13 Temmuz 2007 Sayı: 2007/27(27)

  Kızıl Bayrak'tan
   “Sınır dışı operasyon” yeniden ısıtılıyor...
  İşçi ve emekçiler devrimin ve sosyalizmin
bayrağı altında birleşmelidir!
CHP-MHP koalisyonu kimin için seçenek,
nasıl bir seçenek?
Ülkeyi talan eden hırsız tüccarlardan hesap soralım…
Petkim’in özelleştirilmesi ve ötesi
BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  BDSP’nin bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  Eksen Yayıncılık’tan seçimler üzerine çıkan kitapların tanıtımı... Tasfiyeci sürecin son aşaması: Parlamentarizm
  Elektropak işçisi mücadeleyle kazanacak!
  Düzen partileri hangi kadınlara sesleniyor?
  Seçim çalışmalarına keyfi engellemeler...
  Yoksulluktan kurtulmak için
kapitalizmden kurtulmak gerekir
  Parlamento sevdası herkesi
birbirine benzetiyor!
  Çalışma ilişkileri nereye ya da Çin nereye düşer usta?- Yüksel Akkaya
  Liberal sol, Baskın Oran’la makyaj tazeliyor!
  Küresel ısınma dünyayı tehdit ediyor...
  Binali Soydan’la dayanışma eylemlerinden....
  Parlamenter avanaklık değil komünist devrimcilik!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yoksulluk kader değil, kapitalizmin kaçınılmaz sonuçlarından birisidir...

Yoksulluktan kurtulmak için kapitalizmden kurtulmak gerekir

Zenginlerin daha da zenginleştiği, yoksulluların daha da yoksullaştığına dair haberlerin eksik olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. İki ayrı sınıf, iki ayrı dünya… Ve her geçen gün bu servet-sefalet uçurumu artıyor. Çünkü kan emici asalaklar doymak bilmiyor. BM’ye göre dünyada şu anda yaşayan nüfusun iki misline yetecek gıda maddesi var. Ama bu gıda maddelerinden dünyanın belli kesiminde yaşayanlar faydalanamıyor. Her gün 100 bin kişi açlık ve ona bağlı hastalıkların kurbanı oluyor. Her 5 saniyede bir 10 yaşın altındaki bir çocuk yetersiz beslenmeden ölüyor. Bir başka veriye göre ise, son on yılda açlık sınırındaki insanların sayısı 840 milyondan 854 milyona çıkarken, dolar milyonerlerinin serveti 16 trilyon dolardan 33 trilyon dolara yükseliyor.

Tüm dünyada yoksulluk artarken, sosyal kazanımlar gerilerken, belli bir azınlık küreselleşmenin kaymağını yemeye devam ediyor. Yoksullar bu dünyanın zenginliklerini ürettikleri halde, sırtlarında dünyanın tüm yükünü ve sırtlarından geçinen asalakları taşıyorlar.

Hal böyleyken, dünyada askeri harcamalar son 10 yılda yüzde 37 oranında artmış durumda. Son bir yılda ise askeri harcamalar %5 artarken, bir yılda 1.2 trilyon harcanmıştır. (Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü -SIPRI). Emperyalist ülkeler öncülüğünde dünya çapında silahlanmada artış söz konusudur. Bu artışın önemli bölümü ABD’nin Irak ve Afganistan’daki operasyonlarından kaynaklanmaktadır. ABD 1,2 trilyonun neredeyse yarısını -529 milyarını- dünya genelinde yürüttüğü operasyonlar için harcamıştır.

Washington yönetiminin Eylül 2001 ile Haziran 2006 arasında “terörle savaş” adını verdiği süreç kapsamında yürüttüğü operasyonlar için harcadığı para ise 432 milyar dolardı.

SIPRI raporuna göre; ABD emperyalizminin hedef bölgelerinde yer alan “azgelişmiş ülkelerin” harcamalarında da kayda değer artışlar olmuştur. Özellikle ABD’nin müttefiki olan “azgelişmiş ülkelerin” harcamalarında büyük artışlar söz konusudur. Orta Asya ülkelerinin askeri harcamalarında da dikkat çekici artışlar olurken, Çin 2006 yılındaki harcamalarıyla Japonya’yı geride bırakarak harcama büyüklüğü bakımından dünyada dördüncü sıraya yerleşmiştir. Ayrıca Çin, Hindistan’la birlikte “en çok silah ithal eden ülke” sıfatına sahiptir.

Dünya halkları açlıkla, yoksullukla ve silahlarla büyük tehdit altında yaşıyor. Silah tekellerinin kasalarını dolduran bu silahlanma yarışı, tabii ki dünya pazarının paylaşımında söz sahibi olmanın bir koşulu.

Emperyalist devletler ve yerli işbirlikçileri asıl önlemi, giderek artan yoksullaşma ve emperyalist saldırganlık karşısında yükselecek devrimci ayaklanmalara, ezilen hakların isyanlarına karşı almaktadır. Çünkü egemen sınıflar biliyorlar ki sömürüye, zulme, yoksulluğa karşı kitleler bir gün isyan edecektir. Tüm korkuları bundan ibarettir. Bu nedenle sürekli silahlanıyorlar. Bir avuç asalak takımı, evlerini bile varoşlardan mümkün olduğunca uzak, yüksek duvarlı ve korunaklı yapmaya özen gösteriyor. Özel güvenlik sistemleri ile korunuyorlar. Çünkü korkuyorlar. Elbette yaşam hakları yok sayılanlar bir gün gelecek, sırtlarından geçinenlere karşı isyan edecekler. Ancak ne var ki isyan etmesinden bu kadar korkulan ezilen, yoksul kitleler güçlerinin farkında ol(a)madıkları için, beklenen kitlesel eylemler, isyanlar henüz yaşanmıyor. Yüksek duvarların ve diğer zırhlarının arkasında kapitalistlerin nasıl bir korku içinde yaşadıklarını göremedikleri, bilmedikleri için ezilenler de korkuyor.

Bir gerçek varsa o da sömürücülerin, ezenlerin yaşadıkları korkudur. Kendilerini silahlarla, yüksek duvarlarla korumak zorunda hissetmeleri bundandır. Ezilenler olarak bizlerin yaşamımızdaki duvarlar ise, beynimize özellikle kazınan korku duvarlarıdır. Beynimizdeki bu duvarları yıktıktan sonra, ayağa kalkan kitleler gerisini de kolayca getirebilecek güçlerinin farkına varacaklardır. Yaşamın tüm zenginliklerini üretenler, dünyayı sırtında taşınacak bir yük olarak değil de yaşanılası bir yer olarak göreceklerdir!


********

“Hayata Dönüş” operasyonundan 7 yıl sonra

“Hayata Dönüş” adı verilen ve cezaevlerinde çok sayıda devrimci tutsağın katlediği operasyonun Ümraniye Cezaevi ayağında 6 kişi ölmüştü. Bunun üzerine haklarında “adam öldürme”, “adam yaralama” ve “kötü muamele” suçlarından dava açılan 267 jandarmanın yargılanma süreci devam ediyor. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava bir kez daha eksik belgelerin temini için süre verilerek ertelendi. Ancak davanın bu duruşmasında yeni bir gelişme yaşanmış oldu.

Ümraniye Jandarma Bölük Komutanlığı’nda görevli olan Yüzbaşı Uğur Pamukçu savunmasında operasyon sırasında ölen Uzman Jandarma Çavuş Nurettin Kurt’un “kendi birliklerinin ateşi sonucunda yaşamını yitirdiğini” söyledi. Diğer ölenlerle ilgili bir fikri olmadığını ifade eden Pamukçu’nun bu sözleri operasyon sırasında operasyona karşı ölümüne direnen devrimcilerin üzerine kalan bir takım suçların açığa çıkması ve en önemlisi söz konusu operasyonun içerdiği ölçüsüz şiddetin teşhiri açısından anlamlı bir gelişme oldu.



 

“Adalete güvenimiz yok!”

19 Aralık 2000 tarihinde sermaye devletinin “Hayata Dönüş Operasyonu” ismiyle gerçekleştirdiği cezaevleri katliamında Ümraniye Cezaevi’ne yönelik operasyonda yaşamını yitiren Rıza Poyraz’ın ailesi ve Avukatı Eren Keskin dava sürecine ilişkin İHD İstanbul Şubesi’nde 11 Temmuz’da bir basın toplantısı düzenlendi.

Saat 12.00’de başlayan toplantıda sözü ilk olarak Poyraz’ın avukatı Eren Keskin aldı. Keskin yaptığı konuşmada dava sürecine ilişkin bilgilendirme yaptı. Dava sürecinde ailenin adalete olan güveninin kalmadığını ifade eden Keskin, Poyraz ailesinin adalet sistemine olan güvensizliğinden kaynaklı davayı AİHM’e taşıyacaklarını söyledi.

Ardından söz alan Poyraz’ın annesi Elif Poyraz; cezaevi operasyonunda oğlunun vurulduğunu, yaralı olmasına ve kan kaybetmesine rağmen hastaneye kaldırılmakta geciktirildiğini söyledi. Sürmekte olan davadan bir beklentilerinin olmadığını ve adalete güveninin kalmadığının altını çizdi. Davayı AİHM’e götüreceklerini belirten anne Poyraz’ın ardından Rıza Poyraz’ın babası Süleyman Poyraz söz aldı. Baba Poyraz, Rıza Poyraz’ın demokrasi ve özgürlük için mücadele verdiğini ve suçlu olmadığını söyledi. Süleyman Poyraz, dava sürecinde basının önemine de vurgu yaptı.

Kızıl Bayrak/İstanbu