15 Haziran 2007 Sayı: 2007/23(23)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist ırkçılığa ve darbe tehditlerine karşı
“İşçilerin birliği,
halkların kardeşliği!”
  Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!
Düzene karşı devrim
mücadelesini büyütelim!
Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!
15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor...
Liseli gençlik ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı alanlara çıktı...
  İşçi-emekçi hareketinden....
  KESK eylemlerinden...
  Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Seçim faaliyetlerinden...
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Seçim süreci ve emekçi kadın
çalışmamız üzeri
  G8 protestolarından...
  Venezüellalı emekçiler, ABD emperyalizmi
ile işbirlikçilerine geçit vermiyor!
  Kapitalizm ve doğanın yıkımı
  Bültenlerden...
  Basından...
  Birinci yılında Kızıl Bayrak sitesi...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Sınır ötesi operasyon”da son perde

Güney Kürdistan’a askeri operasyon konusu gündemdeki yerini koruyor. Bununla ilgili son gelişme, aylar öncesinden hükümetin belli sınırlarda bir sınır ötesi operasyon düzenleme konusunda generalleri aylar öncesinden yetkilendirmiş olduğunun ortaya çıkmış olması. Bu da, generalleri bir sınır ötesi operasyondan alıkoyan asıl etkenin, yetkisizlikten ziyade, ABD emperyalizminin onay vermemesi ve uluslararası plandaki yaygın tepki olduğunu gösteriyor. Gene de son gelişmeler ve yapılan son açıklamalar, ABD emperyalizminin, Kandil bölgesiyle sınırlı ve süresi belli bir operasyona yeşil ışık yakma ihtimalinin güçlenmekte olduğunu gösteriyor.

Bir süredir sınır ötesi operasyon yetkisi tartışıladursun, Genelkurmay Başkanlığı’nın “terörle mücadele” için hazırladığı harekat planını 2006 Aralık ayında hükümete sunduğu ve hükümetin 12 Mart’ta Genelkurmay’a, sınır ötesi operasyona kadar genişleyen yetki verdiği ortaya çıktı. Basına yansıyan bilgilere göre, Genelkurmay’a “terörle etkin bir mücadele” için sıcak takipten başlayarak kademeli olarak artırılmak üzere sınır ötesi operasyon dahil olmak üzere tam yetki verilmiş.

Yetki kapsamında kara ve hava kuvvetlerinin de “koordineli ve etkin bir şekilde kullanımı” öngörülüyor. Ordu da harekat planının onaylanmasının ardından Türkiye ile Güney Kürdistan sınırına yeni birlikler kaydırarak operasyon hazırlıklarına girişti.

Hatırlanacağı üzere, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan’da düzenlediği basın toplantısında, hükümetten sınır ötesi operasyon için talimat istediklerini belirtmişti. Harp Akademileri Komutanlığı’nda yapılan sempozyumda, Güney Kürdistan’a harekât hakkında, “İçeri girip sadece PKK ile mi uğraşacağız, yoksa Barzani ile bir şeyler olacak mı? Ben asker olarak ihtiyaç bildirdim. Önüme sözlü değil yazılı talimat gelmesi lazım” demişti. Arkasından hükümetin karşı hamlesi gelmiş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Eğer böyle bir ihtiyaç varsa, Genelkurmay yazılı izin başvurusunda bulunsun verelim” diyerek topu yine karşı sahaya atmıştı. Görünüşe göre, Genelkurmay’ın hükümetten talebi, sadece PKK’yi değil, Güney Kürdistan’daki siyasi yapıyı da hedefleyen askeri bir operasyon kararı almasıydı.

Basına yansıyan bu son bilgi ile birlikte, sınır ötesi operasyonun önündeki esas engelin hükümet olmadığı da böylece açığa çıkmış oldu.

Kuşkusuz ki, ABD’nin onayı olmadan bir “sınır ötesi operasyon”un mümkün olmadığını en başta Büyükanıt da bilmektedir. Ayrıca, daha önce defalarca yapılan geniş kapsamlı sınır ötesi operasyondan sonuç çıkmadığını, bugün yapılacak bir operasyondan da farklı bir sonuç çıkmayacağını, herkesten önce bölgede kolordu komutanlığı da yapmış olan Büyükanıt bilir. Durumun böyle olduğunu “Kuzey Irak’a bir askeri harekâtın önkoşullarından birisi ABD ile uzlaşmaktır” şeklindeki tespitler de göstermektedir. Dolayısıyla, bugünkü siyasi konjonktürde AKP hükümetinin, Büyükanıt’ın tanımladığı gibi bir kararı çıkarması imkansız görünmektedir. Elbette ki, onların tüm kulakları sağırlaştıran kuru gürültülere rağmen kapsamlı bir operasyondan uzak durmalarının nedeni, hem efendileri ABD’nin böyle bir operasyona göstereceği tepkiden, hem de girilecek maceranın tam bir bataklığa dönüşmesinden duyulan korkudur.

Komünist basınımızda, bugünkü siyasi konjonktürde, AKP hükümetinin, Büyükanıt’ın çizdiği çerçevede bir “sınır ötesi operasyon” kararı çıkarmasının mümkün olmadığını, hükümetin en fazlasından ABD ve Barzani ile anlaşıp “namusu kurtarma” kabilinden sınırlı bir askeri harekat için karar çıkarabileceğini vurgulamıştık.

Sözkonusu değerlendirmemizde, “Yapılan, bir ‘sınır ötesi operasyon’ değil, psikolojik savaş odaklı ‘sınır içi bir operasyon’dur. Hükümet ve Genelkurmay, psikolojik savaşın bütün unsurlarının kullanıldığı bir mücadele yürütmektedir ve mücadelenin hedefi ise, işçi sınıfı ve tüm emekçi kitlelerdir. Bu gerilim politikalarının genel amacı, geleneksel imha, inkar ve asimilasyon politikalarının devamını sağlamaktır. Kısa vadede ise, birincisi, Kürtler’in meclise girmesinin önlemek veya en azından sınırlamaktır. İkincisi, AKP hükümetini basınç altında tutarak seçimlerde AKP’nin başarısını mümkün mertebe azaltmaktır” tespitinde bulunmuştuk. Basına yansıyan bu son bilgilerin de gösterdiği gibi, gelişmeler bizi doğrular mahiyettedir.

Psikolojik savaşın bütün unsurlarının kullanıldığı “sınır içi bir operasyon” tüm hızıyla sürüyor. Bugün Genelkurmay, Kürdistan’daki operasyon ve çatışmaları kullanarak, Kürt sorunu üzerinden müdahale ve kamplaşmaya yeni bir boyut kazandırmaya yönelik adımlar atıyor. Son günlerde asker cenazeleri üzerinden bütün ülkede halklar arasında düşmanlık yaratılmaya çalışılmakta, Türk halkını savaş politikalarına yedeklemeye yönelik bir çaba sergilenmektedir. Anafartalar Çarşısı’nda patlatılan provokasyon bombası ile daha önce “şeriat tehdidi”ne karşı alanlara çıkarılan kitleler, bu kez “teröre karşı” birleşme söylemiyle milliyetçi-şovenist politikalara yedeklenmeye çalışılmaktadır. Yaratılan hava üzerinden Hakkari, Siirt ve Şırnak illeri üç aylık “Geçici Güvenlik Bölgesi” ilan edildi. Atılan adımın bununla sınırlı kalmayacağı, yaratılan gerginlikle bütün Kürdistan’da yeniden OHAL koşullarının dayatılacağı sır değil.

Polise geniş yetkiler tanıyan yasanın aynı dönemde Meclis tarafından kabul edilmesiyle birlikte düşünüldüğünde, birkaç yıldır gündem haline gelen “demokratikleşme tartışmaları”nın da burjuvazinin dönemsel ihtiyaçlarını karşılamaktan öte bir amaç taşımadığını gösteriyor. Böylece bir kez daha burjuvazi ve onun politik temsilcilerinin demokratik hak ve özgürlük taleplerinin karşılanmasıyla bir ilgisinin olmadığı görülmüş oldu.

Genelkurmay, geçtiğimiz günlerde yaptığı ve “terör olaylarına karşı Türk milletini kitlesel karşı koyma refleksini göstermeye” çağırarak müdahale sürecine yeni bir boyut getirdi. Genelkurmay’ın bu açıklaması, Cumhuriyet’in 80 yılı aşkın bir zamandır çözemediği Kürt sorununun bir “iktidar kavgasının” unsurları olarak kullanıldığının/kullanılacağının bir göstergesidir. Müdahalelerin “sivil” ayağını oluşturan ve daha önce “cumhuriyet mitingleri”ni gerçekleştiren kurumlar, son çağrı üzerine yeniden harekete geçti ve mitingler serisi için hazırlıklara başlandı. Bu mitingler üzerinden milliyetçi-şoven zehir bütün topluma akıtılmaya çalışılacak. Böylece, Türk-Kürt düşmanlığı daha ileri bir boyuta taşınmış olacaktır.

Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı bir diğer sonuç da, Genelkurmay’ın, artık söylem düzeyinde bile, kendisini siyaset dışı bir alanda tanımlamaktan vazgeçmesidir.

AKP hükümeti, OHAL benzeri uygulamalar ve “sınır ötesi operasyon” konularında Genelkurmay’a yetkiyi hükümetin verdiğini söyleyerek, Kürt sorununa yaklaşım konusunda aynı noktada bulunduklarını göstermektedir.

Tüm bunlar, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarı ve “Düzene karşı devrim!” perspektifiyle devrimci bir karşı duruşun ne denli gerekli olduğunu bir kez daha ortaya koyan gelişmelerdir. Egemenlik ve ayrıcalık için çatışan düzen güçleri, bu çatışmada avantaj sağlamak üzere halkları birbirlerine düşürecek kanlı provokasyonlara başvurmakta, çatışmalarına emekçi halkı alet etmeye çalışmaktadırlar. Bu yolda elde edecekleri mesafe, emekçilerin yıkımı, kırımı ve geleceğinin karartılmasından başka bir sonuç yaratmayacaktır.

Tüm devrimci ve ilerici güçler bu oyunu bozmak üzere düzene karşı mücadele bayrağını yükseltmek üzere çabalarını yoğunlaştırmak zorundadırlar.