iktidarda bulunan askeri cunta, 1988’de patlak veren ayaklanmayı da kanla bastırarak 3 bin kişiyi katletmişti. İsyanın ardından 1990’da genel seçimlere izin vermek durumunda kalan cunta, seçim sonuçlarını tanımayarak oyların yüzde 60’ını alan Ulusal Demokrasi Birliği Partisi başkanını ev hapsine almıştı. Gösteriler başladığında halen ev hapsinde tutulan bu partinin lideri Aung San Suu Kyi, olayların büyümesi üzerine cezaevine kapatıldı.

Sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi

50 milyon nüfuslu Myanmar’da sayıları 400-500 bin civarında olan Budist rahipler, halen önemli bir toplumsal katmandır. Belli bir kesimi politik olan rahiplerin ilk başkaldırısı, 1930’larda Britanya emperyalizmine karşı gerçekleşmişti. 1988’de kanlı bir şekilde bastırılan cunta karşıtı gösterilerin başını öğrenci gençlik çekmiş olsa da, rahipler de önemli rol oynamıştı.

Rahiplerin, özellikle politikleşmiş kesiminin (bu oranın yüzde 10 civarında olduğu söyleniyor) petrol zammına tepki vermesi doğal sayılıyor. Zira maaş almayan bu din görevlileri, geçimlerini halkın sunduğu aynî ve nakdi bağışlarla karşılıyorlar. Yani rahiplerin yaşamı bir anlamda doğrudan halkın yardımlarına bağlı. Dolayısıyla emekçilerin her sıkıntısı, yaşam standartlarındaki her düşüş rahipleri de dolaysız bir şekilde etkilemektedir. Bu yönüyle rahipler, ülke emekçilerinin sorunlarını dillendirmektedir. Nitekim din görevlilerinin Myanmar toplumunda saygın bir yeri var. Cunta karşıtı eylemlerin kısa sürede kitlesel bir boyut kazanmasını hızlandıran temel etkenlerden biri de bu.

Bu durum bu ülkedeki toplumsal muhalefet açısından bir handikap olmakla birlikte, sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi, rahiplerin eylemiyle dışavurmuştur. Hareketin kısa sürede kitleselleşmesi, kuşkusuz ki, işçi-emekçilerle ve gençliğin katılımıyla mümkün olmuştur. Ancak hareket yine de rahiplerle özdeş tutulmuştur. Cuntanın öncelikle manastırları kuşatıp burada yaşayan yüzlerce rahibi zorbalıkla gözaltına alması, bu kesimin hareketin gelişiminde oynadığı rolün bir göstergesidir.

Hal böyleyken handikap da burada başlıyor. Zira din temelleri üzerinde şekillenmiş bir toplumsal katman hiçbir zaman sınıf çelişkilerini nihai bir çözüme ulaştıramaz. Dahası, hareketin başlamasında önemli bir rol oynamakla birlikte, toplumsal hareket bu dinsel katmanı aşamazsa eğer, rahipler belli bir aşamadan sonra hareketi köstekleyen konuma düşeceklerdir. Hiçbir dini ideoloji özel mülkiyete ya da kapitalizme karşı cepheden tutum almayacağına göre, kapitalizmin dolaysız sonucu olan çelişkileri çözmek din adamlarını fazlasıyla aşan bir durumdur.

Emperyalizmin kanlı eli Myanmar’da

Medya tekelleri, rahiplerin giysilerine atıfla, cunta karşıtı harekete “safran devrimi” adını yakıştırdılar. Bu adlandırma doğal olarak “kadife devrimi”, “turuncu devrimi” vb. adlandırmaları çağrıştırıyor. Hatırlanacağı gibi adı geçen “devrimler” CIA-Soros-soysuz işbirlikçiler koalisyonu marifetiyle birkaç ülkede icra edilmişti. Buna karşın Myanmar’dan yansıyanlar bu adlandırmanın yapay olduğuna işaret etmektedir. Zira kısa sürede alevlenen kitle eylemleri zamlara, işsizliğe, yoksulluğa ve cuntanın zorbalığına karşı birikmiş tepkilerin dışavurumuydu. Kısa sürede askeri cunta karşıtı siyasal bir boyut kazanması ise, kitle eylemlerinin mantığına uygun bir gelişmedir.

“Safran devrimi” adlandırması yakıştırma olsa da, bu elbette emperyalist güç odaklarının kanlı ellerinin Myanmar’ı karıştırdığı gerçeğini değiştirmiyor. Tersine, ABD-AB merkezli güçlerin bir tarafı, Rusya-Çin-Hindistan merkezli güçlerin ise diğer tarafı desteklemesi, adı geçen güçlerin çıkarlarının bu ülke içinde de çatıştığının somut göstergesidir.

Sorunun kısa sürede BM Güvenlik Konseyi gündemine taşınması, ABD emperyalizmi ile batılı müttefiklerinin Myanmar’a yaptırım uygulamak için Güvenlik Konseyi kararı çıkartmak için çaba harcaması, çatışmanın ciddi boyutlarda olduğuna işaret ediyor. Konseyin daimi üyeleri Çin-Rusya ikilisinin bu kararı veto etmesi ise, emperyalist cephede, Myanmar cuntasına karşı iki farklı tutumun varlığını gösteriyor.

ABD ile batılı kuyrukçularının askeri cunta ve onun katliamcı rejimine karşı çıkıyor görüntüsü sergilemesi, iğrenç bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Zira en kanlı icraatlara imza atmakla yetinmeyen bu güçler, neredeyse dünyadaki tüm faşist cunta ve rejimlerin baş destekçisidirler.

Myanmar’daki zorba rejimle yakın işbirliği içinde bulunan, bu rejime silah satan, ülkedeki doğalgaz kaynaklarının iletilmesi için anlaşmalar imzalayan Rusya-Çin-Hindistan üçlüsü ise, bu ülkenin içişlerine karışılmasına karşı oldukları gerekçesiyle askeri cuntayı savunuyorlar. Kısacası emperyalist güç odakları ne Myanmar halklarının işsizlik ve sefilliğe mahkum edilmesiyle, ne de askeri cuntanın zulmü altında inlemesiyle ilgililer. Onlar, her zaman olduğu gibi ve onlara yakışacak şekilde, bu ülke üzerinden de hegemonya savaşını sürdürüyorlar.

ABD ile batılı kuyrukçuları, hegemonya savaşından kazançlı çıkmak için Myanmar’daki toplumsal muhalefeti yedeklemeye çalışıyorlar. Bu kirli emellerine ulaşabilmek için her yola başvuracaklarına kuşku yoktur. Bu çerçevede “Safran devrimi” yakıştırmasını bu girişimlerin ilki ya da görünen ilk hamlesi saymak gerek. Cunta şefleri üzerindeki basıncı da arttırmaya başlayan batılı emperyalistler, büyük tekellerin cunta rejimiyle işbirliğine son vermesi için çağrıda bulundular. Bu arada BM Özel Temsilcisi İbrahim Gambari’yi Myanmar’a gönderen ABD ile müttefikleri, cuntanın askeri şefi general Than Shwe ve muhalefet lideri Aung San Suu Kyi ile görüşmesini sağladılar. Böylece Rusya-Çin-Hindistan üçlüsüyle işbirliği yapan rejim üzerindeki basıncı arttırdılar.

45 yıldır zorba bir rejimle ülkeyi yöneten askeri cuntanın bir an önce yıkılması gerektiğine kuşku yoktur. Myanmar emekçilerinin işsizlik ve yoksulluk belasının yanısıra askeri zulümden kurtulabilmeleri için de bu gereklidir. Ancak ABD ile batılı müttefiklerinin kuyruğuna takılarak yapılacak bir yönetim değişikliği, cuntaya yeni şefler atamaktan öte bir değişiklik yaratamaz. Bu ise, yıpranmış celladın yerine henüz yıpranmamış olanını geçirmenin ötesine geçemeyecektir.

Bu ülke emekçileri ancak, hem askeri cuntaya hem emperyalist güç odaklarına karşı mücadeleyi birleştirmeyi başardıklarında özgürlüğe giden yolu açabileceklerdir.