11 Mayıs 2007 Sayı: 2007/18(18)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler gerici iktidar için çatışıyor…
  Düzenin seçim oyununu bozmak için devrimci seferberlik!
Kürt liberallerin depreşen seçim hayalleri
Sınıf hareketi...
21. Geleneksel İTÜ Öğrenci Şenliği
 Şarlatan halife-padişah mı?, demagog faşist başkan mı- Haluk Gerger
  Kayıkçı kavgasında yeni perde: Çankaya savaşları mı, sistem savaşları mı? - Yüksel Akkaya
  Seçimler ve sol hareket
  Silahlanma doludizgin
  Şarm-el Şeyh’te çifte konferans
  Siyonist rejimin sarsıntıları sürüyor!
  Blair yerel seçimlerde hezimete uğradı
  Avrupa’da saldırganlaşan ırkçılığın karanlık yüzü
  Dünyadan...
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun 1 Mayıs değerlendirmesi...
  1 Mayıs üzerine gözlem ve değerlendirmeler…
  Postal yalayıcısı Türkan Saylan ve şürekâsına, onların kuyruğuna takılan “aydın” kılıklı Kemalistler’e…
  Askeri cumhuriyet, seçimler ve ötesi...
M. Can Yüce 
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Şarm-el Şeyh’te çifte konferans

Mısır’ın Kızıldeniz kıyısındaki Şarm-el Şeyh kasabası, 2-4 Mayıs tarihleri arasında peşpeşe gerçekleşen Irak gündemli iki konferansa ev sahipliği yaptı.

Açıklandığına göre, G-8, BM temsilcileri dahil 60’ı aşkın ülke temsilcisinin katıldığı ilk konferansta “Irak’ın yeniden yapılandırılması, Irak’ta demokratik sürecin geliştirilmesi, Irak halkının ekonomik sorunlarının hafifletilmesi” gibi konular ele alındı. Bunun akabinde gerçekleşen ikinci konferansta ise Irak’a komşu ülkelerin de dahil olduğu toplam 22 ülke bakan düzeyinde temsil edildi. Türkiye’yi Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın temsil ettiği ikinci konferansın gündemi ise, “Irak’ta güvenlik sorunları” olarak açıklandı.

Ankara’daki Amerikancılar Mısır’da düzenlenen konferanslara pek önem vermedi, ya da öyle görünmek durumunda kaldılar. Bu ilgisizliğin bir nedeni egemenler arası rant paylaşımı etrafından dönen çatışmaların “kriz” boyutuna varması. Bir başka nedeni ise, İstanbul’da yapılacağı öne sürülen bu konferansın Mısır’a taşınmış olmasıdır. Zira sermaye iktidarının çok istemesine, dahası ABD emperyalizminin de tam destek vermesine rağmen, Bağdat’taki kukla yönetim konferansların İstanbul’da yapılmasına engel olmayı başardı. İşbirlikçi Türk egemenlerinin bu konuda hüsrana uğraması, “bölgenin en etkin gücüyüz” gibi söylemlerin büyük ölçüde temelden yoksunluğunu da bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Irak’ın yeniden yapılandırılması, istikrar ve refaha kavuşturulması için düzenlenen ilk konferansta konuşan Irak “başbakanı” Nuri El Maliki, 50 milyar dolara varan dış borçlarının silinmesini istedi. Bu çağrıya Çin dışında olumlu yanıt veren olmadı. Borçlarını sildiremeyen Nuri El Maliki, 30 milyar dolarlık borç miktarının silinmesi için müzakerelere başlanacağı yönündeki vaatle idare etmek durumunda kaldı. Ancak dahası da var. “Uluslararası toplum”, “Irak’ta demokratik sürecin ilerlemesi karşılığında ülkeye milyarlarca dolar yardım verilmesi, borçlarının hafifletilmesi” gibi vaatlerde de bulundu.

Irak’ta emperyalist orduların 170 bin işgalci askeri ile “özel güvenlik” şirketlerine mensup 25 bin kiralık katilden oluşan bir ordu var. Başta CIA ve MOSSAD olmak üzere birçok istihbarat örgütü ülkede cirit atıyor. El Kaide örgütü militanı olduğu söylenen caniler, işgalin vahşeti yetmiyormuş gibi Iraklıları bombalı saldırılarla kitlesel şekilde katlediyor. İşgalcilerle soysuz işbirlikçilerinin körüklediği mezhep çatışmaları vahim bir hal almış durumda. İşgal orduları Bağdat’ı üstü açık hapishanelere çeviren tecrit duvarları örüyor. Katledilen Iraklılar’ın sayısı 1 milyona yaklaşırken, 4 milyon Iraklı ülke içinde veya dışında mülteci durumuna düşürüldü.

Irak’ın tablosu bu iken, dahası Irak’ı bu duruma düşürenler “uluslararası toplum”un lideri ABD emperyalizmi ile çömezi İngiliz emperyalizmi iken, Bağdat’ta işgalcilere tabiikukla bir yönetimden “Irak’ta demokratik süreci ilerletmesini” istemek, hele ekonomik yardımı bu şarta bağlamak tam bir küstahlık ve pervazsızlık örneği. Böylesi bir küstahlık ve pervasızlık, ancak binlerce yılın birikimlerinden süzülen insanlığa ait bütün değerlere düşman olan kapitalist/emperyalist düzenin efendilerinden beklenebilir. Bu arada “Irak Ortak Vizyon Girişimi” adlı ekonomik plana onay veren konferans katılımcıları da, emperyalist işgalcilerin bu iğrenç suçlarının ortağı olmuştur ki, ABD’nin temel amaçlarından biri de bu suç ortaklığını pekiştirmektir.

Güya Irak’taki güvenlik sorunlarının masaya yatırıldığı Şarm-el Şeyh’in ikinci konferansı da ilkinden pek farklı olmadı. Konferansa katılan İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki’nin işgali mahkum eden, emperyalist orduların çekilmesi için net bir takvim açıklanması gerektiğini savunan tutumu dışında, 21 ülke temsilcisinden işgalin adını bile anan olmadı. Böylesi gerici, ezilen halklara düşman bir zihniyetin temsilcilerinden Irak halklarının vahim boyutlara varan sorunlarının çözümüne katkı sunması beklenebilir mi?

Medyaya yansıyan haberlere bakılırsa, ikinci konferansta Irak’ın güvenlik sorunlarından çok, ABD Dışişleri Bakanı’nın Suriyeli muadiliyle yaptığı görüşme, İranlı bakanla görüşüp görüşmeyeceği gibi konular daha çok ilgi gördü. Sonuçta ABD’li bakan değil ama çömezi İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett, Manuçehr Muttaki ile görüştü.

“Güvenlik” konulu konferanstan geriye, ABD emperyalizminin bilinen tehdit ve telkinlerinin tekrarlanmasından başka bir şey kalmadı. “İran’ın, Irak’taki militanlara silah akışını durdurması, Suriye’nin sınır kontrolünü daha sıkı tutup yabancı militanlar’ın Irak’a girişini engellemesi” gerektiğinin savunan ABD dışişleri bakanı, Irak’ın komşularından bu konuda somut adımlar beklediğini söyledi.

Irak’ı harabeye çeviren işgalin baş sorumlularından biri olan Condoleezza Rice’ın Suriye ve İran’a dair anlamsız sözleri tekrarlaması, Irak’taki vahim tablodan Suriye’den sızan “yabancı militanlar” ve İran’dan sevk edilen “ağır silahlar”ın sorumlu olduğunu öne sürüyor. Güya bu manevra ile Irak’ın işgali ve vahşette sınır tanımayan işgal ordularının bu ülke halklarına karşı işledikleri ağır suçların üstü örtülecek.

Oysa böylesi bir girişimin çaresiz bir çırpınıştan öte bir anlamı yoktur. Zira artık tüm dünya vahşi işgalin Irak’ı harabeye çevirdiğini bilmektedir. Bu durumda İran ya da Suriye’ye yöneltilen suçlamalar, ancak iflas etmeye mahkum olan büyük Ortadoğu/büyük İsrail projesinin psikolojik savaş ayağının bir parçası olabilir.

Bilindiği gibi halklar hiçbir zaman emperyalist veya gerici işgalleri meşru kabul etmemiştir. Tersine, yabancı orduların istilasına uğrayan halkların hemen tümü işgale karşı direnmiştir. Elbette bu kural Irak için de geçerlidir. Dolayısıyla ne konferanslar, ne yaygın medya ağı üzerinden sürdürülen psikolojik savaş, ne de soysuz işbirlikçilerin beyhude çabalar, hiçbiri işgali meşrulaştırmaya yetmeyecektir. Meşru olan direniştir ve halkların, işgal ordularını ülkelerinden def edene kadar direnmeye devam edeceğinden kuşku duyulamaz.


 

Almanya: Metal iş kolunda uzlaşma Telekom’da grev oylaması

Almanya’nın Baden-Würtenberg eyaletinde başlayan metal ve elektro endüstrisini kapsayan TİS görüşmeleri bu yıl beklenenden hızlı sonuçlandı. IG Metal ile metal patronlarının örgütü 4 Mayıs günü uzlaşmaya vardılar. 

Bu yılki toplu sözleşmelerde ücret artışı talebi %6,5 idi. Varılan anlaşmaya göre 19 ay içinde iki etapta düşünülen oran ile metalciler yıllık ortalama %3,7 artış alacaklar. Bu ilk bakışta başarı gibi görünse de dikkatle incelendiğinde öyle olmadığı görülecektir. Sendikacılar metal işçilerini bir kez daha anlaşma masasında satmaya hazırlanıyorlar.

Çünkü metal işçilerinin taleplerinin kabul edilmesi için yeterli koşullar oluşmuştu. Uzunca bir süredir metal işletmelerinde bantlar ve makinalar fazla çalışıyor, buna rağmen gelen talebi karşılamakta dahi zorlanıyorlardı. Bu nedenle patronlar üretime kısa bir süre ara vermeyi dahi kabullenemezdi. Birkaç gün içinde yaşanan yaygın grevler metal patronlarını zor durumda bırakmaya yetti. Yeni siparişleri karşılamaya yetecek üretim kapasitesi kalmamış durumdaydı. Grevin sürmesi onların daha büyük ekonomik kayıp vermesi anlamına geliyordu. Bu koşullarda işçilerin taleplerinin büyük oranda karşılanması olanaklıydı.

Ayrıca işçiler, geçmiş yılların deneyimi ışığında, fabrikanın kapanmaması için haklarından feragat ettikleri halde kapatıldığını, ücretlerin düşürüldüğünü biliyorlardı. Bu bilinç ve öfke metal işçilerinin bu yıl daha kitlesel, daha öfkeli, daha mücadeleci bir tarzda sokağa çıkmalarına neden oldu. İşçilerin bu kararlılığı ve kitleselliği olası bir greve hazır olduklarının da göstergesi oldu. Sendikaları ürküten de bu oldu. Çünkü sendikalar toplu sözleşmelerde “sosyal uzlaşma” rolünü ve “tatmin etme” görevlerini çok ciddiye alıyorlar.

Almanya tarihinin en yaygın grevi

Almanya, metal işçilerinin eylemleri ile, tarihinin en yaygın uyarı grevlerine sahne oldu. 2 ve 3 Mayıs günleri 400 binin üzerinde metal işçisi şalteri indirdi, bantları durdurdu ve eyleme çıktı. DaimlerChrysler gibi fabrikalarda 2 saatliğine iş bırakan işçiler makinaların başına dönmeyerek tüm gün greve gittiler.

Daha fazla ücret talebi birçok işyerinde hem kendilerinin, hem de farklı branşlardaki işyerlerinin korunması mücadelesi ile de birleştirildi.

Rüsselsheim’de 6 bin, Bochum’da 200 Opel işçisinin iş bırakma eylemine Eisenach’taki Opel işçileri de katıldı. Mücadelelerini Avrupa çapında eylem günü olarak sürdürdüler. İşçiler Antwerpen’de 1400 işyerinin yok edilmesini protesto etmek için birkaç saatliğine greve gittiler.

Birçok VDO işletmesinde ise uyarı grevleri 24 saatlik grevlere dönüştü ve tüm vardiyalar iş bıraktı. VDO çalışanları da Siemens’in planlarına karşı işyerlerinin korunması için mücadele ediyorlar.

Birçok kentte Telekom çalışanları metal işçileriyle dayanışma içine girdi. Kapanma tehlikesi olan 50 bin işyerinin korunması için metal işçileri sokağa çıktı. Ver.di Sendikası Telekom’da 30 Nisan’dan 3 Mayıs’a kadar işyerlerinin kapanmaması için grev oylamasına gidileceğini açıkladı. Metal işçilerinin taşıdığı grev bayrağı şimdi Telekom işçi ve emekçilerinin elinde dalgalanıyor.