15 Haziran 2007 Sayı: 2007/23(23)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist ırkçılığa ve darbe tehditlerine karşı
“İşçilerin birliği,
halkların kardeşliği!”
  Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!
Düzene karşı devrim
mücadelesini büyütelim!
Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!
15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor...
Liseli gençlik ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı alanlara çıktı...
  İşçi-emekçi hareketinden....
  KESK eylemlerinden...
  Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Seçim faaliyetlerinden...
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Seçim süreci ve emekçi kadın
çalışmamız üzeri
  G8 protestolarından...
  Venezüellalı emekçiler, ABD emperyalizmi
ile işbirlikçilerine geçit vermiyor!
  Kapitalizm ve doğanın yıkımı
  Bültenlerden...
  Basından...
  Birinci yılında Kızıl Bayrak sitesi...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Faşist ırk çılığa ve darbe tehditlerine karşı

“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!”

Bazı işlerini karanlıkta yapmayı adet edinen militarist güçler, yine bir geceyarısı Genelkurmay’ın internet sitesine “e-muhtıra” yerleştirerek, namluyu birkez daha “mutlu Türk” olmayanlara çevirdiler. Toplumsal uyanışı, demokratik tepki gösteren işçi sınıfı ve emekçileri, ilerici-devrimci hareketi tank paletleri altında ezenler, bu defa “yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksi”ne seslenerek “harekete geç!” emri veriyorlar.

Daha önce yaptıkları darbeler savaş aygıtı NATO’nun Brüksel’deki karargahında kutlamalara vesile olurken, verili durumda Kürt sorunu konusunda Washington’daki efendileriyle anlaşamayan Türk ordusunun kurmayları, yeni bir askeri darbe için vize alamıyorlar. Tabii önceki darbelerin baş destekçisi olan TÜSİAD kodamanları da, bugünkü koşullarda darbeyi pek “şık” bulmuyorlar. Bundan dolayı generaller öncelikle sorunu “e-muhtıralar”la çözmeye çalışıyorlar.

Abdullah Gül’ün Çankaya tepesine tırmanmaya heves etmesiyle yeni bir evreye giren egemenler arası iktidar savaşı, gelinen yerde, Kürt halkına düşmanlık, ‘Kuzey Irak’a operasyon’, “terör”, “güvenlik” görünümüne bürünmüştür. 27 Nisan muhtırasının gerekçesi “laikliği korumak” şeklinde ifade edilirken, birbuçuk ay gibi kısa bir sürede “laiklik/şeriat” kutuplaşması unutulmuş, taraflar savaş çığırtkanlığı yarışına girmiştir. Tam da bu evrede, militarist güçlerin argümanlarını güçlendiren Ankara’daki patlama ile mayınların peşpeşe patlamasıyla çok sayıda askerin ölmesi dikkat çekicidir.

Bu arada Tayyip Erdoğan ve müritlerinin katılmaya cesaret edemediği asker cenazelerinin, tam bir ırkçı-intikamcı gösteriye dönüştürülmesi, generaller cenahına avantajlar sağlıyor. Zira gösterilerin “Kuzey Irak’a girelim, Kandil’i dağıtalım, Barzani’ye haddini bildirelim” türünden saldırgan bir havaya bürünmesi AKP’yi sıkıştırıyor. Bunu fırsat bilen militarist cenah ile arkasında saf tutan güçler de öyle bir hava yarattılar ki, kokuşmuş kapitalist rejimin ürettiği her sorunun günahı sanki sadece hükümetin boynundadır. Bunlara göre hükümet, generallere “saldırın” yetkisi verirse, “terör sorunu” o dakika kökten hallolacak!

Oysa Kürt sorunu burjuva cumhuriyetinin kuruluşuyla ile yaşıttır. Sorunun özünde ve temelinde, ırkçı-inkarcı burjuva devlet politikası yatıyor. Bu sorunu “terör” kategorisine yerleştirme çabası içinde olanlar, devletin iflas eden bu inkârcı politikasında ısrar edenlerden başkaları değildir. Gerici rejim kurumları içinde AKP, Kürt halkına karşı işlenen bu ırkçı-inkarcı tarihsel suça ortak olan son figürandır yalnızca.

Savaş çığırtkanlığını ifrata vardıran generallerin hükümeti sıkıştırdığı kesin, ancak ABD’ye rağmen Kuzey Irak’a girmeyi göze almaları pek kolay değil. Güney Kürdistan’a saldırmak için hükümetten “yetki” talep eden ordu, üç ili “güvenlik bölgesi” ilan ederken kimseye danışma ihtiyacı duymuyor. Bu da yetkinin kimde olduğunu açıkça gösteriyor. Hal böyleyken, Ankara kulislerinin müdavimi olan bazı kalemşörlere göre, “sıkışan hükümet büyük ihtimalle önümüzdeki günlerde orduya yetki verecek.” Buna karşın sözkonusu yetkinin Güney Kürdistan’a hemen saldırı başlatmak anlamına gelmeyeceği de vurgulanmaktadır.

NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD’ye rağmen, ondan onay almadan bir girişimde bulunmak bir yana, Amerikan savaş makinesi ile yoğun işbirliği/suç ortaklığı yapmaya devam ediyor. Örneğin Ankara’daki işbirlikçiler, 23 Haziran’da süresi dolacak olan İncirlik ve bazı üslerin kullanımını içeren anlaşmayı bir yıl daha uzatma kararı aldılar. Öte yandan Anadolu Kartalı Tatbikatı Konya Ovası’nda başladı. Üstelik bu yıl ABD-İsrail ikilisinin yanısıra, işgalci İngiliz ordusu da tatbikata katılıyor.

Egemenler arası iktidar savaşının vardığı aşamada, Kürt sorunu ve PKK bahanesiyle Güney Kürdistan’a saldırının gündeme damgasını vurması, ırkçılık zehiriyle sersemleyen toplumun belli bir kesiminin savaş çığırtkanlığına destek vermesi, emperyalist merkezlerde bazı kaygılara yol açıyor. Buna, militarist cenahın erken seçim aracılığıyla AKP’yi belli bir noktaya kadar geriletmesinin zor görünmesi eklenince, askeri darbe de, Güney Kürdistan’a saldırı da olasılık dahilinde görünüyor. Bush liderliğindeki savaş kundakçılarının Ankara’daki işbirlikçilerini sık sık uyarma ihtiyacı hissetmesi, bunların medyadaki bazı borazanlarının ardı ardına uyarı/tehdit içerikli makaleler yayınlaması, taşınan kaygıların dışavurumudur. Tehdit savuranların, Türkiye’nin Irak sahnesine çıkmasının zamanının henüz gelmediğini ifade etmeleri kayda değerdir.

Irkçı-militarist cenahın (bunu başarıp başarmayacağından bağımsız olarak) Kürt halkının her tür kazanımını yok etmek istediği açıktır. Ancak generallerin hazırlığının bu aşaması, esas olarak dışa değil, içe dönüktür. “Terör” bahanesiyle ırkçı dozu yüksek saldırganlığı kışkırtan, malum kesimleri sokağa çıkmaya çağıranlar, söylendiği gibi “teröre destek veren müttefikler”i veya ‘Kuzey Irak’taki güçleri hedef almıyor. Hazırlık içe dönük olunca, özgürlük talebinden vazgeçemeyen Kürt halkı, ırkçılığa, militarizme karşı çıkan toplum kesimleri, işçi sınıfı ve emekçilerin haklarını savunan ilerici-devrimci güçler bir kez daha hedef gösteriliyor.

Türkiye’nin kapitalist rejimi, düzen bekçilerini her zaman, toplumsal uyanışı bastırmak, sınıf hareketi ve ilerici-devrimci güçleri ezmek, Kürt halkının özgürlük özlemlerini yok etmek için seferber etmiştir. 12 Eylül faşist darbesinin açtığı alanlarda güçlenen dinsel gericiliğe “balans ayarı” yapmak için gerçekleştirilen 28 Şubat “postmodern” darbesiyle de, fiili saldırıya uğrayan bir kez daha işçi sınıfı ve devrimci hareket olmuştur. Hem işçi sınıfının kazanımlarının pervasızca gaspı, hem de en vahşi cezaevleri katliamları, tam da 28 Şubat darbesinin yarattığı iklimde gerçekleştirilmiştir.

Devletin karanlık güçlerinin yönlendirmesiyle toplum kesimlerini sokaklara salan, “e-muhtıra”lar yayınlayıp darbe tehditleri savuran, “bize yetki verin Kuzey Irak”a saldıralım diyen düzen bekçilerinin bu girişimleri, elbette dinsel gericilik şahsında temsil edilen düzenin diğer kutbu ile tutuştukları iktidar mücadelesinden bağımsız değildir. Generallerin bugünkü rejim içi dalaşmadan galip ayrılmak için gerekirse yeni girişimlerde bulunmaktan kaçınmayacakları açıktır.

Egemenler arası çelişkinin bu kadar sertleşmesi, rejimin siyasi krizini daha da derinleştirse de, sermayenin iki farklı kesimi arasındaki iktidar mücadelesinin fiili çatışmaya yol açması olasılığı düşüktür. Çatışan kutupların polis devletini birlikte tahkim etmesi, dahası en basit demokratik hak kazanımlarını bile sürüp süpürecek hazırlıklara başlanması, asıl hedefin bu iki kutup dışında olduğunu gösteriyor. Demokrasiden, özgürlüklerden, insan haklarından söz edenleri, “terörün destekçisi”, “mutlu Türk” olmadıkları için de “düşman” ilan eden Genelkurmay muhtıraları, düzen bekçilerinin namluyu kimlere çevirme hazırlığı içinde olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır.

Düzen bekçilerinin hazırlıkları devam ederken, ırkçı-şoven histerinin yayılması ile halklar arası düşmanlık da körüklenmektedir. Ankara’nın ortasında bomba patlatan zihniyetin de hizmet ettiği bu vahim rotayı çizenler, halkların kardeşliğini dinamitlemeyi, işçilerin birliğini paramparça etmeyi hedeflemektedir.

Kapitalist rejim bekçilerinin dayattığı bu gidişat, bir yandan işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının, ilerici-sosyalist güçlerin maruz kaldığı/kalacağı tehditlere işaret ediyor. Öte yandan ise, toplumun bu ileri kesimlerine dönemin yüklediği ciddi sorumlulukları gösteriyor. Emperyalistlerle işbirlikçilerine, ırkçılığa, şovenizme, darbeye, gericiliğe karşı net bir tutum! İşçilerin birliğini, halkların kardeşliğini pekiştirmek için azami çaba! Düzenden, düzen içi çatışmalardan, düzen kurumlarından medet ummayı değil, (seçim ortamının yarattığı politik atmosferi de en iyi şekilde değerlendirerek) egemenlerin saldırılarına karşı, öznesi işçiler ve emekçiler olan meşru-militan bir mücadele hattını örmeyi esas almak, bu doğrultuda anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-şovenist mücadeleyi yükseltmek!

Günün acil devrimci görevleri bu çerçevede ele alınmalıdır...