15 Haziran 2007 Sayı: 2007/23(23)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist ırkçılığa ve darbe tehditlerine karşı
“İşçilerin birliği,
halkların kardeşliği!”
  Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!
Düzene karşı devrim
mücadelesini büyütelim!
Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!
15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor...
Liseli gençlik ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı alanlara çıktı...
  İşçi-emekçi hareketinden....
  KESK eylemlerinden...
  Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Seçim faaliyetlerinden...
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Seçim süreci ve emekçi kadın
çalışmamız üzeri
  G8 protestolarından...
  Venezüellalı emekçiler, ABD emperyalizmi
ile işbirlikçilerine geçit vermiyor!
  Kapitalizm ve doğanın yıkımı
  Bültenlerden...
  Basından...
  Birinci yılında Kızıl Bayrak sitesi...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!

İşçi ve emekçilerin çıkarına olan tek şey örgütlü mücadeledir!

Postal tehditleri ile gündeme gelen erken seçim süreci ile beraber düzen partilerinin milletvekili kriterleri gözler önüne serildi. Seçim listeleri hazırlanırken islamcısından faşistine, sözde solundan liberaline herkes aynı reçeteyi kullandı. Bol miktarda gericilik, kafatasçılık, güçlü bir çıkar bilinci, tümüyle onursuzluk ve biraz da popülerlik… Bir-iki de hitabet yeteneği güçlü zat-ı muhterem listeye eklendi mi, işte bir düzen partisi için ideal bir seçim listesinin formülü!

Eli kanlı katillere “buyurun gelin” demeyeceğiz!

Aday listelerinin kesinleşmesi ile beraber ilk dikkati çeken, eli kanlı faşistlerin sayısındaki bolluk oldu. Bu isimlerden yeterince teşhir olmuş olanı Mehmet Ağar, kendi kirli geçmişini bütünüyle unutmuş bir biçimde demokrasi havariliğine soyunmuş durumda. Kürt halkının kanını hala ellerinde taşıyan Mehmet Ağar’ın yanında Susurluk’tan çok iyi tanıdığımız Sedat Bucak yer alıyor. Ve elbette Bucak’ın avukatı da DP’den aday… Sözde şaibeli isimlere aday listelerinde yer vermeyen MHP ise 7 TİP’linin ölümü ile sonuçlanan Bahçelievler katliamının sanığını Sivas’tan 1. sıradan aday gösterdi.

Yıllarca devletin tetikçiliğini yapmış bu isimler, şimdi ceylan derili koltuklara çöreklenerek bu kez tetiği çeken değil de emri veren olmak niyetiyle seçim yarışına girmiş bulunmaktalar. Geçtiğimiz yıllarda sivil faşistlerle Tempo dergisinde yapılan bir röportajda “baltalarımızı gömdük ama yerlerini unutmadık” diyerek tehditler savuranlar, şimdi baltalarını da yanlarına alarak milletvekili olabilmek derdinde. Şovenizm zehrinin oluk oluk akıtıldığı şehit cenazelerinde seçim çalışması yapan bu leş kargalarının ağızlarından dökülen her cümle düşmanlık, her cümle nefret saçıyor. Ulusal onur olarak pazarladıkları kardeş halkları katletme politikaları, terörizmle mücadele diye kamufle ettikleri sistematik işkence, yargısız infaz ve linç uygulamaları ile şovenizm batağına çekilmek istenen Türkiye işçi ve emekçilerinin karşısına sözde alternatif olarak çıkartılan bu katiller sürüsünün ellerinden hala kan damlıyor. Yüksek Seçim Kurulu katil adaylara hızla onay verirken, bir hayat kadınının ve bir travestinin adaylık başvurusunu reddediyor. Hem de yüz kızartıcı suçtan mahkumiyetleri var denerek... Dolandırıcılığın ahlaktan, ancak kocası tarafından zorla pazarlanmanın ahlaksızlıktan sayıldığı bir düzende yaşıyoruz!

Açık ki burada sembolik olarak sayılan isimler, onların işbirlikçileri ve seçim listelerindeki daha niceleri basit birer cinayet zanlısı değildir. Onların işledikleri cinayetlerin hedefi her zaman coğrafyamızdaki işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine ket vurmak olmuştur. Onların düşmanı hiçbir zaman cinayete kurban giden kişiler değil, ama bir bütün olarak işçi sınıfı ve emekçiler, onların gelecek mücadelesidir. Bütün bu gerçeklere bakarak işçi sınıfı ve emekçiler seçim sandıklarına umut bağlamış bu azılı sınıf düşmanlarının, düzenin tetikçilerinin karşısına tok bir biçimde çıkabilmek durumundadır.

Ordu yardakçılarına, postal yalayıcılarına
verilecek oyumuz yok!

Henüz seçim kararı alınmaksızın seçim çalışmalarına Tandoğan’da başlayan ve ordu tarafından açıkça görevlendirilmiş kesim, bu seçimlerde karşımıza geçmiş yılları aşan bir güçlülükle çıkıyor. Laik-antilaik sözde çatışması ile toplumun bilincini doğrudan hedef tahtasına çakan bu kesim, artık ömrünü doldurmuş olan cumhuriyetin sadık bekçileri olma imajıyla seçim pazarında kendilerini satışa sürüyorlar. Cumhuriyetin değil kapitalist saltanatın bekçiliğini yaptığını bildiğimiz bu ordu yardakçıları, Hrant Dink cinayeti sonrası oluşan toplumsal atmosfere karşı cumhuriyet mitinglerinde açık bir şoven zehir kusarak, esasında Türkiye’nin kukla oynatıcısı olan “yüce” ordusunun toplumun tabanına yayılan kardeşlik özleminden ne ölçüde rahatsız olduğu mesajının da taşıyıcısı olmuşlardır.

Bugün ulusal onur, ulusal birlik-beraberlik vb. söylemlerle, güncel tartışmalardaki politik ekseniyle MHP ile aynılaşmış olan CHP’nin ağırlıklı olan listelerinde yer alan bu isimler ciddi bir yekün oluşturuyor. Ancak bu isimlerden bir tanesi var ki, üzerinden atlamamak gerekiyor.

Mitinglerde kraliçe edasıyla konuşmalar yapan, ordunun önünde secdeye varan Nur Serter CHP’nin İstanbul adaylarından. İstanbul Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı yaptığı dönemde dünya görüşünü, demokrasi anlayışını bir an bile gizleme gereği duymamış olan sözde akademisyen Serter’in döneminde üniversite içerisinden polis eksik olmamış, üniversitedeki polisiye saldırıların altına bizzat imza atmıştır.

Elden giden cumhuriyet için ayağa kalkmış olan Serter’in geçmişine bakıldığında, esen rüzgara göre kendini konumlandırmakta oldukça başarılı olduğu görülecektir. 28 Şubat’tan bu yana ordunun toplumsal tehditlerinin destekçisi olacak bir kitle tabanı yaratma mücadelesini veren Serter, doğal olarak bu seçimlere ordu destekli CHP ile katılmayı tercih etmiştir.

Burada en önemli soru, Nur Serter ve onun gibi sayısız postal meraklısının bizden ne karşılığında oy istedikleridir. Çok açık ki bizden istenen kardeşlik duygularımızı bir yana bırakmak, haki üniformalarla barışmak, geçmişin kanlı katliamlarını unutmak, “hepimiz Ermeniyiz” bilincinin karşısına “ne mutlu Türküm” şovenizmiyle çıkmak...

Ancak Nur Serter ve benzerlerinin özü itibariyle tetikçilerden büyük farklılıkları yoktur. Aksine Serter ve benzerleri her daim tetikçilerin en büyük alkışçısı ve coğrafyamızda eşitlik, özgürlük adına dile getirilen ne varsa azılı düşmanı olmuşlardır. Bizlere düşense seçim sandıklarına bakarken umut beslemek yerine bizden oy isteyenlerin ellerine geçen her fırsatta bizleri nasıl sömürdüklerini hatırlayarak öfke duymaktır. Bu öfke seçim sandıklarında soracağımız hesabın mayası olacaktır.

Çalıp çırpmanın duayenleri de meclis yolunda!

Yıllar yılı işçi ve emekçilerin kanını emen, görevi kötüye kullanmaktan rüşvete kadar her türlü uygulamada bataklık içinde debelenen hortumcular, dolandırıcılar şimdi de meclis duvarlarını tırmalıyor. Gözlerini para hırsı bürümüş bu bezirganlar topluluğu yıllar yılı meclis dışında yaptıkları vurgunlarla yetinemeyerek şimdi de hukuk geçirmeyen dokunulmazlık kalkanının ardına sığınmak istiyor.

İşçi ve emekçiler açısından sosyal yıkım saldırılarının bu ölçüde derinleştiği, bütün kamusal alanların birer birer özelleştirildiği böylesi bir süreçte meclise kapağı atarak bu dönüşümlerden karlı çıkmak derdindeki bu geniş kesim için milletvekilliği bir yatırımdan ibaret! Bizlerin yaşamının pazarlık malzemesine dönüştüğü günümüzde, sırtımızda bir kambur gibi taşıdığımız bu asalaklar sınıfı soframızdaki bir parça ekmeği almak için bugün bizden oy dileniyor. Açık ki bu kesimlere verilecek her oy, onlara parlamento kapılarını açmanın ötesinde bir anlam taşıyacaktır. Verilecek her oy, soframızdaki son ekmeğin savaşmadan teslim edilmesi olacaktır.

Listelere giren süs adayların tek hedefi
bizleri kandırmaktır!

Bu seçimlerde İbrahim Tatlıses gibi, Naim Süleymanoğlu gibi birçok isim aday listelerinde yer alıyor. Geniş işçi ve emekçi kesimler üzerinde oynanan bu oyunun hedefi, tanınan-bilinen bu simalar üzerinden toplumsal bilince bir darbe daha vurabilmek. Birçok siyasal parti açısından afiş yapmaktan bildiri dağıtmaya kadar birçok propaganda faaliyetinin yerine bu isimlerin merkezinde durduğu bir takım reklâmlar örgütlemek, tanıtım sürecini yaygınlaştırmak hedefi düzen açısından önemli bir olanak olarak görülmektedir.

Açıldığında, Pandora’nın kutusu misali içinden her türlü kötülüğün, düşmanlığın çıkacağı kesin olan seçim sandıklarında bu reklamların, propagandaların sökmediğini ispatlamak zorundayız. Bizler sofralarımızdan aç kalkarken, gün boyunca aç açına çalışırken, çalışma yaşamının en ağır yüklerini taşırken, sefahat içerisinde yaşayan, paraya para demeyen, bu coğrafyanın işçi ve emekçileri ve ezilen halkları adına bugüne dek olumlanacak tek bir icraatı olmayan isimlere, ünlü diye, şarkıcı diye oy vermek, geleceğimizi önemsemediğimiz anlamına gelecektir. Oysa bugün en çok sahip çıkmamız gereken, geleceğimizdir!

İşçi ve emekçilerin parlamento
hayallerine karnı tok!

Etraf, dokunulmazlığın o hukuk geçirmez kalkanına sığınmak için kırk takla atanlarla doldu. Suç dosyası kabarık bir sürü isim, milletvekili olarak haklarında verilen mahkûmiyetlerden kurtulmak derdiyle seçim propagandalarına başladılar bile. Bu coğrafyanın işçi ve emekçilerinin, ezilen halklarının bugün karşı karşıya kaldığı iktisadi saldırıların her birinin temelinde postal izi olan ordunun önünde secdeye varan Nur Serter’den, yıllarca kirli savaşın en etkin yürütücülerinden biri olup da bugün demokrasi havarisi kesilen Mehmet Ağar’a kadar geniş bir yelpaze içeren aday listeleri bizleri temsil etme iddiasındaki şarlatanlarla dolu. Tandoğan’da orduyu göreve çağıranlar, şehit cenazelerinde Kuzey Irak’ı namus meselesi yapanlar da bu seferki seçimlerin gözdesi!

Diğer yandan miadını doldurmuş parlamento binasına göz ucuyla bakan ve kitlelere “meclise girersek her şey değişecek” mesajı veren gruplar var. Ancak işçi ve emekçiler bugüne kadar meclis binasının duvarlarından kendi hayırlarına tek bir şeyin sızmadığı bilinciyle yol almak zorundadır. Açıktır ki bu meclis isterse bütün milletvekillerini yenilesin, yine de işçi ve emekçiler lehine tek bir kararın alınmayacağı bir alan olacaktır.

İşçi ve emekçiler sandıkta sınıfsız ve
sömürüsüz dünyayı seçmelidir!

Pandora’nın kutusuna benzettiğimiz seçim sandıklarına gidip oy vermek, işçi ve emekçiler açısından kendi gelecekleri hakkında söz söylemek demektir. Ya o sandıklardaki düzen partilerinin adaylarına, o sandıktaki burjuva vaatlere, o sandıktaki parlamenterist hayallere sırt çevirecekler, ya da kendi geleceklerinin ceylan derisi koltuklarla hiçbir ortak paydası olmadığını görerek mücadeleyi seçeceklerdir! Ya hangi düzen partisini seçerlerse seçsinler TÜSİAD ve orduya kendi yaşamlarını ipotek edecekler, ya da ordusuyla, TÜSİAD’ıyla, kukla partileri ile, bu partilerin tek ortak paydaları onursuzluk olan adayları ile mücadele alanında hesaplaşmayı seçeceklerdir! Sınıfın bağımsız devrimci adayları işte bu mücadelenin yolunu göstermektedirler.


Hükümet şakşakçısı Fehmi Koru...

Kapitalistler AKP hükümeti döneminde kasalarını tıka basa doldurdu

Kapitalist düzenin efendileri olan TÜSİAD kodamanları, işçi sınıfının ürettiği artı-değeri yağmalayıp kasalarını doldurmakla yetinmez, gerekli gördükleri yerde iç ve dış politika konusunda demeçler verip raporlar hazırlayarak beklenti ve direktiflerini rejimin bekçilerine iletirler. Düzen medyası, TÜSİAD kaynaklı her bilgiyi manşet veya baş sayfa haberi şeklinde sunarken, siyasi arenanın aktif figüranları ise, icraatlarını gelen direktiflere göre ayarlarlar.

TÜSİAD kodamanlarının rutin teamülleri çerçevesinde yaptıkları son açıklamalar, AKP hükümetinin gerici-dinci medyadaki önde gelen savunucularından Fehmi Koru’yu fena halde kızdırmış görünüyor. “Kapitalistler akıllı mı?” (Yeni Şafak, 10 Haziran ‘07) başlıklı bir makale yayınlayan “liberal-dinci” Fehmi Koru, gayet yerinde bir tespitle, TÜSİAD kodamanlarını “vefasızlık”la suçluyor.

Geçerken belirtelim ki, bu kişi “mühim gazeteciler” kategorisinde yer alıyor. Geçen yıl Bilderberg toplantısına katılması, Fehmi Koru’nun bu kategoride yer aldığının ispatıdır. Zira sonuncusu geçen günlerde İstanbul’da yapılan bu toplantıya herkes katılamaz. Her yıl gizli yapılan bu toplantının müdavimleri arasında, ömrü boyunca ABD emperyalizminin kitlesel katliamlar öngören planlarının fikir babası Zbigniew Brzezinski gibi kişiler, büyük kapitalistler, “gazeteciler”, siyasetçiler, bürokratlar vb. yer alır. Bu organizasyonun Türkiye temsilcisi ise Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’tur. Çok sayıda TÜSİAD üyesi de bu toplantıların müdavimleri arasındadır. Demek oluyor ki, Fehmi Koru, Pentagon’un akıl hocalarıyla gizli toplantılara katılacak kadar “önemli” sayıldığı gibi, TÜSİAD’da öbeklenen kapitalistler nezdinde de “özel” bir yeri vardır.

Bu yakınlığa rağmen, TÜSİAD kodamanlarının AKP hükümetine “vefasızlık” etmeleri, “Bilderberg’ci/İslamcı” Fehmi Koru’yu kızdırınca, bazı hatırlatmalarda bulunarak “hayırlı” bir iş yapmıştır.

“‘İmam-hatip dışındaki tüm liseleri ahlâksızlık yuvası olarak gören bir zihniyet Milli Eğitim camiası içinde hâlâ kendine yer bulabiliyor’ demiş TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ.”

“TÜSİAD Başkanı, cumhurbaşkanı seçememekle sonuçlanan süreci de, ‘Arabayı düz yolda şaşırtmak’ deyimiyle açıklamaya çalışmış.”

“Ak Parti iktidarı döneminde varlığına onlarca varlık katanlardan biri, ‘Biz işadamları olarak konsorsiyumlara katılmıyor muyuz, siyasiler de iktidarlarını başkalarıyla paylaşmayı öğrenmeli’ demiş.”

“TÜSİAD’ın kurucularından önemli bir işadamı da, bir gün önce, ‘Başörtülü eşle Çankaya’ya çıkılmaz’ vecizesini kayıtlara geçirmişti.”

Adı geçen makalede TÜSİAD kodamanlarının yukarıdaki sözlerini alıntılayan Fehmi Koru, “‘Kapitalistler akıllı insanlardır’ genel kabulü vardır ya, işte o kabul şu sıralarda ciddi bir sarsıntı geçiriyor...” saptamasını yapıyor. Nedenine gelince: “Büyük holdinglerin bu yılın ilk üç ayındaki kârlılık performansları yayınlandı şu yakınlarda: Koç Holding’in kârı bir yıl önceye göre 14 kat artmış; Sabancı Holding’in kârı da ona yakın.”

“Bir yandan servetlerine servet katmaya yarayan 4,5 yıllık bir iktidar, bir yandan kasaları kârları almayacak kadar şişen kapitalistlerin kendilerine bu imkânı sağlayan iktidarın sonunu getirmek üzere başlatılan sürece verdikleri güçlü destek.”

Fehmi Koru’ya göre büyük kapitalistlerin yaptığı bu “vefasızlık”, “akıllı” oldukları genel kabulünü sarsıyor olabilir. Ancak burada önemli olan, kimi zaman AKP hükümetinin baş şakşakçısı, kimi zaman da akıl hocası misyonunu icra eden gerici-dinci medyanın önde gelen yazarı Fehmi Koru’nun, AKP hükümetinin kimin kasalarını tıka basa doldurmak için çırpındığını ortaya koymuş olmasıdır.

Bu gerçek elbette gizli-saklı değildi. Ancak toplumun karşısına çıkıp demagoji yapan Tayyip Erdoğan ve müritleri, TÜSİAD kodamanlarının değil, toplumun hizmetinde olduklarını iddia ediyor, yalanlarla dolu seçim broşürlerinde ise, TÜSİAD kapitalistlerinin dolup taşan kasalarından değil, topluma yaptıkları “hizmetler”den söz ediyorlar. Gerici-dinci takımının seçim propagandasını vesile ederek öne çıkarttığı cilalı sözlerin çirkin yalanlar olduğunu, AKP hükümetinin bu akıl hocasının yazdıkları bile ortaya koymaya yeter. Zira vahşi bir sömürü ve yağma olmadan kapitalistlerin kârlarını ondört kat arttırması sözkonusu bile olamaz.