17 Ağustos 2007 Sayı: 2007/32(32)

  Kızıl Bayrak'tan
   Çok yönlü saldırılara karşı işçilerin ve
halkların direnişi!
  Ortadoğu’da etkin rol mü, ABD’yle suç ortaklığını pekiştirmek mi?
ABD ve işbirlikçilerinin cumhurbaşkanı seçimi...
17 Ağustos unutulmasın...
Tekstil TİS’leri ihanet öncesi sessizliği yaşıyor
Kamuda toplu görüşme süreci başladı.....
  Elektropak işçisi eylemde
  Texim Tekstil’de iş bırakma!
  Tersanede direniş kazandı!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Sermaye grev hakkına saldırıyor…
  Sermayenin saldırılarını püskürtmek için ortak komite, birleşik direniş!
  Kadın vekiller kadın sorunuyla ne kadar ilgili?
  Emperyalist-kapitalist sistem kadın sorununu çözemez,
  Formula 1 sermayenin
uluslararası bir sirkidir!
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  BM: “Kosova bölünebilir!”
  BM Irak’ta etkin role hazırlanıyor
  Şangay İşbirliği Örgütü’nden
askeri tatbikat
  Savaştan gıdasını alan tüccarlar - Abu Şehmuz Demir
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 3 - Volkan Yaraşır
  Kavel Müzik Grubu’yla devrimci sanat üzerine konuştuk...
  “Bu makine de faşistleri öldürür!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadın vekiller kadın sorunuyla ne kadar ilgili?

Sermaye düzeninde çürüme derinleştiği, gericilik gemi azıya aldığı oranda, tüm sorunlar gibi kadın sorunu da ayyuka çıkıyor. Günümüzde bunun en çarpıcı ve bir o kadar dramatik örneği, töre cinayetleri. Devletin vurdumduymazlığı, yaptırımsızlığı, hatta bunlardan daha vahim olmak üzere desteği koşullarında hızla artan bu cinayetler, kadının bu sistemden ne bekleyebileceğinin de aynası oluyor.

Çürüdüğü oranda gericileşen sermaye düzeni, her tür toplumsal gerilik ve gericilikten de medet umuyor. Kadını denetim altında tutabilecekse eğer, feodal geleneklerin devamında hiçbir mahzur görmüyor. Bu gelenekler bu tür cinayetlerle malul olsa da. Sermayenin devleti de, düzenin bu ihtiyacına cevap vermek üzere, yasalarıyla koruyor bu ölümüne gericilikleri. Maktulün azmettirici ilan edildiği cinayet davalarında az katil serbest bırakılmadı. Böyle olunca da cinayetler birbirini izledi ve izlemeye devam ediyor.

Bu durum, hiç de meclisteki kadın sayısıyla ilgili bir durum değil. Öncelikle, kadını kadın koruyacak diye bir şey yok. Diğer yandan, burjuva meclise girenler, daha baştan, burjuva düzene hizmet etme yeminiyle giriyor. Bu kararlılık ve görev bilinciyle talip oluyor görevlere. Dolayısıyla, erkek ya da kadın, meclisteki vekillerin işi sisteme ve devlete ilişkin görevlerini yerine getirmektir.

Sermaye düzeninde kadına ikinci sınıf muamelenin en çarpıcı göstergelerinden biri yönetim dışı tutulmasıdır. Tam da bu durumdan istifade, düzen partileri, seçim listelerinde kaç kadına yer verdikleri üzerinden propagandayla, kadınların oyuna talip olmaya çalışıyorlar. Son seçimler bunun son örneği oldu ve seçimlerde, meclise en fazla kadın taşıma demagojisiyle, kadın sorununda en gerici düzen partilerinin başını çeken dinci AKP, örneğin sosyal demokrat CHP’nin önüne geçmiş oldu.

Kadın ya da erkek, AKP’li vekillerin kadın sorunuyla ilgilenmediğini söylemek yanlış olur elbette. Kadının kapanma özgürlüğü konusundaki mücadelenin başını onlar çekti, halen de çekiyorlar. Demek ki, AKP’nin özel ilgisiyle mecliste sayısı çoğalan kadınlar da, bundan böyle sorunu gündemde tutmaya, çözümü için üzerlerine düşeni yapmaya devam edecekler.

Ne var ki, hak ve özgürlük, yasaklara uyma hakkı ve özgürlüğü olarak değiştirilemez. Sonuçta kadının kapanması/kapatılması dini yasaklar gereği uygulandığına göre, asıl konu örtünme değil açılma yasağıdır. Kimi ‘laik’ liberaller bunu kişi (esasen de kadın) hak ve özgürlüğü kapsamında göstermeye çalışsa da, olay kadın sorununda kapsamdışı bırakılmak zorundadır.

Kadın sorunu da, sistemden kaynaklanan diğer tüm sorunlarda olduğu gibi sınıfsal bir öze ve içeriğe sahiptir. Yani, sermaye düzeni altında kadın sorununun merkezinde duran, esas olarak işçi ve emekçi kadındır. İşsizlik sorunundan eğitimsizliğe, eşitsiz ücret sorunundan cins olarak ezilmeye kadar bir dizi sorunla uğraşan onlardır. Ev işleri ve çocuk bakımı bir ikinci iş olarak omuzlarına yüklenen burjuva kadın değildir. Eğitimsiz kalan da, düşük ücretle çalıştırılmak istenen de, her krizde öncelikle evinin kadını olmaya yollanan da işçi ve emekçi kadınlardır. Burjuva sınıfın kadınları eğitim imkanlarından sınırsız yararlanıyor. Ev işleri için, çocuk bakımı için başka kadınları çalıştırıyor. İşinden atılma tehlikesi de yok, çoğu kendi işinin başında çünkü.

Böyle bir sistemde meclise taşınan kadının da bir burjuva kadın olacağı açıktır. Bir burjuva kadının da, kadın sorununa kendi sınıf penceresinden bakması kaçınılmazdır. Son seçimlerle oluşturulan mecliste sayısı artan kadın vekillerden, kadın sorununa ilgi bekleyenler, bu sınıfsal gerçekleri unutmamalı, boş beklenti içine girmemelidirler. Yeni hükümet oluşur oluşmaz, kabinede yer alan ve almayan, hükümette yahut muhalefette olan kadın vekillerin tutumları da ortaya çıkacaktır. Artan oy oranından aldığı cüretle, yeni kuracağı hükümetle, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı saldırılarında daha pervasız davranacağı açık olan AKP’nin kadın vekillerinin, kadın sorununu daha da derinleştirecek bu saldırı programları konusunda en küçük bir muhalefet yürütmeyeceklerini bugünden söylemek hiç de yanlış olmayacağı gibi, muhalefet partilerindeki kadın vekillerin bile muhalefet etmeyeceği rahatlıkla söylenebilir.

Halen ‘ana’ muhalefet tahtını koruyan CHP’nin, önceki hükümet dönemindeki muhalefeti biliniyor. Sınıfa yönelik her saldırıda hükümeti destekleyen bir muhalefetti onun yaptığı. Töre cinayetleri artarak süregeldiyse, bunda sosyal demokrat CHP’nin kadın sorununa yaklaşımının da önemli bir payı vardır. Sınıfa saldırı destekçisi CHP, yoksullaştıkça sorunları derinleşen işçi ve emekçi kadınların durumundan da sorumludur.

İşçi ve emekçi kadın, sermayenin meclisinden ve kadın vekillerinden sorunlarına duyarlılık beklememeli, sorunlarının çözümü için örgütlenmeli ve mücadele etmelidir. Kurtuluşu kendi ellerindedir, kurtuluşu sosyalist işçi iktidarındadır.


Türkiye 2040’da çöl!

NASA’ya göre 2040 yılında Türkiye’nin büyük kısmı çöl olacak. Türkiye’de kapitalizmin yokettiği sulak alanların boyutu küçümsenmeyecek kadar büyük. Yaklaşık 1 milyon 250 bin hektarlık kuruyan alan, Marmara Denizi’nin yüzölçümüne eşit. Sözkonusu kaybın Van Gölü’nün 3 katı, Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü’nün 25 katı, ülkenin en önemli göllerinden olan Tuz Gölü’nün ise 9 katından fazla olduğu söyleniyor.

Erozyonla baraj göllerinin dibine yığılan topraklar barajların doğal ömrünü yüzde 50 oranında azaltırken, yüksek değerde hidrolojik enerji ve kullanma suyu kayıpları da meydana geliyor. Örneğin, dünya barajlarına erozyonla getirilip depolanan topraklar, enerji ve kullanma suyu bakımından yılda 6 milyar dolarlık bir zarara neden oluyor. Türkiye’de bunun tipik örneği Keban Barajı’nda görülüyor. Türkiye’de Altınapa, Bayındır, Buldan, Çaygören, Selevir, Çubuklu, Demirköprü, Hirfanlı, Karamanlı, Kartalkaya, Kemer, Kesikköprü, Seyhan, Sürgü, Yalvaç barajlarının ömürlerinin tahmin edilenden önce ya dolmuş ya da dolmak üzere olduğu vurgulanıyor. Bunlara ek olarak büyük umutlarla yapılan Keban, Karakaya ve Atatürk barajlarında da benzer tehlike gündemde.

Bu kayıpların telafisi ise neredeyse imkansız. Sulak alanları geri kazanmak, kuruyan gölleri eski haline getirmek için yüzlerce yıl gerekiyor. Örneğin Konya’da yeraltı su seviyesi giderek düşüyor. İçilebilir özellikteki temiz yeraltı suyu ile Tuz Gölü arasında kot farkı 15 metreye kadar indi. Önceden 50 metrenin üzerindeki farkın 15 metreye kadar inmesi tehlikeyi beraberinde getiriyor. Böyle giderse 5-6 yıl sonra Tuz Gölü’nden yeraltı suyuna doğru tersinden bir akış başlayacak ve temiz su tuzlu suyla karışarak tamamen bozulacak. Bu durumda da hayatın biteceği Konya Kapalı Havzası’nda yeraltı suyunun temizlenmesi için 1400 yıl gerekecek.

Toprak için de durum aynı. Verimli toprağın 1 santimetresi ortalama 500 yılda oluşuyor. Tarım yapılabilmesi için gereken minimum 40 santimetrelik toprağın oluşması ise ortalama 20 bin yılda gerçekleşiyor.

Ölçüsüz ve plansız sanayileşmenin, yokedilen bitki örtüsünün ve rant hırsına kurban edilen ormanların faturası ile yüzyüzeyiz. Kapitalizm dünya üzerindeki hayatı yoketmeye devam ederken susan ve bunu izleyen insanlığa doğanın kestiği cezanın faturası çok ağır. Bunu değiştirecek tek güç ise işçi sınıfı ve onun iktidarıdır