11 Mayıs 2007 Sayı: 2007/18(18)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler gerici iktidar için çatışıyor…
  Düzenin seçim oyununu bozmak için devrimci seferberlik!
Kürt liberallerin depreşen seçim hayalleri
Sınıf hareketi...
21. Geleneksel İTÜ Öğrenci Şenliği
 Şarlatan halife-padişah mı?, demagog faşist başkan mı- Haluk Gerger
  Kayıkçı kavgasında yeni perde: Çankaya savaşları mı, sistem savaşları mı? - Yüksel Akkaya
  Seçimler ve sol hareket
  Silahlanma doludizgin
  Şarm-el Şeyh’te çifte konferans
  Siyonist rejimin sarsıntıları sürüyor!
  Blair yerel seçimlerde hezimete uğradı
  Avrupa’da saldırganlaşan ırkçılığın karanlık yüzü
  Dünyadan...
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun 1 Mayıs değerlendirmesi...
  1 Mayıs üzerine gözlem ve değerlendirmeler…
  Postal yalayıcısı Türkan Saylan ve şürekâsına, onların kuyruğuna takılan “aydın” kılıklı Kemalistler’e…
  Askeri cumhuriyet, seçimler ve ötesi...
M. Can Yüce 
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Seçimler ve sol hareket

Cumhurbaşkanlığı seçimi, düzen siyasetindeki iç dalaşmanın düğüm noktalarından biri durumundaydı. Birbirinden önemli bir dizi siyasal gelişmenin peşpeşe yaşandığı bu yoğun süreç, taraflar arasında tam bir hesaplaşmaya tanıklık etti. Merkezinde generallerin durduğu cephenin çok yönlü müdahale ve engelleme girişimleri sonucunda Cumhurbaşkanı seçim süreci, düzen siyaseti tam anlamıyla tıkandı, Cumhurbaşkanı seçilemedi ve nihayetinde erken seçim kararı alındı.

Buna göre 22 Temmuz 2007 tarihinde sandıklar kurulacak ve erken genel seçimler gerçekleştirilecek. Tüm gelişmeler, şu andan itibaren başlayan seçim sürecinin düzen güçleri arasındaki gerici dalaşmanın yeni zemini olacağını gösteriyor. AKP cephesi seçimden daha da güçlenerek çıkmanın hesaplarını yaparken, ordunun emir ve komutası altındaki “laik cephe” ise farklı siyasal alternatifler ortaya çıkartarak AKP’nin meclisteki hakimiyetine son verme peşinde. Bu da işçi ve emekçilere çift taraflı bir tuzak kurulmakta olduğunu, her iki tarafın da işçi ve emekçileri kendi saflarına kazanmak için tam bir yalan bombardımanına başlayacaklarını göstermekte.

3 Kasım 2003 seçimlerinde diğer düzen partilerinin sandığa gömülmesi nedeniyle, düzen siyasetinde sermayeye hizmet konusunda AKP tam anlamıyla rakipsiz kalmıştı. Bu da ona siyasal planda küçümsenmeyecek bir güç kazandırıyordu. Generallerin merkezinde durduğu “laik cephe” bu kez benzer bir durumun yaşanmaması için şimdiden kolları sıvamış durumda. Bu çerçevede hayata geçirilen operasyonlar sonucunda önce “merkez sağ partiler” olarak tanımlanan DYP ile ANAP birleştirildi ve Demokrat Parti kuruldu. Daha sonra ise sıra “merkez sol”u yeniden adam etmeye geldi. Daha düne kadar hiç hesapta yokken CHP ile DSP’nin birleştirilmesi gündeme geldi. Ordu destekli “sivil güçler” tarafından düzenlenen mitingler ve son günlerde hız kazanan bir medya kampanyası sayesinde bu alanda da somut başarılar elde edildi. Son açıklamalar CHP ile DSP’nin Temmuz ayındaki seçimlere CHP çatısı altında birlikte gireceği, seçim sonrasında da tek partiye dönüşme yolunda adımlar atılacağı yönünde.

Düzen solunda seçim manzaraları

Henüz bir erken genel seçim gündemde yokken, generaller bu denli açık bir biçimde siyaset alanını düzenlemeye girişmemiş iken ve düzen solunda yer alan CHP ve DSP’nin ordunun komuta ve kontrolü altında oldukları bu kadar net bir biçimde görülmezken kuşkusuz ki soldaki manzara daha değişikti. Bundan çok değil iki ay önce, DSP, SHP ve 10 Aralık Hareketi’nin oluşturacağı bir seçim ittifakı, CHP dışındaki düzen solunun başlıca gündemi durumundaydı. DİSK yönetiminin bu işin içinde olması sınıfı ve emekçileri bu “sol alternatif”e yedeklemenin başlıca kozlarından birini oluşturuyordu. Ecevit hükümeti döneminde sermayeye uşaklığın, emekçilere düşmanlığın pek çok örneğini sergilemiş olan DSP ise bu kirli geçmişini emek kurultayları düzenleyerek, emekçilere dönük talepler formüle ederek, kısacası işçi ve emekçi yığınlara göz kırparak silme telaşı içindeydi.

CHP’nin son bir iki aydır generallerin siyasal plandaki sözcülüğüne ve temsilciliğine soyunması, DSP’nin de gelinen süreçte ona eklemlenmesiyle şimdi düzen solunda yeni bir manzara ortaya çıkmış bulunmaktadır. DİSK yönetiminin başını çektiği 10 Aralık Hareketi’nin Ocak ayında yaptığı “solda yenilenme ve bütünleşme çağrısı”nın gelinen yerde hiçbir hükmü kalmamıştır. Zira bu çağrının muhataplarından olan CHP değme faşist partiye dahi taş çıkartacak bir siyasal çizgiye geçmiş, “sol” ya da “solculuk” ile olan biçimsel bağlarını dahi kaldırıp bir kenara atarak doğrudan doğruya generallerin sözcülüğüne soyunmuştur. Gene 10 Aralık Hareketi’nin “bütünleşme” projesinde temel bir yer tutan DSP ise bu süreçte CHP’nin bir eklentisi haline gelmiştir. “Bütünleşme” projesinin bir diğer ayağını oluşturan SHP ise belki fiilen değil ama politik çizgi olarak CHP-DSP ikilisinin yanında yer almaktadır. SHP, CHP-DSP ikilisini generallerin sözcülüğüne soyundukları için eleştirmek bir yana, kendisinin de bu ittifak içine dahil edilmesi gerektiğini söyleyip durmaktadır. CHP-DSP birleşmesinin dışında tutulan ve buna çok kızdığı anlaşılan SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın “SHP’nin ve 10 Aralık Hareketi’nin içinde yer almadığı bir birliktelik halkımıza sol seçenek diye sunulamaz” diyerek solculuktan, “sol seçenek”ten ne anladığını da ortaya koymuş olmaktadır. Murat Karayalçın’a ve partisine göre, eğer kendileri ile 10 Aralık Hareketi de içinde yer alacak olurlarsa, bugün CHP-DSP tarafından oluşturulan birlikteliği “sol seçenek” olarak adlandırmak mümkündür. Bu arada belirtelim ki, hafta sonunda İzmir’de gerçekleştirilecek “Cumhuriyet mitingi”nde gösterecekleri performans üzerinden SHP’nin de bu ittifaka dahil edilmesi pekala olanaklıdır. Bunun için ellerinden gelen çabayı göstereceklerinden de kuşku duyulmamalıdır.

Bu cenahta belirsizliğini koruyan, Süleyman Çelebi ve ekibinin yani 10 Aralık Hareketi’nin bundan böyle nasıl bir tutum takınacaklarıdır. Tandoğan Mitingi’ne katılmayan ve bunu da az-çok mantıklı şekilde gerekçelendiren Süleyman Çelebi ekibinin özünde ondan hiçbir farklılık taşımayan Çağlayan mitingine katılması belki bir ön işaret olabilir. Pekala, Süleyman Çelebi ve ekibi de bir süre sonra CHP listelerinden milletvekili adayları olarak karşımıza çıkabilirler ve bunu kendilerince gerekçelendirebilirler. Fakat dediğimiz gibi henüz ortada netleşen bir şey de yoktur.

Kürt hareketi seçime bağımsız adaylarla giriyor!

Bugün esasta DTP tarafından temsil edilen Kürt hareketinin seçimlerde nasıl bir politika izleyeceği yakın zamana kadar tartışma konusuydu. DTP, geçen seçimin dersleri üzerinden bu kez reformist partilerle bir “blok” oluşturma fikrine pek sıcak bakmıyor, bunu yerine düzen siyaseti içerisinden kendine müttefikler bulmaya çabalıyordu. Geçen yıl bir ara gündeme gelen erken seçim tartışmaları sırasında bu niyet açıkça ortaya da konulmuştu. Düzen siyaseti içerisinden bir müttefik bulunamaması durumunda ise seçimlere bağımsız adaylarla katılmak, bu sayede hiç değilse Kürdistan’daki illerden milletvekili çıkartıp meclise göndermek ağır basan fikirlerden biri durumundaydı.

DTP’nin bu konudaki eğilimleri belli olduktan sonra Kürt hareketinin önünü kesmek, bağımsız milletvekilleriyle meclise girmesini engellemek için Seçim Yasası’nda değişiklikler yapılması gündeme geldi. Fakat farklı nedenlerden dolayı, bu konudaki girişimlerden sonuç çıkmadı. Seçim Yasası’nda bu yönde değişiklikler yapılmadı.

Artık bu saatten sonra seçim yasalarının Kürt hareketinin önünü kesmek için değiştirilemeyeceğini hesap eden DTP bugünlerde Diyarbakır’da iki gün süren uzun bir toplantı yaptı. Bu toplantı sonucunda da seçimlere bağımsız adaylarla girme politikasını kesinleştirmiş oldu. Türkiye’de yaratılan kamplaşmaya karşı üçüncü bir cepheyi örmeye çalıştıklarını ifade eden DTP yöneticilerinin açıklamalarından Kürt hareketinin Kürdistan’daki kentlerde kendi adaylarını çıkartacağı, Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gibi kentlerde ise kendi adaylarının yanı sıra ÖDP, EMEP ya da SDP gibi partilerin önereceği adayları desteklemeyi planladığı anlaşılıyor. Fakat bu, DTP’nin söz konusu partilerle merkezi bir seçim ittifakı kuracağı anlamına gelmiyor.

Reformist solda belirsizlik, tabanda arayış

Ani seçim kararı en çok da reformist cenahtaki sol partileri hazırlıksız yakalamış görünüyor. Bundan önceki seçime DTP’nin çatısı altında giren EMEP ve SDP’nin bu kez seçimlerde nasıl bir politika izleyecekleri henüz netleşmiş değil.

Genel planda, ÖDP’nin düzen solundaki partilerle seçim ittifaklarına kapalı olmadığı biliniyor. Hatta 10 Aralık Hareketi’nin “bütünleşme” çağrısının muhataplarından birinin de ÖDP olduğu, ÖDP içerisinden de bu çağrıya sıcak yaklaşanların bulunduğu bilinmekteydi. Fakat düzen siyasetinde son iki aydan bu yana yaşanan deprem sonucunda 10 Aralık Hareketi’nin çağrısı da, ÖDP’yi de kapsayan ittifak projeleri de ciddi hasar gördü. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, bu konuda yaşadıkları sıkıntıyı geçtiğimiz günlerde Giresun’da yaptığı bir konuşmasında şu sözlerle ifade etmekteydi;

‘’Solda birlik olmak, halkın sorunlarına verdiğimiz yanıtlarda birlik olmaktır. Bu yanıtlarda birlik miyiz? 301. maddeyi savunan CHP karşısında, 301. maddeye karşı olan bir ÖDP var. Kuzey Irak’a derhal müdahaleden yana olan bir DSP ve CHP milliyetçiliği karşısında, ÖDP’nin ‘yurtta barış dünyada barış’ politikası var. Dolayısıyla solun sağcılaşması var. (…) Türkiye’de sol adlı partiler o kadar sağcılaştı ki 12 Eylül hukukunu savunma durumuna düştüler. Halbuki statükoculuktan sol olmaz, sol statükocu olmaz, sol değişim ve dönüşümden yanadır.’‘

Belirttiğimiz gibi henüz EMEP’in de seçimlere nasıl gireceği netleşmiş değil. Geçtiğimiz seçimlerde DEHAP listelerinden seçime giren, bu sayede meclise milletvekili sokabileceğini hayal eden EMEP şimdilerde bu tür düşler kurmak konusunda bir hayli zorlansa da gönlü gene de benzer bir “blok” içerisinde yer almaktan yana. Ender İmrek’in 9 Mayıs tarihli Evrensel’de yayınlanan “Seçimler ve birlik sorunu” başlıklı yazısı bu konuda belli ipuçları veriyor.

Ender İrmek yazısında “Darbecilere karşı, AKP’nin gerici, dinci ve şoven politikalarına karşı halkın gerçek seçeneği”ni oluşturmak gerektiğinden söz ediyor. Bunun adını da “Emek, barış ve özgürlük seçeneği” koyuyor. “Birleşik demokratik halk seçeneği”ni kurmak için de EMEP, DTP, ÖDP ve SDP gibi partilere büyük bir sorumluluk düştüğünü, “Barış, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesindeki bütün güçler”in büyük bir sorumluluk altında olduğunu, büyük bir platform yaratarak sürece “tam ortasından” müdahale etmek gerektiğini söylüyor. Saydığı siyasal partiler dışında bu büyük birliğe kimlerin dahil olması gerektiğini de “Sendikalara; DİSK, KESK ve TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalara, TMMOB, TTB gibi meslek odalarına, TYS, TGS gibi yazar ve gazeteci örgütlerine, öğretim görevlilerine, aydın ve sanatçılara, Alevi derneklerine, işçi ve emekçilere, Türkiye’nin bağımsızlığından, özgürlüğünden ve halkların kardeşliğinden, gerçek laiklikten yana olan tüm güçlere büyük sorumluluk düşüyor” diyerek belirtmiş oluyor. “Bağımsız adaylar ya da diğer seçenekler” üzerinden bir “yarma harekatı” başlatılması gerektiğini savunuyor.

DTP’nin bağımsız adaylarla seçime gireceğinin nerdeyse kesinleştiği bir zamanda Ender İmrek’in birlikte davranması gereken güçler arasında DTP’yi de sayarak “Bağımsız adaylar ya da diğer seçenekler”den söz etmesi elbette ki bir rastlantı değil. Ender İmrek’in 5 Mayıs’ta gene Evrensel’de yayınlanan ve aynı konuyu işleyen yazısında “bağımsız adaylar” politikasına dair hiçbir şey söylenmemiş olması da ayrıca dikkate değer. Dolayısıyla bu sözler EMEP’in DTP’den belli beklentiler içinde olduğunu, kendi seçim taktiğini de bu konudaki isteklerine olumlu ya da olumsuz bir takım yanıtlar aldıktan sonra netleştireceğini gösteriyor.

Reformist solun bir diğer temsilcisi TKP ise ittifak görüşmelerine kapalı olmadığını fakat parti olarak kendi adaylarıyla seçime gireceğini açıklamış bulunuyor.

Geçen seçimlerde barajı aşma sorununun temel bir engel olduğunun anlaşılmasından sonra bağımsız adaylarla seçime girme fikrinin sadece DTP’yi cezbetmediğini, ilerici, sol çevrelerde bağımsız ortak adaylar üzerinden seçime girme fikrinin belli bir yaygınlıkta sahiplenildiğini de vurgulamak gerekir. Şu günlerde internet üzerinden yürütülen bir ortak aday kampanyasının varlığı da bunu göstermektedir. www.ortakaday.net adlı internet sitesinden yürütülen ve kısa zamanda epeyce bir katılımcının imza koyduğu anlaşılan kampanyanın çağrı metninde “Bu seçimlerde solda birleşik bir alternatif yaratmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Egemenlerin bizi, yanı başımızdaki savaş cehennemine sokmaya çalıştıkları, ırkçılığın körüklendiği bir dönemde emekçiler ve ezilenler için gerçekçi, birleşik bir alternatif yaratmak yaşamsal” deniliyor. Gene çağrı metninde “biz aşağıda imzası olanlar, hiçbir savaş iznine, özelleştirmeye, ayrımcı yasaya oy vermeyeceğini, bunlara karşı TBMM’de bizleri temsil edeceğini ilan eden, patronların, generallerin, bürokratların, atanmışların, IMF’nin değil; ezilenlerin ve emekçilerin sesi olmaya söz verecek emekten, kardeşlikten, özgürlükten ve barıştan yana olan ortak bağımsız adaylar aracılığıyla seçime hazırlanmak istiyoruz” ifadesi yer alıyor. Kampanya çağrı metninde dile getirilenlerle ilgili pek çok şey söylemek elbette ki mümkün. Fakat kampanyanın kendisini, ilerici ve sol güçlerin tabanında seçimlere de ortak müdahale konusunda belirgin bir isteğin ifadesi saymak gerekiyor. Bunun, ortak iradenin zaferi olarak şekillenen 1 Mayıs’la hemen aynı günlerde ortaya çıkması ise bir tesadüf sayılmamalı.

Asıl sorumluluk devrimci güçlerin omzunda!

Devrimci güçler, son birkaç yıldır, siyasal süreçlere ortak müdahale konusunda anlamlı örnekler ortaya koyuyorlar. Bunun akıllarda en çok kalan iki örneği, içini boşaltma çabalarına karşı 8 Mart’ın sahiplenilmesi ve yeniden kazanılması ile devrimci 1 Mayıs’ları yaratma çabasıdır. Bu her iki konuda da devrimci güçler kayda değer bir ortak başarı elde etmişlerdir. Bu başarılar aynı zamanda daha ileri ve güçlü adımlar için döşenen bir zemin niteliği taşımaktadır.

Baskın şeklinde gündeme gelen ve işçi sınıfı ile emekçilere kurulan büyük bir tuzak niteliği taşıyan 22 Temmuz erken genel seçimleri bu bakımdan devrimci güçlerin önünde önemli bir sınav olarak durmaktadır. Devrimci güçlerin hemen bir çok konuda ortak refleksler gösterirken, seçimler konusunda farklı tutum ve taktiklere sahip olmaları burada bir zorluk alanı olarak karşımıza çıkmaktadır kuşkusuz. Ve üstelik bu konudaki tartışmaları tüketebilmek, ortak bir politika belirleyebilmek için çok fazla zaman da yoktur.

Ancak işçi sınıfına ve emekçilere kurulmuş çift dişli bir tuzak niteliğindeki seçim oyununu bozabilecek tek güç de gene devrimci güçlerin müdahalesinden başka bir şey değildir. Elbette devrimci güçler, tek bir politika üzerine ortaklaşmasalar da seçim sürecinde kendi saptadıkları taktiklerle işçi ve emekçileri sermayenin yalanlarına karşı uyarma, onlara tutum aldırma yönünde çabalar ortaya koyacaklardır. Bunların büyük bir değerinin olduğu da tartışmasızdır.