6 Temmuz 2007 Sayı: 2007/26(26)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen siyasetinde “ip dalaşı”...
  Terör edebiyatı yapan generaller...
Abdullah Gül sivil silahsız siyaset belgesini açıkladı!
Boş vaadler ortalığa saçılıyor...
Hrant Dink’in katili sermaye devleti!
PETKİM işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!
  Sınıf hareketi...
  BDSP’nin bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  Ankara ve Mersin’de
kontrgerilla karargâhları
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  Eksen Yayıncılık’tan seçimler üzerine çıkan kitapların tanıtımı... Seçimler ve sol hareket
  BDSP’nin 2 Temmuz eylem ve tkinliklerinden...
  2 Temmuz eylem ve etkinliklerinden...
  Füze kalkanı krizi çözülemedi
  Yurtdışında Sivas katliamı lanetlendi...
  Binali Soydan: Kısa bir özgeçmiş
  Bir kez daha TC’nin Güney Kürdistan
operasyonu üzerine...
M. Can Yüce
  Kızıl Bayrak sitesi Haziran ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Abdullah Gül sivil silahsız siyaset belgesini açıkladı!

Sermaye düzeni kirli savaşın bütün taktiklerini devreye sokuyor!

Son birkaç aydır AKP “teröre” karşı tutumundan dolayı sürekli eleştiriliyor, “teröre göz yummak”, “terörü çözecek adımlar atmamak” vb. suçlamalarla karşı karşıya kalıyordu. Bunun basıncıyla olsa gerek geçtiğimiz günlerde Abdullah Gül, Milli Güvenlik Kurulu’nun Şubat 2006 toplantısında kabul edilen terörle silahsız mücadele planını açıkladı. “Bölücülükle mücadele eylem planı” başlığını taşıyan gizli belge 61 maddeden oluşuyor. Henüz belgenin bütünü basına yansımış değil. Belge hakkında bilinenler Abdullah Gül’ün Hürriyet ile yaptığı röportaj ile sınırlı. Ancak röportajda Gül’ün, bugüne kadar atılan somut adımlara ilişkin sorulan sorulara verdiği yanıtlar belgenin ve eylem planının çerçevesini bir nebze olsun çiziyor.

Sivil silahsız siyaset belgesi nedir?

Öncelikle neyle karşı karşıya olduğumuzla başlayalım. Bölücülükle mücadele eylem planı adını taşıyan belge esasında bu ülkenin gerçek anayasası olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin belirli bir bölümünün uygulamaya geçirilmesi için hazırlanmış bir yönetmeliği çağrıştırıyor. Yıllardır bildiğimiz psikolojik savaş taktiklerinin örgütlü, planlı ve anlaşılan sürekli kılınarak hayata geçirilmesinin güvencesi yaratılmaya çalışılıyor.

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin Kürt sorununa ilişkin tutumu hatırlandığında söz konusu belgenin İmralı teslimiyetine karşın şoven-kafatasçı tutumundan, inkar ve imha politikasından ödün vermediği de hatırlanacaktır. Söz konusu belgenin Kürt sorununa ilişkin yaklaşımı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek özetlenen bir inkarcılık çizgisini ifade eder. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde TC’nin Kürt sorununa ilişkin genel politik yaklaşımı tanımlanmıştır. Yoksa bu belge kendince terör olarak adlandırdığı bu sorun karşısında TC’nin yürüteceği mücadelenin silahlı-silahsız araçlarını tanımlamamış, kendi ilkesel çerçevesini çizmekle yetinmiştir. Ancak doğaldır ki söz konusu belgede çizilen ilkesel çerçevenin bir de uygulaması olacaktır. Yıllar yılı Kürt halkına dönük sürdürülen kirli savaşın kendisi işte Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde özetlenen ilkesel çerçevenin en açık uygulamasıdır.

Bu haliyle Gül’ün ağzından duyulan “bölücülükle mücadele eylem planı” adlı ve sivil silahsız siyaset belgesi olarak da anılan planın kendisi yine Milli Güvenlik Siyaset Planı’nda çizilen eksenle uyumlu olarak ancak bu kez imha politikalarının yanında inkarı da güçlendirmek hedefiyle oluşturulmuş gibi görünüyor.

Gül’le yapılan röportaj sırasında bugüne kadar bu planın sonuç yaratıp yaratmadığı sorulduğunda, Gül, Newroz eylemlerine katılan çocuk sayısının azaldığını, bunun ise bütünüyle Kürdistan illerine spor salonları yapılması, kütüphanelerin açılması ile ilgili olduğu yanıtını vermiş. İşte TC’nin Kürt halkını silahsız olarak yenmenin yolu olarak bulduğu müthiş formül! Kürt illerine kamu hizmeti götürmek, sosyal kültürel alanlar yaratmak. Ancak aynı esnada Gül’ün söz konusu belgeyi hazırladıkları tarihlere denk gelen dönemlerde yazılı ve görsel basında kopan fırtınalar, yapılan demagojiler hatıralarımızda belirir. Bir dönem boyunca “Bölücü terör örgütünden çocuk istismarı” haberleri ile toplumun görece demokrat kesimlerini bile “çocukları da niye götürüyorlarki oraya?” dedirtecek ölçüde dolduruşa getirebilmişlerdi. Kürt halkının akın akın katıldığı Newroz kutlamaları ekranlara taşınacağına, bu kutlamalarda yer alan çocuklar kameralara takılmıştı. Ve işte söz konusu belgenin ve bu belge çerçevesinde oluşan birimin asıl işi de anladığımız kadarıyla budur. Türkiye’deki hak ve özgürlük mücadelesi içerisinde yer alan öznelerin söylem ve hedeflerini, talep ve mücadele eksenlerini kitlelere ulaştırmalarını mümkün olan bütün yöntemlerle engellerken, bir yandan da psikolojik bir savaş yürüterek bu mücadeleden etkilenebilecek kesimleri daraltmak, kendi demagojik eksenine sıkıştırmak, böylece hak ve özgürlük mücadelesi veren güçleri yalnızlaştırmak...

Düzen psikolojik savaş taktiklerini
her zaman kullanmıştır!

Seçimler vesilesiyle düzen partilerinin her birinin “terör” karşısında kaplan kesildiği şu günlerde Abdullah Gül’ün Amerika’yı yeniden keşfetmiş bir edayla “belge, plan ve uygulamalar” açıklaması elbette şaşırtıcı değil. Belge yayınlanmadığı için belgenin geçmişten farklı nasıl saldırılara hazırlığın zeminini oluşturduğunu kestiremiyoruz ancak geçmişten bildiklerimizin yeniden piyasaya sürüldüğünü (bu belge açıklanmadan önce de söylediğimiz gibi) rahatlıkla ifade edebiliyoruz.

Örneğin Abdullah Gül röportajında sanki ilk kez uygulanıyormuş gibi, Kürt illerinde “Türkçe okuma yazma” kampanyaları başlattıklarını anlatmış. Ancak TC tarihinde biraz geriye gidildiğinde, Adnan Menderes döneminde “Vatandaş Türkçe konuş!” başlığı altında olabildiğine şoven ve gerici, olabildiğine inkarcı bir kampanyanın bir dizi baskı ve zoru da içererek uygulandığını hatırlamak mümkün olabilecektir.

Keza Newrozlar’ı çocukların katılımı üzerinden karalamak ve buradan doğru Newroz eylem ve kutlamalarına, Newroz’un öznesi olan Kürt halkına tepkiyi örgütlemeye çalışmak da yeni bir örnek olmadığı gibi tekil bir örnek de değildir. F-tiplerine dönük tepkiyle başlayan ölüm orucu eylemlerinin toplumun çeşitli kesimlerinde yarattığı insani-politik vb. etkiyi kırabilmenin yolu olarak o zamanlar popüler bir propaganda aracı olarak “örgüt zorluyor!” söylemine başvurulmuştu. Yine aynı süreçte 19 Aralık’ta toplumun gözü önünde devlet tutsakları öldürürken ortaya atılan “kendilerini yaktılar” söylemi sermaye düzeninin psikolojik savaş yöntemleri ile manipülasyon yapma yeteneğinin açık bir örneğidir. Bu haliyle söz konusu belgeye ve plana röportaj sınırında yüklenen misyon geçmişten beri devletin çeşitli birimlerince yürütülegelen bir misyondur.

Kaldı ki burada sözü edilen tek başına hak ve özgürlükler mücadelesinin, sınıfsız toplum mücadelesinin talep, eylem ve çizgisinin çarpıtılmasından ibaret de değildir. Hiç de olmamıştır. Genelkurmay skandallarına bu yıl içerisinde eklenen andaçlarda da ifade edildiği gibi, bir yöntem olarak manipülasyonlar ve çeşitli politikaların empoze edilmesi aracılığıyla kitlelerin dönemsel ihtiyaçlar çerçevesinde harekete geçirilebilmesini sağlamak da esastır. Andaçlar da TSK tarafından bir kaç yıl önce önemine varıldığı ifade edilen bu yöntem de bize kalırsa yıllar yılı uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak son 6 aydır gerçekten bu konuda çarpıcı örnekler çıkmıştır. Toplumun çeşitli kesimlerinin yüzü ideolojik bir bombardıman sonucu önce şeriat tehdidine çevrilmiş, geniş kitleler bunun üzerinden sokağa dökülmüş, ardından yine bir ideolojik bombardıman Kürt sorunu ve sınıf mücadelesi üzerine yürütülmüş ve bölücülük hortlağı yeniden diriltilmiştir. Şehit cenazeleri, teröre karşı sessiz yürüyüşler vb. düzenin hak ve özgürlükler mücadelemizin karşısına çıkarmaya çalıştığı sivil silahsız araçlardır.

Sivil silahsız siyaset katliamların, linçlerin, kitlesel imha planlarının zeminidir!

Sivil silahsız siyaset diye lanse edilen geçmişten beri tanıdığımız bu psikolojik harekat hiç bir dönem sivil ve silahsız kalmamıştır. Daha doğrusu düzen hiç bir zaman tek başına böyle bir yöntemi uygulamamıştır. Bu yöntem ya katliamların, kitlesel imhaların, linçlerin toplumsal zeminini yaratmanın bir aracı olarak kullanılagelmiştir ya da söz konusu devlet terörürünün toplumsal alanda meşrulaştırılmasının aracı...

Bugün içinden geçtiğimiz süreç de gösteriyor ki sivil silahsız siyaset adıyla yeniden piyasaya sürülen kirli savaş taktikleri aynı anda iki amacı da gözetiyor. Hrant Dink örneği bu noktada açıklayıcıdır. Hrant Dink cinayetinin ardından bizzat düzen partilerinin liderlerince başlatılan “Hepimiz Türk’üz” çıkışları, “Hrant Dink de yazısında şöyle şöyle demiş...” açıklamaları tek başına Hrant Dink cinayetinin meşrulaştırılmasına dönüktü diyebilir miyiz? Elbette hayır. Zira bu söylemler açık bir biçimde Kürt halkına dönük tırmandırılan saldırılar karşısında toplumsal alanda bugünden bir “Türklük bilinci” yaratmak kaygısını taşıyordu.

Gelinen süreç gösteriyor ki devlet her türlü mekanizması ile ve bilinen-bilinmeyen bütün taktiklerini devreye sokarak kirli savaşı tırmandırmaya hazırlanıyor. Bu coğrafyanın işçi ve emekçilerine, Kürt halkına, devrimci güçlerine düşense bugün dün olduğundan daha tok ve güçlü bir biçimde düzenin manipülasyon çabalarını boşa çıkartmak, onu her adımda teşhir etmek, onun karşısında birleşik bir güç olarak konumlanabilmektir! Şovenizm rüzgarı gittikçe sertleşerek esiyor! Bu rüzgarı ters döndürebilecek güç işçi sınıfının birlik ve beraberlik içerisinde mücadeleyi büyütmesi ile açığa çıkabilir!