15 Haziran 2007 Sayı: 2007/23(23)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist ırkçılığa ve darbe tehditlerine karşı
“İşçilerin birliği,
halkların kardeşliği!”
  Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!
Düzene karşı devrim
mücadelesini büyütelim!
Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!
15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor...
Liseli gençlik ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı alanlara çıktı...
  İşçi-emekçi hareketinden....
  KESK eylemlerinden...
  Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Seçim faaliyetlerinden...
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Seçim süreci ve emekçi kadın
çalışmamız üzeri
  G8 protestolarından...
  Venezüellalı emekçiler, ABD emperyalizmi
ile işbirlikçilerine geçit vermiyor!
  Kapitalizm ve doğanın yıkımı
  Bültenlerden...
  Basından...
  Birinci yılında Kızıl Bayrak sitesi...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!

Halklara düşman savaş ağalarına geçit vermeyelim!

Bir süreden beridir PKK’ye yönelik sınır ötesi operasyon temasıyla yürütülen sistemli politik kampanya, Ulus’taki patlama ile ivme kazanarak bir savaş haline vardırıldı. Ulus’taki patlamanın hemen ardından olay yerinde boy gösteren Genelkurmay Başkanı, büyük şehirlerde benzer saldırıların yaşanacağını kesin bir dille ifade ederken, hedef olarak da, birkaç yıldır benzer her durumda yapıldığı üzere Güney Kürdistan’ı gösterdi.

Genelkurmay Başkanı’nın sergilediği bu tutum, olağanüstü bir sürece girildiğine dair açık bir işaretti. Genelkurmay Başkanı, Ulus’tan kısa bir süre sonra bu kez bir askeri toplantıda boy göstererek aynı minvalde yeni hamleler yapmaya devam etti. Burada yaptığı konuşmada, sınır ötesi operasyon için siyasi bir karara ihtiyaçları olduğunu, çünkü böyle bir adımın sadece PKK’yi değil, ABD ve Kürt Yönetimi’ni de hesaba katmak zorunda olduğunu söyledi.

Büyükanıt bu konuşmayı yaparken, Irak sınırında yoğun bir askeri hareketlilik göze çarpıyordu. Günler öncesinden bölgeye sevk edilen asker sayısı onbinleri bulmuştu ve sınırdaki dağlar bombalanmaya başlanmıştı. Her ne kadar hem Genelkurmay hem de ABD ve Irak ordunun sınırı geçtiğini yalanlasalar da, yerel kaynaklar sınıra yakın Kürt köylerinin bombalandığını açıkladılar.

Kademe kademe arttırılan sınır ötesi operasyon havası, daha sonraki günlerde atılan yeni adımlarla birlikte tam bir savaş haline gelip dayandı. Bu yeni adımlardan ilki, Siirt, Şırnak ve Hakkari illerinin “özel güvenlik bölgesi” ilan edilmesi oldu. Buna göre, bu illere giriş-çıkışlar sıkı kontrole tabi tutulacak ve hava sahaları kapatılacak. Bu karar esasında bu illerde olağanüstü hal ilan etmek anlamına geliyor.

Bununla birlikte atılan diğer adım ise 27 Nisan’da yapılan müdahaleyle aynı biçimde gerçekleştirildi. Bir gece yarısı Genelkurmay’ın internet sitesinde yayınlanan ve askeri bir savaş ilanını andıran bildirgeyle yeni bir saldırı hedefi gösterildi:

“Her fırsatta, yurt içinde ve yurt dışında barış, özgürlük ve demokrasi gibi insanlığın yüksek değerlerini, terör örgütüne paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların, bu olayların gerçek yüzlerini görme zamanı artık gelmiştir.”

Açıktır ki, Genelkurmay’ın gösterdiği hedef, başta Kürt halkının örgütlü mevzileri olmak üzere ilerici ve devrimci kurum, örgüt ve kişilerdir. Genelkurmay’ın bu hedeflere yönelik verdiği saldırı emri de şöyle ortaya konulmaktadır:

“Türkiye Cumhuriyeti, ulusal ve üniter yapısının, çağ dışı bir yapı olduğunu düşünen bir yaklaşım ile karşı karşıyadır. Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımı fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır.(!) Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir.”

Genelkurmay’ın bu emrinin gerekleri çok geçmeden yerine getirilmeye başlandı. Emrin verilmesinden saatler sonra, ilk saldırı DTP Eskişehir il binasına yönelik oldu. “Kimliği belirlenemeyen” (!) saldırganlar binayı ateşe verdiler. Bu saldırıyla aynı saatlerde, yeteneklerini “Cumhuriyet Mitingleri” ile kanıtlayan ordunun sivil uzantıları vazife başı yaparak yeni bir miting kararı aldılar. Diğer taraftan ise ordunun postal yalayıcısı İP çetesi daha da ileri giderek Diyarbakır’daki “bayrak mitingi”ni talebedilen “refleks” ile ilişkilendirdi. Tam anlamıyla bir provokasyon olan bu girişimin en heyecanlı destekçilerinden biri de Türk-İş’in hain sendika bürokratları oldu.

Yaratılan bu savaş halinin birçok nedeni mevcuttur. Bunlardan ilki, ordunun hükümet karşısında konumunu güçlendirmek amacıyla bu tür bir manevraya başvurmuş olmasıdır. Ordunun ülke yaşamı ve siyasetindeki ayrıcalılı konumunu sürdürmek için Kürt sorununu nasıl kullandığı biliniyor. Ek olarak, son dönemde artan düzen içi çatışmada rakibini zora sokmak için bu konuyu alabildiğine istismar etmeye çalıştığı da bir gerçek. Ülkenin seçim havasına girdiği bir dönemde, düzen siyasetine müdahalenin en etkili ve rahat yolu olarak böyle bir savaş halini örgütlediğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte bu kadarı mevcut durumu anlamak için yetersizdir.

Bu savaş halinin iç siyasal amaçları olmakla birlikte, durumun bunu aşan bir kapsama sahip olduğuna da kuşku yoktur. PKK’nin askeri varlığından ziyade, Güney Kürdistan’daki devletleşme adımlarının ileri boyutlar kazanması ile birlikte, Kürt sorunu konusunda 80 yıllık inkar ve imha siyasetindeki iflas, düzeni bu tür arayışlar içerisine sokmaktadır. Kendi aralarında kavgalı olan düzen güçleri, sonuçta bu konu üzerinden yekpare bir tutum sergilemektedir. Yakın zamanda Kürt Yönetimi ile görüşüp görüşmemek konusunda orduyla ters düşen hükümetin başı Erdoğan, gelinen yerde “bir kabile reisiyle ne görüşeceğiz” noktasına varmıştır. Elbette bunun seçimlere dayalı bir iç hesabın ürünü olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak TÜSİAD kodamanlarının da, “devlet bu konuda yekpare bir tutum içinde” ve “güvenliğin sözkonusu olduğu yerde ekonomi ikinci plandadır” biçimindeki açıklamalarla mevcut savaş haline açık onay vermesi ile birlikte düşünüldüğünde, yaşananların egemen güçlerin ortak iradesine dayandığı da söylenebilir.

Belli ki, sermaye devleti, saldırı ve savaş makinasını harekete geçirerek tehdit, şantaj ve zor ile Kürt halkının ulusal mücadelesini ve kazanımlarını ortadan kaldırmak istiyor. Bu amaçla harekete geçirilen savaş makinesinin yanısıra tüm gerici odaklarını da seferberliğe çağırıyor. Böylelikle yakın zamanda düzen siyasetinin iplerini sıkan ordu, ülkeyi her bakımdan askeri bir rejimin gereklerine uygun olarak yönetmeye çalışıyor.

Genelkurmay’ın düzen siyasetinin iplerini elinde toplayarak yürüttüğü bu gerici saldırganlık ve savaş siyasetinin, başta bu ülkenin emekçi halkları olmak Ortadoğu’nun kardeş halklarına büyük acılar ve kıyımlar getireceği aşikardır.

Kürt halkının esareti uğruna yürütülen bu kirli ve kanlı savaş siyasetini durdurmak için harekete geçmek hem günün acil görevi, hem de büyük bir sorumluluktur. Başta devrimci ve ilerici güçler olmak üzere tüm işçi ve emekçileri bu görev ve sorumluluğun gereklerini yerine getirmek üzere harekete geçmeye çağırıyoruz.



CHP’den beklenen “refleks”!

CHP, Meclis’i genel görüşme istemiyle olağanüstü toplantıya çağırmak için hazırlık başlattı. Bunun için öne sürdüğü gerekçe ise “son günlerde tırmanan terör olayları, Kuzey Irak’taki PKK unsurlarına yönelik operasyon ve yerel Kürt gruplarının Türkiye’ye dönük amaçları” oldu.

CHP Genel Başkan yardımcısı Onur Öymen’in teklifi üzerine hazırlıkları başlatılan genel görüşme istemi parti içinde de tartışma yarattı. Deniz Baykal Öymen’in önerisini desteklerken, Genel Sekreter Önder Sav meclisin bu aşamada olağanüstü toplantıya çağrılmasına karşı çıktı. Açık ki Önder Sav’ın bu karşı çıkışı ilkesel bir nedene değil, Kürt halkına yönelik tartışmaların seçim öngününde partisine oy kaybettireceği kaygısına dayanıyor. Fakat Baykal ve Öymen, basına yansıyan bilgilere göre, Meclis’in olağanüstü toplanması konusunda ısrarını sürdürüyor.

Kuşkusuz ki CHP’nin bu genel görüşme girişimi, Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınladığı son bildiriden ayrı düşünülemez. Bir postal yalayıcı olarak CHP kendinden beklenen “refleks”i göstermekte, geleneksel inkar, imha ve asimilasyon politikalarını sürdürerek sömürgeci sermaye düzeninin kendinden beklediği “refleks”i ortaya koymaktadır.