11 Mayıs 2007 Sayı: 2007/18(18)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler gerici iktidar için çatışıyor…
  Düzenin seçim oyununu bozmak için devrimci seferberlik!
Kürt liberallerin depreşen seçim hayalleri
Sınıf hareketi...
21. Geleneksel İTÜ Öğrenci Şenliği
 Şarlatan halife-padişah mı?, demagog faşist başkan mı- Haluk Gerger
  Kayıkçı kavgasında yeni perde: Çankaya savaşları mı, sistem savaşları mı? - Yüksel Akkaya
  Seçimler ve sol hareket
  Silahlanma doludizgin
  Şarm-el Şeyh’te çifte konferans
  Siyonist rejimin sarsıntıları sürüyor!
  Blair yerel seçimlerde hezimete uğradı
  Avrupa’da saldırganlaşan ırkçılığın karanlık yüzü
  Dünyadan...
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun 1 Mayıs değerlendirmesi...
  1 Mayıs üzerine gözlem ve değerlendirmeler…
  Postal yalayıcısı Türkan Saylan ve şürekâsına, onların kuyruğuna takılan “aydın” kılıklı Kemalistler’e…
  Askeri cumhuriyet, seçimler ve ötesi...
M. Can Yüce 
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kürt liberallerin depreşen seçim hayalleri

Basına yansıyan bilgilere göre, son günlerde Kürt liberal hareketi düzen partilerine ilişkin çelişkili açıklamalar ve değerlendirmeler yapmaktadır. Örneğin, bir yandan Özgür Gündem yazarlarından Mustafa Karasu, AKP’nin Kürt halkına dönük politikasına atıfta bulunarak “AKP ve Tayyip Erdoğan’ı olumlu gösterenler, tamamen Kürt halkını aldatmak isteyen çevreler ve kişilerdir” derken, diğer taraftan aynı günlerde Abdullah Öcalan’ın avukatları aracılığıyla çok farklı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. Abdullah Öcalan seçimlerde DTP’nin nasıl bir politika izlemesi gerektiğine ilişkin olarak “DTP’nin de hazırlıklı olması gerekir. Bağımsız adaylar mı belirlerler, ittifak mı yaparlar, bunu en iyi şekilde değerlendirip karar verirler. Bu konuda daha önce de örnekler vermiştim; İspanya, İtalya örnekleri incelenebilir demiştim. Şimdi de gerçek solcular, demokratlar, yurtseverler biraraya gelebilir. Bu fırsat değerlendirilebilir. Hatta dürüstçe yaklaşılacaksa, DYP ile, AKP ile de ittifaka gidilebilir. Bu süreç 1946-50 arası sürece çok benziyor. O dönemde Demokrat Parti listelerinde solcular da yer almıştı. Fakat o süreç tamamlanamadı. Gerçek demokrasiye geçilemedi” şeklinde konuşabilmektedir.

Açıkçası Öcalan, DYP ya da AKP ile ittifakı dahi meşru görmekte, bunu da 1950 öncesindeki kimi örneklerle gerekçelendirmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz, DP kurucuları, iktidar koltuğuna oturabilmek için CHP’nin solunda bir muhalefet partisi görünümünde sahne almayı tasarlamıştır. Bu çerçevede ilkin sol demagoji ile oy avcılığına çıkmıştı. Şimdilerde Mehmet Ağar’ın yaptığı gibi “demokrat” maskesi takmış, özellikle Mustafa Kemal’in talimatıyla sahte bir TKP kurarak, Celal Bayar da bir süre dönemin önde gelen sol aydınlarından Serteller ile içli dışlı görünmüştü. Dahası cezaevinde yatmakta olan TKP yöneticilerinden Mihri Belli’ye “mücadelenizi anlıyoruz, güzel günler gelecektir” cümlelerini içeren dayanışma mesajları gönderebilmişti. Dönem 1946 başlarıdır. Faşizmin kaleleri dünya çapında yıkılmış, soğuk savaş henüz başlamamıştır. Sovyetler Birliği ile “müttefikler” arasındaki ilişkilerin ne yönde gelişeceği henüz belirsizdir. Celal Bayar ve DP kurucuları bu siyasi konjonktürü gözetmektedirler.

Fakat bu durum uzun sürmedi. Soğuk savaş süreci başladı. ABD ile Askeri Yardımlaşma Antlaşması 1947’de CHP iktidarı tarafından imzalandı. CHP ile DP arasındaki ilişkiler, ABD emperyalizmine uşaklık yarışına dönüştü. Nihayet bu yarışı DP kazandı. DP, 1950 seçimlerini kazanarak hükümete geldi. DP’nin ilk icraatı “komünizmle mücadele” için Kore’ye asker göndermek oldu. Ardından TKP’ye yönelik büyük çaplı bir operasyon başlatıldı, sola karşı amansız bir baskı uygulandı. Öyle ki, sermaye devletinin azınlıklara yönelik tertiplediği 6-7 Eylül katliamında bile TKP’liler tutuklandılar. Kısacası, Öcalan’ın pek imrendiği on yıllık DP iktidarı dönemine tam bir anti-komünizm damgasını vurdu. Bu dönemde TKP kadrolarının büyük kısmı zindana ya da sürgüne yollanırken, Türkiye, ABD emperyalizminin bir ileri karakoluna dönüştürüldü. Kuşkusuz ki, DP’nin, CHP’nin bile sağına düşmesini onun temsil ettiği toplumsal sınıflardan ayrı düşünemeyiz.

Mustafa Karasu, “AKP dörtbuçuk yıldır Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek isteyen özel savaşın asma yaprağı olmuştur... AKP ve Tayyip Erdoğan’ı olumlu gösterenler, tamamen Kürt halkını aldatmak isteyen çevreler ve kişilerdir... Kürtler’in, Kızılelmacılar ve Kürt sorununda statükonun yeni yüzü olan AKP arasında bir tercih yapma sorunları olamaz...” derken gerçeğin önemli bir kısmını ifade etmektedir. Kuşkusuz ki, bu tabloya diğer düzen güçlerini ve burada sözkonusu olan Ağar’ın DYP’sini (şimdi tarihin bir ironisi olarak DP) eklemek gerekir.

Kürt sorununa burjuva çözüm arayışı, Kürt liberallerini, Türk burjuva devletinin en aşağılık, sömürgeci katil şefleriyle barışmaya kadar götürüyor. Onlar, Kürt halkının köylerini yakan, gazetesini bombalayan, binlerce evladını gözaltında kaybeden, binlercesini dağlarda kurşunlayarak katleden, kadınlarına tecavüz eden Susurluk çetelerinin elebaşıyla el sıkışmaya, geçmişe sünger çekmeye hazırlanıyorlar.

Kirli savaş yıllarına sünger çekerek “yeni bir dönem” açılabileceğini her kim iddia ediyorsa, Kürt halkının katillerini meşrulaştırıyor, onları temize çıkarıyor demektir. Bu katillerle barışmak, ancak onları yeni katliamlar için cesaretlendirmek demektir.

“Ovadan dağa adam devşiren mekanizmaya çomak sokuyorum” diyen, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’da yürüttüğü ulusal imha politikasının tipik bir temsilcisi olan, müttefikler hanesine yazılmak istenen Ağar’ın sicili, yargısız infazlar, örtülü operasyonlar, işkenceler ile doludur. Bunların önemli bir bölümü de, Kürt halkına karşı gerçekleştirilmiş saldırılardır. Kirli savaşın, kelle kulak avcısı çetelerin kurucusudur. Yakılan Kürt köylerinden yükselen dumanda, katledilen Kürt aydınlarının kanında, kayıp annelerinin gözyaşlarında, hep onun iğrenç izleri var. Ağar, “Huzuru sağlamak için bin operasyon yaptık” diyerek bu suçlarını açıkça kabul de etmektedir.

Kuşkusuz eli fazlasıyla Kürt halkının kanına bulaşmış Ağar’ın çıkışının arkasında düzen politikasının bu cephedeki çözümsüzlüğünü aşma çabası kadar, iç siyasal hesaplar da bulunmaktadır. Onun Kürt halkının yaklaşan seçimlerde desteğini alabilmek için “kontrgerilla şefi” imajını değiştirmesi gerek. Ayrıca Kürt sorunu konusunda “adım”lar atılmasını isteyen ABD, AB ve TÜSİAD’ın da desteğini almak istiyor. O, bu destekleri alabilmek için büyük bir gayret sarfetmektedir. Bu, şimdiden liberal Kürt hareketi şahsında meyvesini vermiş de görünüyor.

Ağar’ınkine benzer çıkışlar aslında pek yeni de değildir. Yakın geçmişte Bayar’dan Özal’a, Cem Boyner’den Tansu Çiller’e, Mesut Yılmaz’a kadar birçok düzen politikacısı bu tür manevralar yapmışlardır. Pelteleşmiş liberal ve reformist politik çevreler de o dönemde sahte umut ve beklentileri körüklemiş, onlara olmadık misyonlar biçmişti. Bugün Ağar için dizilen övgülerin benzeri onlardan da esirgenmemişti. Fakat hayatın katı gerçekleri, çok geçmeden bütün bu teorileri boşa çıkarmıştı.

Emperyalistler ve onların işbirlikçileri Kürt sorununa çözüm olamaz. Sırtını onlara dayayan bütün işbirlikçiler gibi Ağar’ın da, Erdoğan’ın da Kürt halkına verebileceği hiçbir şey yoktur.

Yapılması gereken; Ağarlarla, Erdoğanlarla el sıkışmak değil, emperyalist sistemi aşmayı ve kurulu toplumsal düzeni yıkmayı hedefleyen, bu çerçevede tüm milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçileri ortak bir devrimci mücadele hattında birleştiren bir bütünleşmeyi sağlamaktır.