5 Ekim 2007 Sayı: 2007/39(39)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kontrol altında tutulmak istenen kardeş Kürt halkının geleceğidir…
  Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapıldı…
İMF’nin gözü yine emekçilerin
cebinde!
Referandum mu, farsi oyun mu? - Yüksel Akkaya
Kamu emekçilerinin işgüvencesi gaspediliyor, işgüvencesiz çalışma yaygınlaştırılıyor...
Birleşik ve kitlesel bir
6 Kasım süreci örgütlemek için!
  Ulucanlar anmalarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve yoksullaştırma - 1 - Yüksel Akkaya
  TİB-DER'den çağrı!
  İşten atılan sendika çalışanları üzerine Tüm Bel-Sen üyeleriyle konuştuk...
  Çocuklarımızın kurtuluşu sosyalizmde!
  Myanmar’da özgürlüğün yolu cuntaya ve emperyalizme karşı direnişten geçiyor!
  Suriye “Ortadoğu Barış Konferansı”na
katılmayacak!
  Dünyadan...
  Ulusal sorun üzerine notlar / 2 Volkan Yaraşır
  İki gelişme ve çatışma çizgisi - M. Can Yüce
  Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!
  Che şahsında sosyalizm hiç olmadığı
kadar günceldir!
  Ümit yoldaşa...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni dönemde gençlik taraf olacaktır!

Geleceğin ve özgürlüğün tarafı!

Yeni eğitim dönemi sermaye devletinin çözümsüzlüğünün ve çürümesinin gözler önüne serilmesiyle başladı. Bugün eğitim alanında yaşanan çözümsüzlük yılları bulan sermaye politikalarının dolaysız bir sonucudur ve artık “çözüm” sermaye açısından sorunu derinleştirmenin kendisi haline gelmiştir.

Gençlik sorununun her geçen gün derinleşen bir kapsamda karşımıza çıkmasına rağmen hareketin bu sorunların karşısına çıkabilecek güçlü bir alternatif oluşturamamasının nedenlerini tartışmak, yeni dönem gündemleri ve devrimci gençliğin müdahalesinin yönü açısından özel bir önem taşımaktadır.

Taraflaşmanın yapay biçimleri ya da doldurulamayan boşluk

Bugün sermaye devletinin gençliğe yönelik çok yönlü saldırıları karşısında gençliğin savunmasız kalmış olmasının nedenlerinden biri, politik planda gençliği taraflaştıracak bir pratiğin az çok bir birleşik zeminde ortaya çıkartılamamış olmasıdır. Gençliğin ileri unsurları şahsında yaşanan bu boşluk, düzen siyasetinin ya da bu eksende ortaya çıkan yapay taraflaşmaların geniş gençlik yığınlarını etkilemesini kolaylaştırmaktadır.

Geçtiğimiz dönemde YÖK-AKP çekişmesinde gençliğin hiç de azımsanmayacak bir kesiminin dinsel gericilik karşısında düzenin “sözde laik” gericiliğine yedeklenmiş olması bunun bir göstergesidir. Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf haline gelirken, aynı zamanda toplumsal sorunlardan kopmakta, geleceğine ilişkin sorunlarda bir taraf olarak hareket edememekte, bu çerçevede bir taraflaşmadan uzaklaşmaktadır.

Elbette devlet ideolojik aygıtları sayesinde (ki üniversite de bu ideolojik aygıtlardan birisidir) gençliği kendi politikaları ekseninde taraflaştırmayı başarmaktadır. Sınıf ve kitle hareketinin geri seyri bunu kolaylaştırmaktadır. Ancak soruna salt bu nesnellik sınırlarında bakmak, gençlik alanında yaşanan politik önderlik boşluğuna ve bunun nedenlerine gözleri kapamak anlamına gelecektir.

Bugün gençlik hareketini geliştirmeye yönelik politik müdahaleleri gerçekleştirme çabasını ortaya koyan siyasal güçlerin sayısı oldukça azalmıştır. Bir yandan hareketin sorunları ve ihtiyaçlarından, öte yandan da siyasal sürecin sorun ve gerekliliklerinden kopmuş ilerici ve devrimci güçlerle karşı karşıyayız. Üniversitelerde politik planda tam bir boşluk havası hakim. Sermayenin sistemli saldırıları karşısında hedefli, soluklu bir mücadele hattının ortaya konulamamış olması, bu boşluğun derinleşmesine ve sermayenin saldırılarını yoğunlaştırmasına neden olmaktadır.

Bugün devrimci gençlik güçleri dinamik bir tartışma sürecinden yoksun bulunuyor. Yürütülen birçok çalışma ve saptanan hedefler ciddi bir politik arka plandan yoksun ve dinamik bir tartışma sürecine dayanmıyor. Hal böyle olunca, geniş gençlik yığınlarının yaşadığı derin apolitizm ya da sermaye politikaları üzerinden taraflaşan bir gençlik üzerine yapılan değerlendirmeler, mevcut durumla edilgen bir uzlaşmayı anlatıyor.

Gençlik alanında yaşanan sorunların çözüm yolu politikleşmiş bir gençlik mücadelesini geliştirme doğrultusunda atılacak adımlarla açılabilir. Politik bir gençlik hareketi ancak, gençlik sorununun ve bu alana dönük sermaye eksenli saldırıların yoğunlaşma noktalarının doğru bir tanımlaması ve bunlara karşı bütünlüklü bir politik mücadele platformunun oluşturulmasıyla geliştirilebilir.

Gençlik sorunu ve taraflaşmanın gerçek zemini

“Gençlik hareketini politikleştirmek, eğitim sisteminin sorunlarından kopmak anlamına gelmemektedir. Gençliği politikleştirmek bir süreç ise, bu sürecin belirleyici halkasını eğitim sisteminin sorunları oluşturmaktadır. Bugün eğitimin temel sorunları ve bunun genel tanımı olarak ticari eğitim, sistemin temel sorunları ve saldırıları ile güçlü bağlar taşımakta, bu akademik-demokratik mücadelenin hızlı bir biçimde politikleşmesinin olanaklarını ortaya koymaktadır. ‘Çürüyen eğitim sistemi çürüyen düzenin aynasıdır’ şiarı bugün hiç olmadığı kadar açık ve güncel tespitin özlü bir ifadesi olarak tanımlanmalıdır. İşte tam da bu nedenle ticarileşen eğitim sistemine karşı bütünlüklü bir mücadele platformu oluşturmak bugünün gençlik hareketi için yakıcı bir sorundur.” (Ticari eğitime karşı birleşik mücadeleye!, Ekim Gençliği, sayı: 95)

Ticari eğitime karşı, neo-liberal dönüşümlere karşı gençliğin kitlesel ve birleşik mücadelesini geliştirmek... Bugün için sermayenin zorlanma yaşamadan gerçekleştirdiği yapay taraflaşmaların karşısına gençliğin gerçek bir taraf olarak çıkarılabilmesini sağlamak... Yeni dönemde gençlik mücadelesinin yönünü belirleyen asıl eksen burası olacaktır. Bu alanda sağlanacak başarı ve kazanılacak mevziler, gençlik mücadelesinin dinamik bir çıkış yapabilmesinin önkoşullarından birisidir.

Şimdi ticarileşen eğitime karşı mücadelede gençliğin özgün talep ve şiarlarının öne çıkanlarını başlıklar halinde tanımlamaya çalışalım:

1) Eğitimin ticarileşmesine karşı çok yönlü bir mücadele:

Ülkedeki neo-liberal dönüşümlere paralel olarak eğitim alanı da bir bütün olarak yeniden yapılandırılmaktadır. Eğitimin ticarileştirilmesi yönünde atılan adımlar hız kazanmış, bunun doğal sonucu olarak eğitimin niteliğinde gözle görülür bir zayıflama yaşanmış ve eğitim piyasanın değişen ihtiyaçları ekseninde yeniden tanımlanmıştır. Güncel planda neo-liberal politikalar çerçevesinde eğitim yarı kamusal bir alan olarak tanımlanarak, paralı eğitim uygulamalarının hukuki zemini hazırlanmıştır.

Eğitim alanında yaşanan bu dönüşüm, sistemin bütününde yaşanan neo-liberal dönüşümle dolaysız bağlar taşımaktadır. Kamusal hizmet alanının ve sosyal bölümlerin tasfiyesi, özelleştirmeler, eğitim alanında ve her alanda yaşanan piyasalaşma, bütünsel bir neo-liberal yapılanma sürecinin ayaklarını oluşturmaktadır.

Bugün yaşanan bu dönüşümler sonucunda gençlik eğitim alanında “müşteri” olarak görülmektedir. Zira o hizmeti almakta ve sonrasında kazanç sağlamaktadır. Öyleyse piyasada örneğin bakkalla kurulan ilişkinin niteliği öğrenci-eğitim kurumu/rektörlük için de geçerlidir. Eğer hizmetini alıyorsun paranı ödemek zorundasın!

Yeni dönemde yerel paralı eğitim uygulamalarına ve genel olarak eğitimin bizleri müşteri haline getiren uygulamalarına karşı çok yönlü bir mücadele hattı oluşturmak ertelenemez bir sorumluluktur.

2) Geleceksizlik ve diplomalı işsizlik:

Sistemin bütününde yaşanan dönüşüm, gençlik kesimleri açısından işsizlik ve geleceksizlik demektir. Özellikle son süreçte mesleki alanların yeniden yapılandırılması üzerinden ortaya çıkan tablo, bu saldırıları bütünleyen ve derinleştiren bir başlık olarak gençlik kesimlerinin önünde durmaktadır. Bu çerçevede, mesleki alanlarda yaşanan dönüşümler, GATS ve AB uyum sürecinde sistemin hayata geçirdiği neo-liberal politikaların bir sonucudur ve sistemin bu politikalar çerçevesinde gerçekleştirdiği bütünlüklü dönüşümün eğitim alanındaki yansımalarıdır. Bu dönüşümler mesleklerin yeniden yapılandırılması biçiminde olup, eğitim sürecinin kendisinin de mesleki alanlarda gerçekleşecek dönüşümün gerekliliklerine göre şekillendirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Mühendislik ve mimarlıktan eğitim, hukuk ve tıpa kadar birçok mesleği ilgilendiren bu dönüşümlerin en temel sonucu, geleceksizlik ve işsizliktir.

Yakın bir gelecekte mühendislik, mimarlık, hukuk vb. alanlarda daha kapsamlı sonuçlarıyla karşılaşılacak olan bu dönüşümler eğitim alanında çoktan hayata geçirilmeye başlanmıştır. Lisans eğitiminin dışında kadro alabilmek için, yani eğitimci sıfatı kazanabilmek için KPSS zorunlu hale getirilmiştir. Bu alanda kamunun tasfiyesine paralel olarak her geçen gün daha az kadro açılmaktadır. Sözleşmeli-ücretli öğretmenlik gibi uygulamalarla, 4 yıllık lisans eğitimini tamamlamış genç insanlar kölelik koşullarında çalışmaya zorlanmaktadır.

Mesleki alanları hedef alan bu bütünlüklü saldırı ile yıllardır parça parça ama sistematik bir biçimde sürdürülen geleceksizleştirme saldırısı daha yaygın ve genel bir karakter kazanmaktadır. Bu saldırılarla eğitim sürecini daha geniş bir zamana yayarak bu alan üzerinden yeni bir piyasa oluşturmak, genç kölelerden ve işsizlerden oluşan bir orduya sahip olmak amaçlanmaktadır.

Yeni eğitim döneminde gençliğin gelecek sorunu, mesleki dönüşümler vb. etkin bir biçimde işlenmek zorundadır. Zira bu bugünkü dönüşümlerin düğüm noktasıdır ve bu anlamı ile kitlesel bir gençlik mücadelesinin de temel hareket noktasıdır.

3) Gerici ve anti-bilimsel eğitim sistemi:

Gerici ve anti-bilimsel eğitim sistemi hiç de gerici/dinci AKP hükümetinin ürünü değildir. Cumhuriyetin ideolojik dayanağı olan Kemalizm yıllardır eğitim alanında da, militarist/karşı-devrimci bir şiddetin ve Türk şovenizmine dayalı milliyetçiliğin dayanağı olarak kullanılmaktadır. Yalanlarla dolu bir “milli tarih”, “milli coğrafya” bunun bir ürünüdür.

Bugün gerici, şoven ve anti-bilimsel eğitim anlayışına karşı çıkmak, bu gericiliğin tüm kurumları ile kaynağı olan burjuva sisteme karşı olmak anlamına gelir.

Yeni eğitim döneminde gericiliğin ve şovenizmin dayanaklarına karşı çok yönlü bir çalışmayı örgütlerken, öte yandan kardeş Kürt halkının mücadelesine sahip çıkmak temel bir mücadele başlığı olacaktır.

4) Gençlik söz ve karar hakkı istiyor!

Sermaye devleti ve onun eğitim kurumları, toplumu ve gençliği sindirmek için baskı ve teröre başvurmaktan çekinmemektedir. Zira geleceği karartan bir sistemin gelecek özlemine tahammülü bulunmamaktadır. Üniversitelerde ve liselerde derinleşen anti-demokratik uygulamalar, soruşturma ve hukuk terörü bunların ifadesidir.

Gençlik mücadelesi akademik-demokratik haklarına dönük son derece pervasız bir tarzda yürütülen saldırılar karşısında sesiz kalamaz. Bugün üniversitelerde yaşanan anti demokratik ve baskıcı uygulamaların karşısına “Söz ve karar hakkı istiyoruz!” şiarı ile çıkmak, bu çerçevede geniş bir duyarlılık alanı yaratmak ertelenemez bir sorumluluktur.

Yeni eğitim döneminde gençliğin karşı karşıya kaldığı tüm anti demokratik saldırılara etkili bir yanıt oluşturmayı hedeflemeliyiz. Öncelikle gençliğe üniversitenin öznesi olduğunu kavratan bir politik süreci örmeyi başarabilmeliyiz. Bu çerçevede, gençliği bir araya getirecek her türlü yol, yöntem ve aracı etkin bir biçimde kullanmak, alternatif yaşam ve üretim alanları oluşturmak öncelikli hedeflerden birisi olmak durumundadır.

(Ekim Gençliği’nin Ekim ‘07 tarihli 104. sayısından alınmıştır...)


Bahçelievler katliamının katilleri aramızda dolaşıyor...

Katliamcılardan hesap sormanın yolu katil devletle hesaplaşmaktan geçiyor!

Sermaye devletinin “şanlı tarihi”nin ders kitaplarına yansımayan kısımları, sonuna “katliam” kelimesi eklenmiş tarihlerle ve yerlerin isimleriyle doludur: 16 Mart katliamı, 1 Mayıs 77 katliamı, 19 Aralık katliamı; Maraş katliamı, Sivas katliamı, Ulucanlar katliamı... Tarihe belirlenmiş bir isimle not düşülen bu cinayetler, egemenlerin katliamlarının küçük bir bölümü de olsa, toplumun hafızasında yer etmesi bakımından oldukça önemlidir. Bunlar arasında tarihe Bahçelievler katliamı olarak geçen vahşi cinayet ise, insanlıktan çıkmış bir güruhun uyguladığı vahşetin yanısıra, derin devletin yüzeye en yakın kesimlerini aydınlatması bakımından dikkat çeker.

Devrimci yükselişe karşı devlet destekli faşistlerin en azgınlaştığı yıllardı ‘78’ler. Katliamların, cinayetlerin, işkencelerin tablosu hala tam olarak saptanabilmiş değildir.

Faşist parti Bahçelievleri denetimine almak istiyor, bunun için de birkaç “pürüz”ün temizlenmesi gerekiyordu. Bunun için Bahçelievler’de oturan TİP’li öğrencilerin ortadan kaldırılmasına karar verildi. İleride herbiri “Türkiye seninle gurur duyuyor!” sloganları ile karşılanacak olan tetikçiler kanlı bir plan hazırlayarak uygulamaya koydular. Faşist çetenin başında ‘Büyük reis’ Abdullah Çatlı vardı:

3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasıyla tanınan Çatlı ‘devlet için kurşun sıkan şerefli’ kişilerin başında gelmektedir. Doç. Dr. Bedrettin Cömert, Ömer Lütfü Topal, Tarık Ümit, Abdi İpekçi, Kemal Türkler ve Papa suikastleri, Çatlı’nın gerçekleştirdiği ya da adının karıştığı suikastlerden sadece birkaçıdır. Susurluk’ta öldüğünde, üzerinden İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın imzasının bulunduğu silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport çıkmıştır. Hala ülkücü mafya dizilerinde ikon olarak kullanılmaktadır...

***

Faşist çete 9 Ekim 1978 akşamı katliamı gerçekleştireceği 16. sokağa doğru harekete geçer. Plana göre reis arabada bekleyecek, 2 kişi gözcü bırakılacak, 4 kişi ise eve girerek 4 TİP’linin “işini bitirecek”tir. Araba 56 No’lu apartmanın önüne park eder ve güruh 2 No’lu dairenin önüne gelir. Ercüment Gedikli adlı faşist tekme atarak kapıyı kırmaya çalışır fakat başaramaz. Bunun üzerine zili çalar:

Dönemin Bahçelievler Bölge Sorumlusu Ahmet Ercüment Gedikli katliamdan sonra yedi kez ölüm cezasına çarptırılır ve on yıl hapis yattıktan sonra serbest kalır! Gedikli yıllar sonra yaptığı röportajlarda, bölgedeki ülkücü harekete ne gibi katkılar sunduğunu gururla anlatır. “MHP Genel Merkezi de Bahçelievler’deydi ama semt ülkücülerin hakimiyetinde değildi. Bu tarihten sonra hadiseler tırmandı, yaralananlar, ölenler oldu” sözleri, katliamın ne kadar da doğal olduğunu anlatmak için sarfedilmiştir. Gedikli’nin serbest kaldıktan sonra Çatlı ile çeşitli ilişkiler içerisinde olduğu ve BBP’de faaliyet sürdürdüğü bilinmektedir...

***

Kapının açılmasıyla birlikte sarkık bıyıklı dört faşist besleme silahlarını çekerek içeri dalar. İçeride TİP üyesi 5 öğrenci vardır. Öğrencilerin elleri arkadan bağlanır ve eterle bayıltılır. Kısa süre sonra kapı çalınır, iki TİP’li daha gelir. Sayının artması üzerine kararsızlık yaşayan faşistler, yeni gelenleri arabaya bindirerek Eskişehir yoluna götürürler ve orada infaz ederler. Geri kalan beş kişinin de aynı biçimde infaz edilmesi planlanmıştır, fakat bunun fazla zaman alacağından endişe eden katil sürüsü onları evde öldürmenin yollarını aramaya başlar. Haluk Kırcı devrimcileri tel ile boğma fikrini ortaya atar. Kendi arkadaşlarının bile hayretle karşıladığı bu fikri uygulamaya geçiren Kırcı önce tel, sonrada yastık yardımıyla öğrencilerden birini katleder.

Kırcı ‘88’de idama mahkum edilir ve ‘91’de şartlı tahliye ile salıverilir! Kararın “yanlış” olduğu farkedilerek aranmaya başlayan Kırcı bu dönemde evlenir ve nikah şahitliğini Mehmet Ağar yapar. Çatlı’dan sonra “özel örgüt”ün silahlı kanadının başına geçtiği bilinmektedir. ‘96’da yakalanan Kırcı aynı gün firar eder. ‘99’da yeniden yakalanarak Susurluk davasından dört yıla mahkum olur. 2004’te ikinci kez “yanlışlıkla” tahliye edilir. Hikaye böyle sürer gider...

***

Boğarak öldürmenin uzun süreceğini farkeden katiller geri kalanları silahla öldürmeye karar verirler. Haluk Kırcı dışındakiler evi terkeder. Kırcı kalan dört gencin üzerine kurşun yağdırdıktan sonra evden hızla uzaklaşır. Silah seslerini duyarak eve girenleri tam bir vahşet tablosu beklemektedir. 5 genç kanlar içinde yerde yatmaktadır. Fakat içlerinden biri ölmemiştir ve onun verdiği ifade sayesinde olay fail-i meçhul olmaktan kurtulur...

Katliama gözcü olarak katılan Ömer Özcan ve Duran Demirkan 15 yıl hapis cezasına çarptırılırlar ve infaz yasasından yararlanarak serbest kalırlar. MHP Ankara İl İkinci Başkanı Mahmut Korkmaz 15 yıla mahkum edilir ve ‘91’de Şartla Salıverme Yasası dikkate alınarak “yanlışlıkla” salıverilir. Kadri Kürşat Poyraz Fransa’ya kaçar ve yakalanamaz.

***

Katliamın ardından katiller, Çatlı’nın arabasına binerek olay yerinden uzaklaşırlar. Araç çeşitli ifadeler doğrultusunda tespit edilir ve Ülkücü Gençler Derneği 2. Başkanı Mustafa Mit’in üzerine kayıtlı olduğu anlaşılır. Mit, aracın kendisinin olduğunu ama Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun himayesinde bulunduğunu söyler.

Mustafa Mit hiçbir ceza almaz. Soruşturmada adı sıklıkla geçen ve katliamın planlayıcılarından olduğu düşünülen Mit, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri’nde MHP tarafından Sivas’ta 1. sıradan aday gösterilir. Mit, aynı bölgeden bağımsız aday olan, eski arkadaşı katil Muhsin Yazıcıoğlu’nun oylarının büyük kısmını alması nedeniyle seçilemez...

***

Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar, Latif Can, Faruk Erzan, Salih Gevence... Daha güzel bir dünyayı düşleyen bu gençler artık yoklar, ama onlar gibi binlercesini katleden faşist beslemeler hala ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar.

Bahçelievler katliamı, sermaye devletinin tetikçilerine nasıl sahip çıktığını en açık biçimiyle gözler önüne sermiştir. Açılan davaların gerçekte devletin kendi çocuklarını korumak için düzenlediği tezgahlar olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Tüm bu katliamların hesabını sormak tam bu yüzden, bizzat onun arkasındaki devletle ve ona hakim olan burjuvaziyle hesaplaşmaktan geçiyor.