11 Mayıs 2007 Sayı: 2007/18(18)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler gerici iktidar için çatışıyor…
  Düzenin seçim oyununu bozmak için devrimci seferberlik!
Kürt liberallerin depreşen seçim hayalleri
Sınıf hareketi...
21. Geleneksel İTÜ Öğrenci Şenliği
 Şarlatan halife-padişah mı?, demagog faşist başkan mı- Haluk Gerger
  Kayıkçı kavgasında yeni perde: Çankaya savaşları mı, sistem savaşları mı? - Yüksel Akkaya
  Seçimler ve sol hareket
  Silahlanma doludizgin
  Şarm-el Şeyh’te çifte konferans
  Siyonist rejimin sarsıntıları sürüyor!
  Blair yerel seçimlerde hezimete uğradı
  Avrupa’da saldırganlaşan ırkçılığın karanlık yüzü
  Dünyadan...
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun 1 Mayıs değerlendirmesi...
  1 Mayıs üzerine gözlem ve değerlendirmeler…
  Postal yalayıcısı Türkan Saylan ve şürekâsına, onların kuyruğuna takılan “aydın” kılıklı Kemalistler’e…
  Askeri cumhuriyet, seçimler ve ötesi...
M. Can Yüce 
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Egemenler gerici iktidar için çatışıyor…

Emekçiler, sınıfın bağımsız devrimci programı etrafında kenetlenmelidir!

Sermaye sınıfının farklı kesimleri ile bu kesimlerin siyasi temsilcileri arasında cereyan eden çatışma, kapitalistleşen Türkiye tarihinde ilk kez bu kadar aleni bir hal almıştır. 1923’ten beri Çankaya tepesini işgal altında bulunduran militarist cenah, dinci gericilik kıtalarının Köşk’ün kapısına dayanmasıyla harekte geçmiş, sanal alem üzerinden piyasaya sürüdüğü “e-muhtıra” ile erken seçim sürecini başlatmıştır.

Sanal muhtıra ile birkaç gün sonra Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarında kolluk kuvvetlerinin estirdiği devlet terörü, inanmış liberalleri bile derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Zira bunlar, Türkiye kapitalizminin askeri darbeler dönemini geride bıraktığını savunuyor, darbe ihtimalini dillendirenleri “ayıp etmek”le itham ediyorlardı. Örneğin Amerika’da ikamet eden Zeyno Baran adlı kişi, Türk generallerinin Washington ziyareti devam ederken, 4 Aralık 2006’da Newsweek dergisinde “Türkiye’de yaklaşan darbe” başlıklı bir makale yayınladığında bu çevreler tarafından küçümsenmiş, Türkiye’nin geçirdiği yapısal değişimden habersiz olduğu iddia edilmişti. Ancak 27 Nisan’da görüldü ki, “Türk demokrasisi”, katettiği uzun mesafeye rağmen sanal bir muhtıra ile felç olabilecek kadar sığdır. Bu arada devletin üst veya derin katlarından gelen emirlere uyan kolluk kuvvetlerinin, emekçilere olan kinlerini de kusarak 1 Mayıs’ta Taksim’de estirdiği terör, “AB müktesebatı” ile katedildiği söylenen demokratikleşmenin sınırlarını da ortaya koydu.

Sermaye temsilcileri, süngü zoruyla gündeme gelen erken seçim süreciyle hem demokrasi oyununu sürdürüyor, hem de sistemin krizini aşmanın yollarını arıyor. Her ne kadar ABD, AB, TÜSİAD, TOBB gibi merkezlerin tutumlarından güç alan AKP hükümeti sanal muhtıraya “sert” bir karşılık vermişse de, burjuvazinin siyaset arenasındaki figüranları yönetememe krizi içinde debeleniyor.

Eğer egemenler arası çatışma farklı bir boyuta taşınmazsa 22 Temmuz’da seçim sandıkları kurulacak. Amerikancı düzen, hem sermayenin, hem de emperyalistlerin desteğini alan AKP ile herbiri diğerinden ırkçı-gerici birkaç partiyi piyasaya sürecek. Egemenler arası iktidar çatışması bu boyutta iken, bu güçlerin siyasi alandaki temsilcileri olan sermeye partilerinin gericilik, şovenizm, ırkçılık, işçi-emekçi düşmanlığında tam bir uyum içinde olmaları dikkat çekicidir.

Sermayenin öne çıkan başlıca siyasi temsilcilerine kısaca bir göz atarsak DYP-ANAP birleşmesi ile tevellüt eden Demokrat Parti’nin başında kirli savaş şefi Mehmet Ağar var. Günlük söylemde “solcu” diye anılan CHP, önce faşist akımın başını çeken MHP, ardından ırkçı-popülist söylem tutturan Genç Parti ile ittifak arayışı içine girdi. Şimdilerde ise Ulucanlar ve 19 Aralık katliamlarına imza atan, devlet terörü eşliğinde uyguladığı İMF-TÜSİAD reçeteleriyle işçi sınıfı ve emekçileri işsizlik, yoksulluk ve açlığa mahkum eden, bundan dolayı da oyları yüzde 1’e gerileyen DSP ile ittifak konusunda anlaştığı söyleniyor. Erbakan’ın Saadet Partisi ise, faşist akımın diğer bir kolu olan, son günlerde gerçekleşen vahşi cinayetlerin tetikçileriyle organik bağı saptanan Büyük Birlik Partisi ile ittifak arayışı içinde. Söylemde kimi farklar olsa da, bu partilerin bir diğer temel ortak özelliği, başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere halklara karşı tutumlarının ırkçılıkla malul olmasıdır.

Bu partilerin bir kısmı egemenler arası iktidar çatışmasında doğrudan veya dolaylı olarak taraftır. Kimileri ise farklı sermeye çevrelerinin çıkarlarını temsil etmektedir. Bu yönüyle kendi aralarında belli çelişkiler/çatışmalar kaçınılmazdır. Ancak bu partilerin varlık nedenlerine bakıldığında, tümünün işçi sınıfı ve emekçilere, insanlığa ait değerlere, ilerici, devrimci, aydınlık olan herşeye düşmanlık konusunda tam bir mutabakat içinde oldukları görülür.

Silahlı bürokrasinin vesayetinde de olsa işi idare eden figüranlar bu partiler ve kurdukları hükümetlerdir kuşkusuz. Ama asıl aktörler, yani bu partilerin de ipini elinde tutanlar ise, içte TÜSİAD, TOBB ve diğer sermeye grupları, dışta ise ABD-AB emperyalistleridir. Nitekim Türk egemenleri arasındaki iktidar savaşında bu güçler dolaysız taraf olarak davranmakta, taraflara açıktan telkinler göndermekte, medya aracılığıyla yön vermeye çalışmaktadır.

Düzenin asıl egemenleri olan TÜSİAD kodamanları çatışan tarafların ikisine de gerekli gördüğü yerde mesaj veya emirlerini veriyor. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olmayacağını açıklaması, ancak bu kodamanların açık fikir beyanından sonra gündeme geldi. Başta Abdullah Gül’ün adaylığını destekleyen TÜSİAD, sanal muhtıradan sonra, “erken seçim kararı alın” talimatını verdi. Generallere de, “fazla ileri gitmeyin, sorunlar demokratik teamüller içinde halledilsin” uyarısında bulundu. Yani TÜSİAD, bu şartlarda askeri darbeyi sınıfsal çıkarlarına uygun bulmadığını ilan etti. Bu tutumun “demokratik teamüllere” verilen önemle bir ilgisi yok elbette. Bilindiği gibi 12 Eylül faşist cuntasını dört gözle bekleyen TÜSİAD’tan başkası değildi. Onlar için önemli olan, sömürü ve yağma düzeninin aksamadan işlemesidir. Belirtelim ki, ikinci büyük sermeye kuruluşu TOBB’un şefleri de, uluorta açıklamalar yapmasa da TÜSİAD’la benzer bir tutum içinde olduklarını, yakınlarındaki “gazeteci”lere söylüyor.

Bu arada muhtıranın darbeye yol açmayacağı konusunda yabancı sermaye kodamanlarını ikna etme çabasının başını bizzat ABD’ye giden Güler Sabancı çekiyor. Washington’dan haber devşirme konusunda maharetli birkaç isimden biri olan Aslı Aydıntaşbaş’ın bildirdiğine göre, Güler Sabancı’nın Manhattan’daki evinde verdiği kokteyle katılan “Türk işadamları”, son günlerde yabancı ortaklarındaki tedirginliği yatıştırmak için yoğun bir şekilde dil dökmek durumunda kalmışlar. Güler Sabancı’nın başını çektiği kapitalistler, “Unutmayın Türkiye uzun vadede sağlam ekonomi”, “Merak etmeyin IMF programından nasıl olsa şaşma olmaz”, “Bakın erken seçim kararı herşeyi rahatlattı” diye dil döküyormuş.

Sürece doğrudan müdahil olan diğer taraf, verili koşullarda askeri darbeyi uygun bulmayan Bush liderliğindeki neofaşist çetedir. Bilindiği gibi ABD emperyalizmi önceki askeri darbeleri desteklemekle kalmamış, bizzat CIA-NATO eliyle organize etmiştir. Zira Türk generallerinin, (1961 darbesi dahil olmak üzere) giriştiği darbelerin tümü, dolaysız bir şekilde ABD emperyalizminin bölgesel çıkarlarına uygun planlanmıştır. Savaş kundakçıları bu şartlarda askeri darbeye karşı çıksa da, bu tümüyle bölgesel çıkarlarıyla ilgilidir.

Büyük Ortadoğu/büyük İsrail projesi kapsamında gündeme getirilen “ılımlı İslam” modeli için AKP biçilmiş kaftandır. Bu parti, İMF-TÜSİAD programlarını pervasızca uygulamanın yanısıra hem ABD-İsrail ikilisi ile sıkı bir işbirliği yapıyor, hem de dinci çizgisi ile Arap dünyası üzerinde ektili olabiliyor. Kürt sorunu ve Kıbrıs konusunda da generaller gibi “kırmızı çizgiler” çekmiyor. Bu yönüyle ABD emperyalizmi için dönemsel olarak işlevseldir.

Sözkonusu Türkiye olduğunda, gerici/dinci bir partinin ABD için işlevselliği kuşkusuz ki, geçicidir. Türkiye’de asıl iktidarın hükümette değil silahlı/sivil bürokraside olduğunu kimse ABD’den daha iyi bilemez. Onlar Türkiye’deki dayanaklarının silahlı bürokrasi olduğunu çok iyi bildikleri içindir ki, sanal muhtıraya karşı ihtiyatlı bir dil tercih ettiler. Örneğin Washington’un bir diğer iyi haber devşiricisi Yasemin Çongar, konuştuğu ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Daniel Fried’in, “AB gibi, ABD’nin de muhtırayı eleştirip eleştirmeyeceği” sorusunu, “Biz taraf tutmuyoruz” diye yanıtladığını belirterek Bush yönetimini “omurgasızlık”la suçluyor. Washington Post, New York Times, Wall Street Journal gibi emperyalist ABD rejiminin borazanı olan etkili yayın organları ise generallere karşı çıkarak AKP’yi açıktan desteklediler. Bunun ardından Bush yönetimi darbe karşıtı söylemini kısmen değiştirdi.

Görüldüğü üzere egemenler arası iktidar çatışmasının tarafları ve onun siyasi figüranları işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalizmin güdümünde hareket eden güçlerdir. Bundan dolayı hem sosyalist, devrimci, ilerici güçler, hem de işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar bu gericiler arası çatışmada taraf olmaktan kaçınmalı, her türden gericiliğe karşı mücadele bayrağını yükseltmelidir. Emekçilerin gerici kamplardan birine yedeklenme tehlikesini önlemenin yolu ise, anti-emperyalist/anti-kapitalist bağımsız devrimci sınıf programının bayrağını yükseltmek, işçi sınıfını ve emekçileri bu bayrak altında mücadeleye seferber etmekten geçiyor.