6 Temmuz 2007 Sayı: 2007/26(26)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen siyasetinde “ip dalaşı”...
  Terör edebiyatı yapan generaller...
Abdullah Gül sivil silahsız siyaset belgesini açıkladı!
Boş vaadler ortalığa saçılıyor...
Hrant Dink’in katili sermaye devleti!
PETKİM işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!
  Sınıf hareketi...
  BDSP’nin bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  Ankara ve Mersin’de
kontrgerilla karargâhları
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  Eksen Yayıncılık’tan seçimler üzerine çıkan kitapların tanıtımı... Seçimler ve sol hareket
  BDSP’nin 2 Temmuz eylem ve tkinliklerinden...
  2 Temmuz eylem ve etkinliklerinden...
  Füze kalkanı krizi çözülemedi
  Yurtdışında Sivas katliamı lanetlendi...
  Binali Soydan: Kısa bir özgeçmiş
  Bir kez daha TC’nin Güney Kürdistan
operasyonu üzerine...
M. Can Yüce
  Kızıl Bayrak sitesi Haziran ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Boş vaadler ortalığa saçılıyor...

İnsanca yaşamanın önündeki en büyük engel kapitalizmdir!

Yıl 1950... Çok partili rejime geçilmesi ile beraber düzen içi çatışmaların “seçmen” sıfatını kazanmış vatandaşın gözünün önünde yaşanmaya başladığı yıllar... Yine bir seçim arifesinde seçim meydanlarında Adnan Menderes “her mahalleye bir milyoner” şiarı ile seçmenden oy istiyor. O zamandan bu yana geçen 57 yıl boyunca birçok başka versiyonunu duyacağımız bu şiar, Türkiye’nin çok partili döneme geçişi ile beraber söylenmiş ilk seçim yalanı olarak tarihe geçmiş bulunuyor.

Ancak aradan geçen zaman içerisinde seçim meydanlarında öylesine sözler edildi ki, “her mahalleye bir milyoner” şiarının kendisi Menderes’in takipçilerinin sarfettiği sözlerin yanında neredeyse aklı başında ve ölçülü kaldı. Zaten Menderes’in söz konusu vaadi dönemin kapitalist gelişimi ile uyumlu, esasta bu gelişimin sonuçlarının vurgulandığı bir yerde durmaktaydı. Kapitalizmin gelişmesi ile beraber derinleşen servet-sefalet kutuplaşması doğallığında her mahalleye eşit bir biçimde dağılacak olmasa da azımsanmayacak sayıda milyoner yetiştirecekti.

“Dün dündür, bugün bugün” diyerek burjuva siyasetin ilkesel çerçevesini net bir biçimde çizen Demirel, ‘91 seçimlerinde “kim ne veriyorsa 5 lira fazlasını vereceğim” dediğinde seçim yalanları konusunda kolay kolay aşılamayacak bir çığır açmış oldu. Ardından gelen Çiller hem O’nun hem de Menderes’in kötü bir taklidinden ibaretti. Yine de Çiller “her mahalleye 100 trilyoner”, “her çiftçiye bir traktör” diyerek üstadlarının yolundan ilerledi.

Ecevit’in ‘70’lerde seçim meydanlarında oy dilenirken kafa tuttuğu bütün kurumların karşısında seçim sonrası el pençe divan oluşunun bir benzeri ise ‘99 seçimlerinde Mesut Yılmaz tarafından tekrarlandı. Mesut Yılmaz seçim çalışmasını Susurluk’u çözme iddiası üzerine kurmuştu. Aynı seçimlerde seçim propagandasını Abdullah Öcalan’ı asacağı vaadi üzerinden yürüten MHP, islami gericiliği de kendine yedeklemek amacıyla türbanı “ürkekçe değil erkekçe çözeceği”ni ilan etmişti. Erbakan ise bu seçimlerde Taksim’in simgesel anlamıyla hesaplaşır bir edayla Taksim Meydanı’na cami yapma vaadi ile seçmenin karşısına çıkmıştı.

2002’ye gelindiğinde vatandaş, artık seçim meydanlarında söylenenlerin hayata geçmeyeceğini öğrenmişti. Yıllar yılı seçim mitinglerinde söylenen sözler hep havada kalmış, sosyal yıkım saldırılarının derinleşmesi ile birlikte iş vaadleri işsizlik, aş vaadleri daha derin bir açlık ve sefalet olarak geri döndü. Ancak 3 Kasım 2002 seçimlerinde burjuva siyaset sahnesine ezberleri bütünüyle bozan bir sima katıldı.

Sözleri inandırıcılıktan uzak da olsa Genç Parti lideri Cem Uzan’ın palavraları daha önce kendisi ile aynı misyonu taşıyanlarla kıyaslandığında özgün (!) kalıyordu. Cem Uzan ÖSS’yi kaldırmayı vaadediyor, eğitimi 12 yıla çıkartacağını söylüyor ve hatta Gümrük Birliği anlaşmasını iptal edeceğini her mitinginde tekrarlıyordu. İnsanlarsa “bu adamın trilyonlarla parası var. Belki soymaya gerek duymaz. Bir de O’nu mu denesek?” diyorlardı. Yine aynı seçimlerde AKP’nin meydanlarda atıp tuttukları hatırlandığında ilk akla gelen AKP’nin İMF ile stand-by’a son vereceği iddiası oluyor. AKP’nin iktidarda kaldığı 4.5 yılda İMF ile kurulan ilişkilerin her daim güçlendirilmeye çalışılmış olması ise seçimler öncesi ve sonrasında açığa çıkan çelişkiler açısından artık kanıksadığımız bir duruma işaret ediyor.

Seçim ön çalışmalarında seçimden sonra unutulan vaadlerde bulunmanın kökeni ‘50’lere dayansa da açık ki 2002 yılı bu konuda Cem Uzan’ın abartılı atıp tutmalarıyla beraber seçim çalışmalarında yeni bir tarzın ortaya çıkmasının miladı olmuştur.

Lafla peynir gemisi yürümüyor!

22 Temmuz ile beraber girdiğimiz erken seçim sürecinde ortalığa saçılanlar ise “lafın ağzı torba değil ki büzesin” dedirten türden. Bütün partilerin ağzından düşürmedikleri ve hatta birbirleri ile kıyasıya rekabete girdikleri propaganda konuları ortada; her seçim dönemi kaldırılacağı ilan edilen milletvekili dokunulmazlığı, güncel gelişmelerle beraber Kuzey Irak-“terör” ve bu bağlamda Kürt halkına düşmanlık, işsizlik... Bu konulara ilişkin söz söylemeyen, bu sorunları çözeceği vaadinde bulunmayan tek bir düzen partisi yok. Ancak bu sene onları birbirinden ayırmamızı sağlayan programlarına aldıkları başka bir takım başlıklar ve beraberinde bir kısmının şoven-gerici “hassasiyetlerindeki” gözle görülür artış ve elbette başka bir kısmının ise başımıza “demokrat” kesilmesi...

AKP ile MHP, Abdullah Öcalan’ın asılması-asılmaması üzerinden söz düellosuna girerken, sözde sosyal demokrat tarafı ifade eden CHP her ikisinden de şoven ve düşmanca politikalar ve savaş çığırtkanlığı ile Kuzey Irak deyip duruyor. Eli kanlı katil Ağar’ın ise “tek derdim demokrasi” derken yüzü dahi kızarmıyor.

Seçim meydanlarında neler vaadedilmiyor ki! Bedava elektrik, sınavsız üniversite, ev kadınlarına aylık bağlanması, çocuk doğurana çocuk ikramiyesi ve bu sene seçimlerin kilit vaadine dönüşmüş olan mazot fiyatının 1 YTL’nin aşağısına çekilmesi... Cem Uzan ve Haydar Baş’ın başı çektiği bu furyaya bütün düzen partileri kendi kulvarlarından katılmış durumda.

Cem Uzan’ın tarzından etkilenmekle beraber yine de AKP’nin seçim propaganda yöntemi diğerlerinden büyük ölçüde farklı! Hükümet partisi olmanın basıncından kaynaklanan bir külhanbeyi edası göze çarpıyor. “Yaptıklarım yapacaklarımın taahhüdüdür” içeriğinde bir çalışma yürüten AKP’nin diğer siyasal partilerin seçim propagandalarına verdiği yanıt, onlarla girdiği çatışmada kullandığı yöntem ise hep aynı oluyor; “ben yapamadıysam, zaten yapılamayacağı içindir!” vurgusu temele konuluyor. Elbette söz konusu AKP olunca bu vurgu olabildiğine kabadayı bir biçimde ifade ediliyor. Tayyip seçim meydanlarından “bekara karı boşamak kolay” diye haykırıyor. Tabii bu arada daha ilginç itiraflar da yaşanıyor. “ABD’ye Apo konusunda verilen teminat” açıktan ifade edilirken, “Kuzey Irak’a giriş ABD vizesine bakar” söylemi de inceden inceye işleniyor. Kısacası AKP’nin bu seçimlerdeki farkı, bağımlılık ilişkilerinin sınırlarında bir seçim programı ile yetinmesi ve bu haliyle yalanlarını da bir ölçülülük içinde sarfetmesidir.

Sermaye düzeni vizyonunu yenilemiş, insanları vaadleri ile bir ölçüde yeniden kendine bağlamış ve içinde debelendiği krizi çözebilmiş olmanın derdiyle 22 Temmuz’a kadar büyük ihtimalle çok çalışacak. Ancak erken seçim sürecinin yarattığı bu curcuna hali 22 Temmuz ile beraber geçecek ve havada uçuşan vaadlere takılmaksızın herşey eskisi devam edecek! Çünkü peynir gemisi lafla yürümüyor!

Düzen partilerinin piyasa ekonomisine bağlılıkları düşünüldüğünde, seçim meydanlarında dile getirdikleri bu vaadlerin ne ölçüde havada kaldığı da görülecektir. Zira eksiksiz tüm düzen partilerinin piyasa ekonomisi diye kutsadıkları kapitalizm, oy dilenirken vaadettikleri yalanlarının gerçeğe dönüşmesinin önündeki temel engeldir. Ve kapitalizmin sadık hizmetkarları bu gerçeği herkesten iyi bilmektedir.