13 Temmuz 2007 Sayı: 2007/27(27)

  Kızıl Bayrak'tan
   “Sınır dışı operasyon” yeniden ısıtılıyor...
  İşçi ve emekçiler devrimin ve sosyalizmin
bayrağı altında birleşmelidir!
CHP-MHP koalisyonu kimin için seçenek,
nasıl bir seçenek?
Ülkeyi talan eden hırsız tüccarlardan hesap soralım…
Petkim’in özelleştirilmesi ve ötesi
BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  BDSP’nin bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  Eksen Yayıncılık’tan seçimler üzerine çıkan kitapların tanıtımı... Tasfiyeci sürecin son aşaması: Parlamentarizm
  Elektropak işçisi mücadeleyle kazanacak!
  Düzen partileri hangi kadınlara sesleniyor?
  Seçim çalışmalarına keyfi engellemeler...
  Yoksulluktan kurtulmak için
kapitalizmden kurtulmak gerekir
  Parlamento sevdası herkesi
birbirine benzetiyor!
  Çalışma ilişkileri nereye ya da Çin nereye düşer usta?- Yüksel Akkaya
  Liberal sol, Baskın Oran’la makyaj tazeliyor!
  Küresel ısınma dünyayı tehdit ediyor...
  Binali Soydan’la dayanışma eylemlerinden....
  Parlamenter avanaklık değil komünist devrimcilik!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Küresel ısınma dünyayı tehdit ediyor...

Kapitalizmin ürettiği felaketlerin çözümü sosyalizmde!

Küresel ısınmanın getireceği en büyük felaketlerden birisi de kuraklık olacaktır. Çünkü, küresel ısıda meydana gelebilecek 2 derecelik bir artış, dünya nüfusunun neredeyse yarısının susuz kalmasına neden olabilecek derecede tehlikeli boyutlardadır. Sıcaklığın artması sonucu birçok bitki ve hayvan türü yok olacak, artan sıcaklık etkisiyle yağış şeklinde değişiklikler olacağı için de, kişi başına düşen tarımsal alanlar azalacaktır.

Küresel ısınma sonucu başımıza gelecek felaketlerden bu sömürücü sistem, kapitalizm sorumludur. Çünkü geçmiş yıllarda 250 bin yılda bir gezegenimizin ısısı 1 derece artıp düşerken, özellikle 1850’li yıllardan 2000’li yıllara, yani aradan geçen 150 yıllık zaman diliminde dünyanın ısısı 1 derece artmıştır. TEMA Kaynak Geliştirme ve Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı Yeşim Beyla’nın hazırladığı raporda da, küresel ısınmanın son 50 yılda yüzde 90 oranında insan eliyle yaratıldığı ve bu durumun daha asırlarca süreceği ortaya konuluyor. Kapitalizmle birlikte doğanın tahribatı büyümüş, dengesi bozulmuştur.

Dünyanın sıcaklığının artması ile ilgili olarak, TÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mithat Kadıoğlu’nun şu açıklaması dikkate değerdir: “Türkiye’de kışın sıcaklık 2 derece artarken bu rakam yazın 3 dereceye çıkıyor, toprak yüzde 30 kuruyor. Kışın yağmurda yüzde 30 oranında bir artış; yazın aynı oranda bir azalma yaşanıyor. Yani kar yağışı, daha çok yağmura dönecek. 2 derece sıcaklığın artması ile dağda biriken kar ve buzul azalacak. Bu da gelecekte suyun azalmasıyla karşı karşıya kalacağımız kuraklık tehlikesini açıkça ortaya koyuyor.“

Kadıoğlu şu şekilde uyarıyor, “Küresel ısınmanın etkilerine karşı hazırlanmalıyız. Zarar azaltma, tahmin ve erken uyarı, koruma, düzeltme, uyum çalışması, etki analizi, yeniden yapılanma, iyileştirme ve müdahale taktikleri geliştirmeliyiz. Risk yönetimimizi iyi yapmalıyız.“

Birleşmiş Milletler’in yayımladığı bir rapora göre ise; atmosfere en çok zehirli gaz bırakan ülke ABD, sera etkisi yaratan gazların salınımında en hızlı artış gösteren ülke ise Türkiye’dir. BM İklim Değişikliği Sekreterliği’nin yaptığı çalışmada, 1990-2004 yılları arasında 40 ülke değerlendirilmiş ve Türkiye yüzde 72.6 artışla 1’inci sıraya yerleşmeyi “başarmıştır”. Küresel ısınmanın nedeni olan, sera gazlarının salınımı ve diğer etkenlere karşı önlemler konusunda sınırlama getirecek bir anlaşma olan Kyoto Protokolü’ne (gerçekte etkili bir sonuç almaktan uzak, yetersiz önlemlerdir) kirlilikte en büyük katkıları olan ABD ve Türkiye imza koymamaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler Türkiye’nin ulusal çıkarlar nedeniyle protokolü imzalamadığını söylemektedir. Atmosfere zehirli gaz salınımının yüzde 36.1’inden tek başına sorumlu olan ABD olduğu halde, Bush da, ekonomik nedenleri gerekçe göstererek Kyoto Protokolü’nü imzalamadığını söylemişti.

Küresel ısınmanın neden olduğu sorunlar olarak bizleri gelecekte bekleyen, açlık, salgın hastalıklar, kuraklık ve diğer çevre felaketleridir. Milyonlarca insanı tehdit eden küresel ısınmaya karşı hiçbir önlem zamanında alınmadığı için küresel ısınmanın zararları geri dönülemez boyutlara ulaşmıştır. Şu bir gerçek ki, dünyaya egemen emperyalist-kapitalist sistemin efendileri için küresel ısınma kendi ekonomik çıkarlarını tehdit eder boyutlara çıkmasaydı küresel ısınmaya karşı önlemlerin adı bile edilmeyecekti. Örneğin küresel ısınma sonucu Fransa’da ölümlere yol açan kavurucu 2003 yazında 17 nükleer santral, susuzluk yüzünden kapatılmak durumunda kaldı. Bu sıcak dalgasının, kamu destekli Fransız enerji grubu Electricite de France’a 2003’teki ek maliyeti 300 milyon Euro oldu. Electricite de France adlı santral, her yıl nehir ya da göllerden 16 milyar metre küp su çekmektedir. Bu miktar, çevre için kullanılan suyun yaklaşık yarısı, tarım için kullanılanın yarıdan biraz daha fazlası kadardır. Şirket bu yıl için de bir dizi önlem peşindedir. Su sıkıntısı olduğu bilindiği halde, daha çok su depolamak, düşük fiyatlı kontratlar hazırlayarak üretimin durması halinde zarardan kaçınmak, daha uzun vadeli hava tahminleri yapmak gibi.

Sıcak dalgası nedeniyle üretimini kısmak zorunda kalan Alman enerji devi E.ON da, önümüzdeki dönemde benzer sıcaklık artışlarında aynı yönteme başvuracağını açıklamıştır. Nükleer santrallerin üçte ikisinin göl ve nehir kenarlarında kurulu olduğu Amerika’da ise, geçen yıl Minnesota, Michigan, Illinois ve Pennsylvania’da sıcak hava koşulları nedeniyle santral kapanmıştır. İspanya’da da Ebro nehrinde ölçülen su sıcaklık değerleri, geçen temmuzda nükleer santrali çalışamaz hale getirmiştir. Su nükleer santral işletmecileri için çok önemli çünkü, nükleer reaktörlerin güvenli çalışması için, çekirdek ısısının belli bir seviyenin üzerine çıkmaması gerekiyor. Bu nedenle de reaktörlerin operasyon sırasında soğutulması ve bu sıcaklığın sabit tutulabilmesi için, çok miktarda SOĞUK SUYA ihtiyaç duyuluyor. Buna karşılık giderek artan hava sıcaklıklarıyla suların ısınması ve kuraklık, pek çok nükleer santral işleticisi için sorun oluyor. Eğer sıcaklıklar ortalamanın üstünde seyrederse nükleer santral işletmecilerini iki seçenek bekliyor: Ya üretim düşecek, yani kâr oranları azalacak. Ya da çevreye zarar verilecek. Kapitalistler herşeye kâr-zarar ilişkisi üzerinden baktıkları için onların tercihleri çevre olmayacak, bunu biliyoruz. Onların derdi hiçbir zaman çevre olmadı, su bulamadıkları için nükleer santrallerini kapatmak zorunda kaldılar.

Ülkemiz kapitalistleri de kuşkusuz aynı zihniyetteler. Kâr oranları tehlikeye girdiği için ‘susuzluk kapıda’ uyarıları sanayicilerin de gözünü korkutmaya başladı. Sanayicilerin kimi su tasarrufu yapmayı sağlayan teknolojilere yatırım için devletten teşvik isterken kimisi ise bir an önce yağmur bombası atılması gerektiğini belirtiyor. Hatırlanırsa Aralık 2006 tarihinde Yuvacık Barajı’ndaki su tükenmiş, 4 bin firmanın bulunduğu 13 organize sanayi bölgesinde kırmızı alarm verilmişti. Roche, Arçelik, Gıda Aromaları AŞ, Alarko, Colgate gibi firmaların da yer aldığı sanayi tesislerinde üretim durmuştu. Yaklaşık bir hafta süren su sıkıntısı sanayicilere ağır bir fatura çıkarmıştı. Çevre kaygısıyla değil de ödeyecekleri ağır faturayı düşünen sanayiciler telaşa düşmüş bir halde açıklamalarda bulunuyorlar.

İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Hilmi Uğurtaş, sanayicinin üzerindeki enerji ve istihdam yükünün çok fazla olduğunu belirterek “Sanayicinin su kaynaklarını tasarruflu kullanmak için teknolojik yatırımlar yapması lazım. Ama bunun için desteğe ihtiyacımız var” diyor. “Şu anda İzmir Atatürk OSB’de Türkiye’nin en pahalı suyunu kullanıyoruz. Bir metreküp suyun fiyatı 1.5 doların üstünde. Kısa periyod içerisinde sanayicilerin hemen su teknolojilerine yatırım yapabileceğini sanmıyorum” diyor. Kâr oranından kısıp su arıtma sistemi kurmak akıllarından bile geçmeyen bu kapitalistler işçi ve emekçilerden kesilen teşviklerle bu sorunu çözmek, kâr oranlarını yüksek tutmak istiyorlar.

Su arıtım işinin kâr getirecek bir sektöre dönüştüğünü gören patronların iştahı kabarıyor. Su arıtma teknolojileri üzerinde de çalışmalar yürüten General Electric’in (GE) Genel Müdürü Kürşat Özkan’ın açıklamaları bunu daha net ortaya koymaktadır. Tüm dünyada yaşanan susuzluk sıkıntısının su teknolojilerine olan ilgiyi artırdığına işaret eden bu zat, deniz suyunun arıtılması ve atık suyun geri kazanımı konusunda teknolojilerin kullanıldığını, su arıtma işlemlerinin 21. yüzyılda önemli bir sektör haline geleceğini belirtiyor.

Susuzluk, kuraklık aslında uzun süredir gündemde. 25 yıl önce kişi başına düşen su miktarı 4570 metreküp olan Türkiye’de bugün bu miktar 1430 metreküpe kadar düşmüş durumdadır. Önümüzdeki 20 yıl içinde de nüfusu 80 milyonu geçmesi beklenen Türkiye’de kişi başına 1100 metreküp su düşeceği öngörülüyor. Bu miktarla Türkiye’nin su fakiri ülkeler arasında yerini alması muhtemel görünüyor. Barajlardan gelen haberler de susuzluk tehlikesinin boyutlarını gözler önüne seriyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı Türkiye’nin yaptığı araştırma sonucu yayınlanan raporda, Türkiye’de toplam sulak alanların 2.5 milyon hektar olduğu, ancak son 40 yılda yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın kurutma, doldurma ve su sistemlerine müdahaleler nedeniyle ekolojik ve ekonomik özelliğini yitirdiği belirtildi. Tarım örgütlerinin konuyla ilgili uyarılarına rağmen Tarım Bakanlığı ‘Tehlike yok’ diyerek bu uyarıları ciddiye almıyordu.

Kuraklığın tehlikeli boyutlara ulaştığını belirten ve Tarım Bakanlığı’nı olağanüstü gündemle toplanmaya çağıran Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin ise, dünyada tarım ürünü fiyatlarının hızla yükseldiğine dikkat çekerek, hükümetin, geçen yıl sonu ve bu yılın başında yapılan kuraklık uyarılarını ciddiye almadığını ifade ediyor. Tarım otoriteleri, hükümeti, su kaynaklarındaki azalma ve yağışlarda beklenen düşüş konusunda defalarca uyarmalarına karşın kalıcı, kaynakları harekete geçiren önlemler geliştirmedikleri için eleştiriyor.

Şubat ayındaki açıklamasında ‘Türkiye’de kuraklık tehlikesi yok’ diyen Tarım Bakanlığı, seçim dönemine rastlayan şu günlerde alelacele bir önlem alma ihtiyacı duydu. Hükümetin önlemi, etkileri geçici olabilecek parasal paketlerden ibaret bir önlemdir. Tarım Bakanlığı’nın hazırlıklarını yaptığı ‘kuraklık paketi’nde, tarımsal önlemler yer almıyor. Pakette borç erteleme, parasız tohum dağıtma gibi hükümetin sık sık başvurduğu bilinen destekler yer alıyor. Susuzluğun en büyük mağdurları olacak çiftçiler ise önümüzdeki haftadan itibaren “Çok su isteyen ürün ekmeyin” şeklindeki sokak anonsları ile yapılan uyarılarla yetinecek. Kalıcı hiçbir önlem almayan hükümet seçim dönemi olmasaydı bu paketi bile hazırlamazdı. Kuraklık sonucu yaşanacak kıtlık, aç insanlar, bu düzeni ve onun hükümetlerini zerre kadar ilgilendirmiyor. Bu düzen sadece kâr oranları, ekonomik dengeleri değişeceği zaman önlem alma gereği duyuyor. Önlem alma gereği duyduklarında ise bu, işçi ve emekçilerin yararına değil sermaye sınıfının çıkarına alınıyor. Yoksa su sıkıntısı bu kadar artan bir ülkede yeni nükleer santraller yapmayı düşünmezlerdi.

Emekçi halkı, küresel ısınmanın etkisiyle giderek artacak olan sorunlar bekliyor. Sermaye sınıfının yaşayacağı sorunlar ise bir takım “teşviklerle” çözülecektir. Kısacası onlar kirletiyor, onlar yok ediyor fatura yine işçi ve emekçilere kesiliyor. İşçi ve emekçilerin şimdiye kadar ödediği faturaların haddi hesabı yoktur. Her hükümet çeşitli vaatlerle yaşanan sorunlara sözde çözümler sunmuş, sonra bunları unutmuştur. Şimdi de dünyanın yakıcı gündemi olan küresel ısınmanın neden olduğu birçok sorun çözümsüz halde bizi bekliyor. Sömürücü sistemin sorunları çözmek için ne niyeti ne de becerisi vardır. Herşeye kâr-zarar ilişkisi üzerinden bakan kapitalizme karşı tek alternatifimiz sosyalizmdir. Çünkü, ancak sosyalist bir işçi-emekçi iktidarında insan ve çevre açısından acil ve kalıcı çözümler üretilebilir.


Tersaneler cehenneminde direniş ateşi...

Tersaneler cehennem, işçiler köle kalmayacak!

Kölece çalışma koşullarının hüküm sürdüğü Tuzla tersaneler havzasında, yaz aylarının gelmesiyle beraber tersane işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarındaki zorluklar artıyor. Ücret gaspı, sigortasız çalıştırma, iş cinayetleri gibi sorunlarla boğuşan işçiler şimdi de yeni bir saldırı ile karşı karşıya.

Pendik Güzelyalı’da kötü yaşam koşullarında bir handa barınan ve çoğunluğu Urfalı gurbetçi işçilerden oluşan 500’ü aşkın tersane işçisi önceki hafta sabaha karşı yapılan çevik kuvvet ve Pendik Zabıta Ekipleri’nin baskınıyla uyandılar.

Tersanelerde ağırlıklı olarak taşlama ve temizlik işlerinde çalışan ve hak mağduriyeti ile en fazla karşı karşıya kalan yüzlerce gurbetçi işçi sabah saatlerinde “Tersaneler cehennem işçiler köle kalmayacak!”, “Artık yeter tersanelerde iş cinayetlerine son!” şiarlı Tersane İşcileri Birliği imzalı pankartları açarak Güzelyalı’dan Tuzla tersaneler havzasında bulunan tersane patronlarının derneği GİSBİR’e kadar yürüdüler.

İşçiler ilk olarak, son dönemde artan ücret gasplarına karşı çatısı altında mücadele verdikleri Tersane İşçileri Birliği’nin önüne geldiler. Dernek binası önünde toplanan yüzlerce işçiye derneğin balkonundan seslenen TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu tersane işçilerini kölece çalışma koşullarına mahkum edenlerin işçilere sağlıklı barınma hakkı da vermesi gerektiğini belirtti.

Yürüyüş güzargahı boyunca tersanelerin önünden slogarlarla geçen tersane işçileri 27 Haziran günü elektrik çarpması sonucu hayatını kaybeden Yılmaz Aslan’ın çalıştığı Çelik Tekne Tersanesi önünde eylem yaptılar. Burada bir kez daha işçilere seslenen Dernek Başkanı Nihadioğlu tersanelerdeki iş cinayetlerinin de, diğer sorunların da ancak işçilerin mücadelesi ile çözülebileceğini, bunun yolunun da grev olduğunu söyledi.

İş cinayetlerinin sloganlarla protesto edilmesinin ardından GİSBİR’e yürüyüş devam etti.

GİSBİR’e gelen işçilerin önü burada polis barikatı ile kesildi. GİSBİR yöneticileri işçilerin görüşme talebini kabul etmedi. Burada yapılan konuşmalarda tersane işçilerinin 5 temel talebi bulunduğu ifade edildi. İş güvenliği tedbirlerinin alınması, sigortaların ana firma tarafından ve tam olarak ödenmesi, ücret ödemelerinin zamanında yapılması, taşeron uygulamasına son verilmesi ve göçmen işçilere sağlıklı barınma imkanlarının sağlanması taleplerini GİSBİR’in karşılaması gerektiği ifade edildi. Burada bir kez daha konuşma yapan Zeynel Nihadioğlu, “Gereken düzenlemeleri yapması için GİSBİR’i uyarıyoruz. Bu düzenlemeler yapılmazsa bugün başlattığımız ihtar eylemlerini sürdüreceğiz sonuç alamazsak fiili grev örgütleyeceğiz” dedi. Konuşmaların ardından sona eren eylemde “Direne direne kazanacağız!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Artık ölmek istemiyoruz!”, “Barınma hakkımız engellenemez!”, “Köle değil işçiyiz!”, “Tersaneler cehhennem, işçiler köle kalmayacak!” sloganları atıldı.

Eyleme 500 tersane işçisi katıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul


 

TC yerde gökte PKK’li arıyor!

Bir zamanlar Erich von Däniken’in “Tanrıların Arabaları” isimli bir kitabı ortalığı kasıp kavurmuştu. Kitapta özellikle Mısır, İnka ve Maya gibi medeniyetlerin aslında uzaylılar tarafından oluşturulduğuna dair çeşitli kanıtlar olduğu iddia ediliyordu. Bunun için kullanılan en önemli kanıtlar ise toprağa çizilen çeşitli simgeler ve bir takım coğrafi alanların isimlerini sahip oldukları ve ancak gökyüzünden görülebilecek hayvan şekillerinden aldığıydı. Şimdi bu hikayelerden biri Diyarbakır’da tekrarlandı. Diyarbakır’da traktörle bir tarlayı sürerken, PKK’yi simgeleyen şekiller çizdikleri gerekçesiyle baba ve oğul hakkında, 5’er yıl hapis istemiyle dava açıldı. Belirtilen şekiller, Diyarbakır semalarında uçan bir uçaktaki yolcu tarafından fark edildi. Diyarbakır Havaalanına inen yolcu, durumu hızla güvenlik güçlerine bildirdi. Doğal olarak uzaylı PKK’lilerin TCK’da yeri olmadığından kaynaklı çiftçi baba ve oğul gözaltına alındı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, tutuksuz yargılanan sanıklar hakkında, Terörle Mücadele Kanunu’nun, “Terör örgütünün propagandasını yapmak” suçunu kapsayan 7/2. maddesi uyarınca 5 yıl hapis cezası istendi. Baba ve oğlunun yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlanacak.

Elbette, uzaylıların da es geçilmemesi hızla galaksi ötesi bir operasyon planı hazırlanması beklentilerimizin arasında hakettiği yeri almış durumda. Ayrıca konunun M. Ağar’ın “düz ovada siyaset” çağrısıyla birebir örtüşmesi ve seçim sürecine denk gelmesi ayrı bir kafa karışıklığı yaratıyor.

Şovenizm en coşkun günlerini yaşadığı günlerde faşist devletin gözü kararmış kurumları top yekün bir saldırı içinde. Öcalan’a benzeyen tuzlukları, tuzlukları kullanan lokanta sahibini ve nihayet tuzluk üreticisini gözaltına almak, resimlere bakarak yasadışı slogan atanları tespit etmek, Kürtçe ıslık çalmaktan dava açmak gibi akla mantığa aykırı işler yapan devlet aslında kendi çaresizliğini resmediyor. Diyarbakır’da yaşananlar üzerine yorum yapmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.


9 yaşındaki Mizgin’e 3 saatlik sorgu!

Mardin Mazıdağı’nda 9 yaşında Mizgin isimli bir kız çocuğu düğün konvoyunda arabadan sarı, kırmızı, yeşil renklerdeki puşiyi salladığı için gözaltına alındı ve 3 saat boyunca polis sorgusunda tutuldu.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şube Başkanı Erdal Kuzu, herşeyden önce 9 yaşındaki bir çocuğun ceza ehliyeti olmadığı için yapılanın hukuka aykırı bir işlem olduğunu söyledi. “Son dönemde artan asker denetimli politikaların yereldeki bir yansımasıdır. Bölge halkı hatta çocuklar bile potansiyel suçlu olarak görülmektedir” diyen Kuzu, Kürt illerinde tekrar olağanlaştırılmaya çalışılan devlet baskı ve terörüne dikkat çekti.

Mizgin’in annesi ise İHD Diyarbakır Şubesi’ne başvuracağını söyleyerek, suç duyurusunda bulunacağını da belirtti. “Kimsenin bize bunu yapmaya hakkı yok” diyen anne haklarını sonuna kadar arayacaklarını ifade etti.