17 Ağustos 2007 Sayı: 2007/32(32)

  Kızıl Bayrak'tan
   Çok yönlü saldırılara karşı işçilerin ve
halkların direnişi!
  Ortadoğu’da etkin rol mü, ABD’yle suç ortaklığını pekiştirmek mi?
ABD ve işbirlikçilerinin cumhurbaşkanı seçimi...
17 Ağustos unutulmasın...
Tekstil TİS’leri ihanet öncesi sessizliği yaşıyor
Kamuda toplu görüşme süreci başladı.....
  Elektropak işçisi eylemde
  Texim Tekstil’de iş bırakma!
  Tersanede direniş kazandı!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Sermaye grev hakkına saldırıyor…
  Sermayenin saldırılarını püskürtmek için ortak komite, birleşik direniş!
  Kadın vekiller kadın sorunuyla ne kadar ilgili?
  Emperyalist-kapitalist sistem kadın sorununu çözemez,
  Formula 1 sermayenin
uluslararası bir sirkidir!
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  BM: “Kosova bölünebilir!”
  BM Irak’ta etkin role hazırlanıyor
  Şangay İşbirliği Örgütü’nden
askeri tatbikat
  Savaştan gıdasını alan tüccarlar - Abu Şehmuz Demir
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 3 - Volkan Yaraşır
  Kavel Müzik Grubu’yla devrimci sanat üzerine konuştuk...
  “Bu makine de faşistleri öldürür!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tarımda kuraklık ve emekçilere faturası 

Yaşanan su sıkıntısıyla ilgili olarak medyada her gün pek çok köşe yazısı ve haber yayınlanıyor. Fakat esas olarak öne çıkan, büyük kentlerde yaşanan su kesintileri. Özellikle de Ankara’nın tam bir susuz kente dönüşmesi ve bunun sonucunda insanların çektiği sıkıntılar değişik yönleriyle tartışma gündeminde yer buluyor. Fakat elbette yaşanan kuraklığın tek sonucu büyük kentlerin susuz kalması değil. Gelen haberler kuraklığın en büyük darbeyi tarımsal üretime vurmuş olduğunu, pek çok üründe rekoltenin önceki yıllara göre oldukça düştüğünü gösteriyor.

Buğday: Türkiye Ziraat Odaları Birliği geçtiğimiz günlerde kuraklığın tarımda yarattığı tahribata dair ayrıntılı bir rapor yayınladı. Buna göre, kuraklıkta en büyük zararı İç Anadolu Bölgesi gördü. Türkiye genelindeki kuraklık zararının yüzde 43’ü bu bölgede gerçekleşti. Ürünler bazında da en büyük maddi kayıp, İç Anadolu’nun tarım gelirlerinin önemli kısmını oluşturan hububatta meydana geldi. Marmara ve Karadeniz başta olmak üzere diğer bölgelerde de tarımsal üretimin ciddi yaralar aldığı, toplamda ise en büyük ürün kaybının ve maddi zararın hububatta yaşandığı gene aynı raporda belirtiliyor. Yani buğday, ülke genelinde kuraklığın en çok vurduğu ürün oldu. 20 milyon 10 bin ton olan toplam buğday üretimi kuraklık nedeniyle bu yıl 3 milyon 992 bin 240 ton azaldı. Bu yaklaşık yüzde 20’lik bir kayıp demek. Kuraklığın hububat üreticileri açısından yol açtığı toplam maddi zarar da 2,3 milyar YTL olarak hesaplanıyor.

Bunun yol açacağı sonuç, emekçilerin temel besin maddelerinden olan ekmek ve unun fiyatının önümüzdeki kısa zaman dilimi içerisinde yükselmesi olacaktır. Yani Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı, fırıncıların Ekim ayı başlarında ekmek fiyatlarına yüzde 25’e yakın zam yapmaya hazırlandıklarını söylerken hiç de haksız değildir.

Süt : Kuraklığın dolayı olarak etkilediği bir diğer tarımsal üretim alanı da sütçülük. Kuraklık birçok bölgede otlak ve meraların işe yaramaz hale gelmesine yol açınca, hayvanları beslemekte kullanılan bitki ve yemlerin fiyatları yükselişe geçti. Süt üretiminin ülke genelinde ortalama yüzde 25 düşmesi buna karşılık yem fiyatlarının artması, süt fiyatlarını son 1-2 ay içerisinde ciddi ölçüde arttırdı. Konuyu yakından bilenler süt fiyatlarında asıl artışın Eylül sonu itibarıyla yaşanacağını ifade ediyorlar.

Ayçiçek Yağı : Kuraklık nedeniyle ayçiçeğinde de rekolte düşüşü bekleniyor. Geçen yıl 1 milyon ton olan üretim rakamının bu yıl yüzde 25’lik bir azalmayla 700-750 bin ton seviyelerinde olacağı söyleniyor. Yemeklik yağ talebinin karşılanabilmesi için üretimdeki düşüşün ithalatla kapatılması düşünülüyor. Fakat bu fiyat artışını önlemeye yeterli değil. Çünkü Türkiye’nin ayçiçeği ithalatı yaptığı belli başlı ülkelerde henüz hasat yapılmış değil. Oysa Türkiye’de yemeklik yağ en çok Ramazan ayı içerisinde tüketiliyor. Bu da Eylül ayı ortalarında yağ talebinin artması, buna bağlı olarak da fiyatların yukarı çekilmesi demek. Önümüzdeki yakın dönemde yağ fiyatlarının yüzde 5 ila 20 arasında artacağı ifade ediliyor.

Kuraklığın vurduğu tarımsal üretim alanları bu sıraladıklarımızla sınırlı değil elbette. Uzman kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlar bu yıl için fındıkta yüzde 30, narenciyede yüzde 10, zeytinde yüzde 35 düşme olacağını tahmin ediyor.  

Üretim azalmasının sonuçları 

Başlıca tarım ürünlerinde kuraklığın da etkili olduğu bu üretim azalmasının önemli sonuçları olacaktır. İlk akla gelen olasılık özellikle kentlerde yaşanabilecek kıtlık ve açlıktır. Fakat yakın vadede böyle bir şey söz konusu olamayacağı da ortadadır. Üretim ile talep arasında oluşan farkın ithalatla kapatılması pekala mümkündür. Zaten bunun böyle olacağı, başta buğday ve ayçiçeği olmak üzere pek çok tarımsal üründe açığın ithalatla kapatılmasının planlandığı yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır.

Fakat bu ortada problem olmadığı anlamına gelmiyor. Kuraklığa bağlı üretim azalmasının ilk ciddi sonucu, bugün İMF politikaları sonucu tarımda yaşanan yıkımın daha da ağır ve tahrip edici bir hal alması olacaktır. Örneğin, ilk elden yaşanacak gelir kayıpları kırdaki yoksullaşmayı daha da hızlandıracaktır. Fakat mesele bundan ibaret de değildir. Küresel iklim değişiklikleri nedeniyle kuraklık sorununun sonraki yıllarda da şu ya da bu ölçüde yaşanacağı gözetildiğinde, ancak buna uygun modern tarım tekniklerinden faydalananların, bir başka ifadeyle kırdaki kapitalistleşme sürecine ayak uydurabilenlerin ayakta kalmayı başarabileceği, geleneksel yöntemlerle üretim yapan, ezici çoğunluğu küçük üretici köylülükten oluşan tarımsal işletmelerin ise kısa zaman dilimi içine sıkışan acımasız bir tasfiyeyle yüzyüze kalacağı ortadadır. Bunun sonucunda yaşanacak dayanılmaz boyutlardaki işsizlik ve açlık, kırlardaki milyonlarca insanı topraktan koparacak, onları ucuz işgücü olarak kentlere sürecektir.

Kuraklığın tarımda yol açtığı verim ve üretim düşüşünün kentlerdeki işçi ve emekçiler açısından yarattığı ilk ciddi sonuç yoksullaşmanın derinleşmesi olacaktır. Gıda ürünleri ile tarıma dayalı sanayi ürünlerinin fiyatları önümüzdeki dönemde ciddi bir yükselme eğilimi içerisinde olacaktır. Başta ekmek olmak üzere hemen tüm temel gıda maddelerinin fiyatlarının önümüzdeki yakın dönemde yüzde 20-30 dolayında artacağı konunun uzmanlarınca açıkça ifade edilmektedir. Bu ise işçi ve emekçilerin mevcut şekilde beslenebilmeleri için yüzde 20-30 daha fazla para harcamak zorunda kalmaları demektir. Yıllık ücret artışlarının yüzde 4-8 düzeylerinde olduğu göz önüne alındığında, bunun pek de kolay olmayacağı, işçi ve emekçilerin bugünkünden daha kötü beslenmek zorunda kalacakları ortadadır. Üstelik söz konusu bu fiyat artışları çoğu zaman yaşandığı gibi dönemsel olmayacaktır. Elbette gıda dışında tarıma dayalı sanayi ürünleri üzerinden yaşanacak fiyat artışları da benzer sonuçlara yol açacaktır.

Kentlerdeki işçi ve emekçilerin belli bir bölümünün yıllar önce göç ettiği köyü ile ekonomik ilişkisini bir biçimde sürdürdüğü, köyden gelen gıda maddelerinin kentlerdeki bir çok emekçi ailesinin gıda harcaması yükünü şu ya da bu ölçüde azalttığı bilinmektedir. Bugün ortaya çıkan koşullar bu ilişkinin tahribatını da yoğunlaştıracak, tarımdaki yıkım kentteki işçi ve emekçilerin kırla olan bağlarını iyice zayıflatacak ya da tümden kopartacaktır.

Son yıllarda işçi ve emekçi yığınlar sermayenin kendilerini hedefe koyan temel önemdeki saldırılarını izlemekle yetindiler. İşçi ve emekçileri mücadeleden alıkoyan etkenlerden biri de yaşanan yüksek orandaki işsizlikti. İMF-Dünya Bankası politikalarının tarımda yol açtığı yıkım son yıllarda milyonlarca insanı ucuz işgücü olarak kentlere itti. Sermaye, kentlere akan bu büyük işsizler ordusunu hem ücret ve sosyal hakların düzeyini aşağı çekmek, kuralsız çalışmayı hayata geçirmek ve elbette üç kuruş karşılığında kölece çalışan işçi ve emekçileri kendi durumlarına razı etmek için kullandı. Kırlarda kuraklık nedeniyle yoğunlaşacak olan yıkım şimdi sermayenin elindeki bu silahın daha da etkili hale gelmesini sağlayacak yönde işlemektedir. Kentlere yığılma arttıkça, işsizler ordusu büyüdükçe, açık ki kentlerdeki işçi ve emekçilerin sermayeye karşı mücadelede işi daha da zorlaşacaktır. Aynı süreç sayesinde gelişip biriken sosyal patlama dinamikleri türlü yöntemlerle denetim altında tutabildiği ölçüde, sermaye bu durumdan fazlasıyla memnun olacaktır.

Görüldüğü gibi sermaye sınıfı, bugün için iklim değişikliği ve kuraklık gibi sorunlardan kendi kısa vadeli çıkarları için yararlanmaya bakmaktadır. Bu sorunların doğurduğu sıkıntılar karşısında çözüm olarak ortaya attığı şeyler gıda maddeleri ithalatı yapmak, akarsu kaynaklarını özelleştirmek ya da uzaktaki su kaynaklarını büyük kentlere taşıyacak yatırımlara yönelmek türünden şeylerdir. Dikkat edileceği üzere ortaya atılan “çözüm”lerin hepsi de astarı yüzünden pahalıya mal olacak, sorunu kalıcı olarak çözmekten uzak, sermayeye yeni vurgun ve rant olanakları yaratan önerilerdir. Hem zaten sermaye, sorumlusu olduğu bütün bu sorunları insanlığın yararına ve kalıcı olarak çözme yeteneğinden yoksun bir sınıftır.

Çözüm dünyanın başına bela olan bu asalak sınıfın egemenliğine son verilmesinden geçmektedir. Çözüm barbarlığa karşı sosyalizm alternatifinin güçlendirilmesinden, kavga bayrağının yükseltilmesinden başka bir şey değildir.