15 Haziran 2007 Sayı: 2007/23(23)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist ırkçılığa ve darbe tehditlerine karşı
“İşçilerin birliği,
halkların kardeşliği!”
  Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!
Düzene karşı devrim
mücadelesini büyütelim!
Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!
15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor...
Liseli gençlik ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı alanlara çıktı...
  İşçi-emekçi hareketinden....
  KESK eylemlerinden...
  Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Seçim faaliyetlerinden...
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Seçim süreci ve emekçi kadın
çalışmamız üzeri
  G8 protestolarından...
  Venezüellalı emekçiler, ABD emperyalizmi
ile işbirlikçilerine geçit vermiyor!
  Kapitalizm ve doğanın yıkımı
  Bültenlerden...
  Basından...
  Birinci yılında Kızıl Bayrak sitesi...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ufuk’suz isyankârlık

Rahmi Yıldırım


İyi kötü gazete okuyup televizyon izleyenlere Ufuk Güldemir’i uzun uzadıya tanıtmaya gerek yok. Gazeteci, Habertürk TV’nin patronu, eski TİP’li, yani Türkiye İşçi Partisi mensubu... Ayrıntısını merak edenler, Varlık Özmenek’in yazısından okusunlar.

Kanser, genç, yaşlı, çocuk dinlemiyor. Ufuk Güldemir de kansere yenik düştü. Yakın dostu meslektaşları yas tutuyor, Ufuk’un ardından gözyaşı döküyorlar,

Güneri Cıvaoğlu, Ufuk’la ilgili yazısını “Yıldızlara Yürümek” başlığıyla takdim etmiş.

Ekranlarda gözyaşlarını tutamayan Hasan Cemal, yazısının başlığında “Hayat onun hızına yetişemedi” demiş.

Yalçın Doğan, Emre Aköz, Perihan Mağden, Derya Sazak ve öteki arkadaşları da benzeri şeyler yazmışlar. Ertuğrul Özkök, cenaze töreninde dokunaklı bir konuşma yapmış

Meliha Okur, yazısının başlığında “O bir anarşistti” diye yas tutuyor. Yine de yazısında Ufuk’un serencamını yerli yerine oturtan bir cümle kurmayı başarmış: “Farklıydı. Güldemir, ‘Öteki Türkiye’de’ doğdu. Ama sonradan çok sıkı bir ‘Beyaz Türk’ oldu.”

Romantik isyankâr, yani Can Dündar da, Ufuk Güldemir’i Yunan mitolojisinin tanrılara isyan eden kahramanı İkarus’la bir tutmuş.

Reha Muhtar ise hepsinin Ufuk Güldemir üzerinden kendilerini pazarladıklarını, hiçbirinin dürüst ve samimi olmadıklarını yazmış. Ne demeli? Birbirlerini en iyi kendileri bilirler.

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Başkanı Ahmet Abakay ise, mesajında Ufuk Güldemir’in 1979–80 yıllarında ÇGD yöneticisi olduğunu, arabası ve aile olanaklarıyla ÇGD’nin hizmetine koştuğunu anlatıyor. Abakay da Ufuk’un ardından, “O, köşeleri tutmuş egemen medyaya başkaldıran bir isyancıydı. Başkaldırısında da başarılı oldu. Dostum, kardeşim Ufuğu başarılarıyla, isyancılığıyla, aşklarıyla , ele avuca sığmazlığıyla hep sevgiyle anacağız” diye yas tutmuş.

Hayvan avcısı “isyankâr”

Ölenin ardından elbette kötü söylenmez. Sade bir insan öldüğünde hoşgörü duygusuyla dolmak, öleni sadece iyilikle anmak, elbette insani bir davranış. Zararı varsa da ölenin yakınlarıyla sınırlı. Ama, iyi kötü kamuyu etkileyen bir TV patronu öldüğünde, gelenek icabı, “Ölenin ardından kötü konuşulmaz” tutumu samimiyetsizlikten başka bir şey değil. Zararı tüm kamuya. Samimi olunacaksa centilmenliğin lüzumu yok.

Ölüm haberi duyurulduğunda tam da “Devşirmeler ve dönekler” konulu yazının devamını yazıyordum. Yazının ikinci bölümünde, devşirmelerin, itirafçıların ve döneklerin egemen sınıf tarafından avlanıp devşirildikten sonra av olmaktan çıkıp avcı olduklarını, eski yol ve mücadele arkadaşlarını avladıklarını anlatmaya çalışıyorum. Ufuk Güldemir’in ölüm haberi tam üstüne geldi.

Ölüm haberi üzerine yakın dostları dokunaklı şeyler söylemişler, yazmışlar. Bense, “Devşirmeler ve dönekler” konulu yazıyla ne denli denk düştüğünü düşündüm. İtirafçıların, döneklerin avlanıp devşirildikten sonra avcı olduklarını söylüyorum ya, Ufuk Güldemir’in Kamçatka’da bir ayıyı nasıl avladığını anlattığı “Acıdır ayının ölümü” başlıklı yazısını anımsadım. (Hürriyet Pazar, 23 Mayıs 2004)

Yazısında anlattığına göre, bir yakın dostunun ayı avına ilişkin tavsiyesi üzerine önce 3 saatte İstanbul’dan Moskova’ya, oradan yine uçakla 9,5 saatte Petropavlosk’a gitmiş. Daha sonra 5 saatlik bir otomobil yolculuğu, en sonunda 4 saatlik bir kar motoru yolculuğu... Nihayet ayı kampına ulaşmış. Avcımız, rehberine “Ayı rehberi, dünyada nesli tükenen bir tür, hızla koruma altına alınmalı” diye iltifatta bulunmayı ihmal etmiyor.

Avcımız, bunca yolculuk cefasına niçin katlandığını da anlatıyor:  “Ayı o kadar büyük ki kurşunumla tek omzu kırılsa bile üç ayağı ile saldırabiliyor. (...) Silahtan kaygılıyım. Her zamanki silahım değil. Daha önce kullanmadığım bir çap. Tehlikeli bir hayvanla karşı karşıyayım ve silahın gücünü bilmiyorum. Kuvvetli bir çap ama ayı da lokomotif gibi karı yara yara geliyor.”

Ayının her adımında yer titriyor; ama, avcımız tehlikeye aldırmıyor, okuyucuyu av edebiyatından mahrum bırakmıyor, Sibirya karını ayının kızıl kanıyla buluşturuyor:  “Ayı ayakta... 338 Win Mag, koltuğunda patladığında sanki yanardağ patlıyor... Koca cüsse önce sırtüstü yere yıkılıyor, sonra ayağa kalkıyor ve göğsünü, kurşunun değdiği yeri ısırmaya çalışıyor. Önüne geçilmez bir öfke topu, 100 bin beygir gücünde bir motorlu testere, kulakları sağır eden, adamı zürriyetinden kesen bir hiddet çığlığı. 338 Win Mag bir daha patlıyor... Bir daha konuşuyor... Karla kan birbirine acıyla karışıyor. Kar ve kan bu kadar mı yakışırmış birbirine? Kızıl kar yağar mı hiç? Ayı ölünce kızıl kar yağıyor ey sevgili okur...”

Okuyucunun vicdanına kızıl kar yağdırdıktan sonra, yalnızca postu ve başı 75 kilo gelen ayıyı kılavuzu ile birlikte yüzmüşler: “Ayıyı yüzerken, balık kokan bu muhteşem hayvanı okşuyorum. Ellerimi etlerine sürüyorum. Yağını kokluyorum, kokusunu içime çekiyorum. Ya bir gören olsa ayıyı kokladığımı? Avcı niye avlar bu kadar muhteşem bir hayvanı?”

Bu soruyu da kendisi yanıtlıyor:  “Bir tek çirkinleri mi avlayacağız?”

Sonra okuyucusunu nasıl bir ayı avladığı konusunda bilgilendiriyor: “Penisinin içinde kemik olan tek canlı, ayı. Kemiğin topuzu gümüş kaplanarak içki karıştırıcısı yapılıyor. Ellerimle penisini açıp kemiğini çıkarıyorum. Bir karış uzunluğunda kalem gibi bir kemik. Ayının sadece postu ve başı 75 kilo. İki kişi kar motoruna taşımakta güçlük çekiyoruz. Burnunun ucundan kuyruk sokumuna olan mesafe 9.8 feet. Irkının sıradan bir ferdi.”

Sonrasında Petropavlosk Otel’e dönüyor avcımız. Otelin takma adı ‘Ayı Oteli’. Her milletten avcının kamptan dönüşte kaldığı tek otel. Amerika’nın ‘Altına hücum’ kasabalarının otellerini andırıyor. Birbirine merhaba bile demeden ‘Senin ayının boyu kaçtı’ diye sorduğu tek yer. Burada, tıpkı karides gibi iç organları gözüken beyaz ve şeffaf kadınlar yaşıyor. Otelde herkes ayıları ve karides kadınları konuşuyor...

Demek, hayvan avcılığının edebi (!) olmanın ötesinde böylesine “ufuk” açıcı bir yönü de varmış!.. İlk mesleğinde hayvan avlamak da değil, insan avlama eğitimi almış biri olarak, tiksinti ve iğrenme duygusuna yenik düşüyorum, iç organlarım bir daha yerine girmeyecek gibi kusuyorum...

İnsan avcısı “isyankâr”

Kamçatka’da ayı avlayarak yağdırdığı kızıl karları gözlerimin önüne getirdikçe, Ufuk Güldemir’in insan avcılığına da niyetlendiğini anımsıyorum. Devam yazısında anlatacağım üzere, itirafçılar ve dönekler avlandıktan sora av olmaktan çıkıp eski yol ve mücadele arkadaşlarının avcısı olurlar.

ABD’nin Irak’ın üzerine çullanmaya hazırlandığı günlerdi. Türkiye kamuoyunun yüzde 85’i işgale ve işgalin suç ortağı olmaya karşıydı, meydanlarda protesto gösterileri vardı. Ufuk Güldemir yönetimindeki Habertürk ise, işgale karşı çıkanlara,  “Manken-Solcu-İslamcı koalisyonu” diye hakaret ediyordu. Bir bildiği vardı herhalde Ufuk’un. Belki de, Kamçatka ayılarının penisi gibi, avlanacak Mezopotamya erkeklerinin penisleri de bir işe yarayacaktı! Böylesine “ufuk” açıcı bir avcıydı Ufuk!

İnsan avlama eğitimi almış biri olarak, tiksinti ve iğrenme duygusuna bir kez daha yenik düşüyorum, iç organlarım bir daha yerine girmeyecek gibi tekrar kusuyorum...

Irak’ın işgal edildiği il günlerdeydi. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin (ÇGD) Onur Kurulu’na bir dilekçe ulaştı. Dilekçe, ÇGD’nin 1979–80 yıllarındaki yönetim kurulu üyesi Ufuk Güldemir ve dernek üyesi Hakan Aygün hakkındaydı.

Dilekçenin sahibi emektar ÇGD’li Attila Aşut, derneğin birçok ilkesinin yanı sıra “Gazeteci,  şiddet, zorbalık ve savaş kışkırtıcılığına araç olamaz. Barışı, ulusların ve halkların kardeşliğini ve eşitliğini savunur; insanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Ulusal bağımsızlık ve demokrasiyi vazgeçilmez ilke olarak kabul eder” ilkesini de anımsatıyor,  Habertürk’ün İmtiyaz Sahibi Ufuk Güldemir ile Yayın Kurulu Başkanı Hakan Aygün’ün bu ilkelere açıkça aykırı davrandıklarını anlatıyordu.

Attila Aşut, 23 Nisan 2003 tarihli dilekçesinde, “Habertürk Televizyonu, bu ülkenin en namuslu, en yurtsever yazarlarını, gazetecilerini, sanatçılarını, aydınlarını günlerce “Manken-Solcu-İslamcı Koalisyonu” diye tanıtmış ve barışseverleri psikolojik savaş yöntemleriyle yıldırmaya çalışmıştır. Bütün bu yayınlar herkesin gözü önünde açıkça yapılırken, Çağdaş Gazeteciler Derneği yönetiminin sessiz kalması üzücüdür” diyor ve Güldemir ile Aygün’ün dernek üyeliğinden sürekli çıkarılmalarını talep ediyordu.

Aşut’un dilekçesi ÇGD Genel Merkezi’nde bir ay bekledi ve Onur Kurulu Başkanı Rahmi Yıldırım’ın eline tesadüfen ancak ulaşabildi. 31 Mayıs 2003 tarihinde ÇGD’nin Genel Kurul toplantısı vardı. Dilekçeyi soruşturmaya vakit kalmamıştı. Buna karşın Onur Kurulu, 22 Mayıs 2003 tarihli son toplantısında dilekçeyi gündeme aldı ve ifadelerinin alınabilmesi için Güldemir ve Aygün’ün üyelik ve adres bilgilerinin dernek yönetim kurulundan istenmesini kararlaştırdı.

Bir hafta sonra toplanan dernek genel kurulunda, şimdi Ufuk Güldemir’in ardından ağıt yakan Ahmet Abakay, Divan Başkanı idi. Genel Kurul’da Onur Kurulu’nun “GAZETECİLİK VE AHLAK” başlıklı raporu reddedilince Onur Kurulu üyeleri Rahmi Yıldırım, Ali Tartanoğlu, Cengiz Kuşçuoğlu, Muzaffer Geçtoğan ve Bekir Öztoprak dernekten istifa etmek zorunda kaldılar. Devir, dernek ilkelerine değil, küçük çıkarlara sahip çıkma günüydü.

Onur Kurulu’nun raporu reddedildiği gibi, intihalden kesin hükümlü “Romantik İsyankâr” intihali ödüllendirilircesine, “solcu” Birgün Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr Doğan Tılıç’ın listesinden Genel Başkan Yardımcısı seçildi. Eski genel başkanlar Ahmet Abakay ve İsmet Demirdöğen de Onur Kurulu üyesi seçildiler. Şimdi de, ÇGD Onur Kurulu Başkanı Attila Aşut. Ufuk Güldemir ve Hakan Aygün hakkındaki savaş kışkırtıcılığı ve insan avcılığı konulu şikâyet dilekçesi ne oldu, bilinmez.

Şimdiki ÇGD Başkanı’na göre Ufuk Güldemir, “Köşeleri tutmuş egemen medyaya başkaldıran bir isyancı” ve “isyankâr kimliğiyle anılacak”.

Dilimin ucundakileri yazmayayım daha iyi. Yine de kısmen yazayım ve ölenin ardından kötü konuşmak olacaksa olsun.

Ufuk Güldemir neye isyan etmişti, Türkiye İşçi Partisi mensupları daha iyi bilir. Benim bildiğim, gençliğinde isyan ettiyse de, bir seveninin yazdığı gibi, “Öteki Türkiye’de’ doğdu. Ama sonradan çok sıkı bir ‘Beyaz Türk’ oldu.” Kıyısında gezindiği isyankârlığı, sermayenin açtığı kültürel bitpazarında nakde çevirdi. Vardıysa da isyankâr vicdanını boşaltıp sıfırladı. Bu kadarla kalmadı. Vicdanını sıfırladıktan sonra masum hayvanları avlamakla yetinmeyip insan avcılığına da soyundu ve isyankârları, barış eylemcilerini “Manken-Solcu-İslamcı koalisyonu” diye karaladı. Ve hâlâ “isyankâr”!

Ölen kim olursa olsun üzülmek insani bir duygu. Ne ki, çalıştırdığı bir kadını korkudan nasıl işettiğine ilişkin köşe yazısını ya da Kamçatka’da bir ayıyı nasıl avladığına ilişkin yazısını anımsamaya engel değil.

İsyankârlığı bitpazarına düşürmeyenler, korkudan işettiği emekçiler ve avladığı masum hayvanlar Ufuk Güldemir’i bağışlarlar mı bilmem, hiç değilse bizi bağışlasınlar!

(Sansursuz.com, 13 Haziran ‘07)


 

Polis yasasına karşı eylemlerden...

Adana: “Polisin öldürme yetkisi geri çekilsin!”

Polis Yetki ve Selahiyetleri Yasası’yla birlikte devletin faşist baskı ve terörüne yasal bir kılıf giydirilmesi çabası, 8 Haziran günü, Adana’da devrimci-demokrat çevrelerin gerçekleştirdiği bir yürüyüş ve basın açıklamasıyla protesto edildi.

Saat 18.00’de Çakmak Caddesi girişinde biraraya gelen kitle, “Polis öldürme yasası geri çekilsin!” pankartı arkasında yolun bir kısmını trafiğe kapatarak buradan İnönü Parkı’na doğru yürüyüşe geçti. Yol boyunca “Polis yasası geri çekilsin!”, “Polisin öldürme yetkisine hayır!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı. Polis kitleyi kaldırıma itmeye çalışsa da, kitle kararlılıkla yolu terketmedi.

İnönü Parkı’na gelindiğinde atılan sloganların ardından hazırlanan basın metni okundu. Yasanın polise sınırsız bir keyfiyet alanı tanıdığı ifade edildi. “Bu kanunun hedefinde bulunan tüm ezilen kesimleri, onurlu yaşam mücadelesi veren tüm kişi ve demokratik kitle örgütlerini en temel insan haklarına karşı yapılan bu saldırı karşısında yaşam hakkını savunmaya çağırıyoruz” denildi.

Alınteri, BDSP, ÇHKM, DHP, DTP, EĞİTİM-SEN, ESP, İHD, İşçi Mücadelesi, Partizan, SDP ve TÖP tarafından örgütlenen eyleme yaklaşık 90 kişi katıldı. Eylemin ardından yasayı ve yaratacağı sonuçları anlatan bildiri çarşı merkezinde dağıtıldı.

Kızıl Bayrak/Adana


ÇHD: Polis yasası geri çekilsin!...

ÇHD İstanbul Şubesi, Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunu’nun meclisten geçmesi üzerine 11 Haziran günü İstanbul Sultanahmet Adliyesi önünde yasanın iptal edilmesi için basın açıklaması yaptı.

Yapılan açıklamada, çıkarılan yeni yasanın zaten yürürlükte olan polis devletini kurumsallaştırdığı, ülke genelinde sürekli bir olağanüstü hal yönetimi getirdiği vurgulandı.

Açıklamada “Biz hukukçular olarak sosyal, siyasal ve ekonomik altyapısı olmaksızın bir kanunun uygulanamayacağını çok iyi biliyoruz. Her kişinin başına birer kolluk görevlisi de dikseniz, her binaya birer kamera da yerleştirseniz, sosyal adaletsizliklerinin ve ekonomik eşitliksizlerin devam ettiği bir yerde suçu önleyemezsiniz...” denildi.

Yasanın iptal edilmesi için cumhurbaşkanına çekilecek olan faks metni okunduktan sonra basın açıklaması sona erdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul


ESP ve SGD’den açıklama...

ESP ve SGD 9 Haziran günü yaptığı açıklama ile polisin yetkilerinin artıran yasanın bir an önce geri çekilmesini istedi. Açıklamada, 21 Eylül’de birçok ilde ESP merkezi ve temsilcilikleri, Atılım gazetesi merkezi ve bürolarına yapılan polis baskınları sonucu 100’ü aşkın kişinin tutuklanmasının ardından 13 Nisan’da arkadaşlarına destek olmak amacıyla Beşiktaş Meydanı’na gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında polisin gaz bombalı ve coplu saldırısına maruz kaldıkları ifade edildi.

Kızıl Bayrak/İstanbul