16 Mart 2007 Sayı: 2007/10(10)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırılara karşı Newroz’da “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarını yükseltelim!
  Newroz ve düzenin nevrotik krizi
  “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!”
bilinciyle Newroz alanlarına!
Düzen medyası yine andıçlandı...
Seçim yalanları başladı
8 Mart eylem ve etkinlikleri bu hafta da ülke çapında sürdü...
 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün ardından…
  Parti programımızda ulusal sorun - 1. Bölüm
  Yurtdışında 8 Mart etkinlikleri
  Bir kitap, bir sempozyum ve
sendikacılığa dair
Yüksel Akkaya
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Arka bahçe”de onbinler Bush’u
protestolarla karşıladı
  Irak’a komşu ülkeler Bağdat’ta konferans düzenledi ...
  Gazi katliamı protestoları...
  ODTÜ: Baskılar bizi yıldıramaz!
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları/II
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Irak’a komşu ülkeler Bağdat’ta konferans düzenledi ...

İşgali mahkum etmeyen girişimler emperyalizme hizmet ediyor

Irak’a komşu ülkeler ile ABD, BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya, Çin, İngiltere Fransa temsilcileri Bağdat’ta düzenlenen uluslararası konferansta biraraya geldi. Konferansa katılan Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan gibi Amerikancı rejimlerin yanısıra ABD temsilcileri, neo-faşist çetenin “şer ekseni”ne dahil ettiği Suriye ve İran temsilcileriyle ilk kez aynı masada buluştu.

Yüksek memurlar düzeyinde yapılan konferansta Türkiye’yi Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Oğuz Çelikkol temsil etti. Sömürge valisi Zalmay Halilzad, Irak “başbakanı” Nuri El Maliki, Irak “dışişleri bakanı” Hoşyar Zebari’nin de katıldığı konferansta “Irak’ta güvenlik ve istikrar” konularının ele alındığı belirtildi. Bu konferansın, -İran’la Irak’ın karşı çıkmasına rağmen- Nisan ayında İstanbul’da yapılması planlanan dışişleri bakanları zirvesine temel oluşturacağı söyleniyor.

Irak’ı işgal ettiğinde küstahlığın doruklarında dolaşan ABD emperyalizminin, Irak’tan sonra “sıradaki ülkeler” diye anılan İran ve Suriye ile aynı masaya oturmak zorunda kalması, doğal olarak içine düştüğü aczin göstergesi sayıldı. Bağdat’ta kurulan masa, dünyanın en güçlü, en donanımlı, en acımasız savaş makinesine dayanarak halkları dize getirebileceklerini sanan Bush liderliğindeki savaş kundakçılarının hezimetinin yeni bir tescili olmuştur.

Açıklandığına göre tarafların tümü konferanstan memnun ayrıldı. Hoşyar Zebari konferansın başarılı ve yapıcı geçtiğini; güvenlik, mülteciler, petrol konularında uzmanlardan oluşan üç komitenin kurulmasına karar verildiğini söyledi.

Konferansta konuşan El Maliki ise, “Bölge ve dünya ülkelerinden, belirli bir mezhebi, etnik grubu ya da partiyi destekleyerek, Irak’ın içişlerine müdahale etmekten kaçınmalarını istiyoruz” dedi. Elbette Irak’ı viraneye çeviren emperyalist işgalden söz etme cesaretini gösteremedi.

Konferansa katılan sömürge valisi Zalmay Halilzad da düzenlediği basın toplantısında, İranlılarla yaptığı görüşmenin olumlu geçtiğini belirterek, İstanbul’da düzenlenecek olan Irak’a komşu ülkeler toplantısına ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın katılacağını söyledi. Konferansta da konuşma yapan sömürge valisi, “komşuların, militan ya da silah akışı, silahlı gruplara desteği keserek, mezhepçi ve şiddeti artıracak her türlü söyleme son ver”melerini istedi. Emperyalist işgalle Irak’ı cehenneme çevirenler önde gelen sorumlular olduğu halde, suçu komşulara atmayı tercih etti.

Konferansta konuşulanlara dair ayrıntılı bilgi verilmedi. Yapılan açıklamalarda işgalin sorgulandığını gösteren emarelere rastlanmadı. Bunun istisnası İranlı temsilcilerin görüşleri oldu. Ancak İranlı temsilciler de işgal güçlerinin hemen Irak’ı terketmesini değil, Irak güvenlik güçlerinin kontrolü almaya hazır olduğunu bildirmesinden sonra ABD’nin bir çekilme takvimi açıklaması gerektiğini savundu.

Bu arada Ankara’daki Amerikancılar da konferansa özel önem verilmesi gerektiğini dile getirdiler. Sözkonusu önem işgalin sona erdirilmesi veya Irak’ı yakıp kavuran yangına bir çözüm bulunmasına katkı sunmakla ilgili değil. Türk sermaye devletinin hesabı, “Irak’ın toprak bütünlüğü” tezini öne sürerek, konferansı Kürtlerin devletleşme sürecini baltalama platformuna çevirmektir. Bu sinsi emellerine ulaşıp ulaşamayacakları meçhul olmakla birlikte bu yönde yoğun çaba sarf ettikleri kesin.

Özetlemek gerekirse; Bağdat konferansı Irak bataklığında çırpınan emperyalist orduların aczine bir çözüm üretemeyeceği gibi, işgalin cehenneme çevirdiği Irak halklarına da zerre kadar fayda sağlamayacak. Zira asıl sorunu, yani emperyalist işgali mahkûm etmeyen, Irak halkları şahsında dünya halklarına karşı işlenen bu ağır suçun hesabının sorulmasını temel almayan hiçbir platformun halklar lehine çözüm üretmesi beklenemez. İşgali sonra erdirip işgalcilerden hesap sormak, gerici rejimlerin değil direnen halkların işidir.


Arap Birliği: UAEA İsrail’in nükleer çalışmalarını incelesin

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) uzun süredir İran’la uğraşıyor. Gündeminin merkezine İran’ın nükleer programını yerleştiren UAEA, ABD emperyalizmi ile bazı işbirlikçilerinin nükleer silah üretmesinin sözünü bile etmiyor. Oysa UAEA’nın raporları bile, İran’ın nükleer silah ürettiğine dair hiçbir somut veriye ulaşılamadığını kayıt altına alıyor. Eğer UAEA’nın dünyayı nükleer silahlardan koruma gibi bir derdi olsaydı, İran’dan önce ABD, İsrail, Hindistan, Pakistan gibi nükleer silah üreten ülkelerle uğraşırdı.

Görünüşte UAEA’nın misyonu, BM Güvenlik Konseyi’ne somut verilere dayalı raporlar sunmaktan ibarettir. Buna karşın uygulamada emperyalist güçlerden aldığı direktiflerin dışına çıkamıyor. Öyle görünüyor ki, Arap Birliği dışişleri bakanlarının Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlediği toplantıda aldığı karar, UAEA’yı, ya kitle imha silahları deposu olan İsrail’in nükleer programını incelmeye almak zorunda bırakacak, ya da maskesinin tamamen düşmesini sağlayacak. Zira Arap Birliği ilk kez İsrail’in nükleer silah üretiminin UAEA tarafından denetlenmesini isteme cesaretini gösterebildi.

İran’a baskı yapılırken İsrail’in denetim dışı bırakılmasının çifte standart olduğunu vurgulayan Arap Birliği, İsrail’in nükleer programından “derin endişe ve büyük rahatsızlık” duyduğunu açıkladı. Benzer rahatsızlığı dile getiren İranlı yetkililer de, böyle giderse Atom Enerjisi Ajansı’nın yakında CIA ve diğer istihbarat teşkilatlarının bir şubesi haline geleceğini ifade ettiler.

Arap Birliği ile İran’ın rahatsızlıklarını dünya kamuoyu önünde ilan etmeleri üzerine UAEA Yönetim Kurulu, ajansın genel merkezinin bulunduğu Avusturya’nın başkenti Viyana’da yaptığı açıklamada, İsrail’in nükleer programını da masaya yatırdığını bildirdi.

Viyana’daki toplantıya katılan Arap temsilciler İran’a uygulanan yaptırımların İsrail’e de uygulanmasını isterken, Bağlantısızlar Hareketi adına konuşan Küba Büyükelçisi Norma Estenoz, “Bağlantısızlar Hareketi sürekli nükleer silahlar geliştiren ve stoklayan İsrail’i kınamaktadır” dedi. Estenoz, İsrail’in gecikmeden Nükleer Silahların yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı imzalamasını ve nükleer tesislerini denetime açmasını istedi.

400-500 civarında nükleer başlıklı füze/bomba stoklayarak Ortadoğu’nun geleceğini ciddi bir tehditle karşı karşıya bırakan İsrail’in denetime alınması için çaba harcanması, kuşkusuz ki olumlu bir gelişmedir. Ancak İsrail’in genelde emperyalistlerin, özelde ise ABD emperyalizminin koruması altında olması, bu haydut devleti denetlemenin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Dahası UAEA’nın emperyalistlerin elinde bir çeşit paravan örgüte dönüşmüş olması bu işi daha da zorlaştırıyor. Dolayısıyla Arap Birliği ile Bağlantısızlar Hareketi üyesi ülkelerin İsrail’in nükleer silahlarını sürekli gündemde tutarak UAEA’yı basınç altına almaları önemlidir. Aksi halde dile getirilen rahatsızlık aciz bir yakınmadan öte geçemeyecektir.



Ahmedinecad’ın Suudi Arabistan ziyareti

Emperyalist-siyonist güçlerin İran’a olası bir askeri saldırı için hazırlıkları devam ederken, BM Güvenlik Konseyi ekonomik yaptırım kararı almakla tehdit ediyor. Ekonomik, askeri, diplomatik alanlarda kıskaca alınmak istenen İran, anlaşma zemini aramakla birlikte, küstahça saldırganlığa boyun eğmiyor. İran’ın kararlı tutumu, Bush liderliğindeki neo-faşist çete tarafından, bu ülke şahsında halklara karşı yeni bir savaş açmanın gerekçesi gibi gösteriliyor.

Her yola başvurarak İran’a diz çöktürme hayalleri kuran ABD-İsrail rejimleri, çok yönlü bir çaba ile Arap devletlerini de bu suça ortak etmek için zemin döşüyor. ABD emperyalizmi güdümündeki Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün rejimleri, kendileri çok istemeseler de Washington’daki efendiye “hayır” diyecek iradeden yoksun oldukları için “İran karşıtı cephe”yi oluşturmaya soyunmak durumunda kaldılar. “Ilımlı Sünni eksen” diye adlandırılan bu oluşumun en etkili bileşeni Suudi Arabistan’dır. Bu arada, Türkiye, Pakistan, Endonezya, Malezya Amerikancı rejimleri de bu eksene katılma yolundadır.

ABD-İsrail ikilisinin Arap devletlerini İran’a karşı kışkırtmaları, dahası Irak’ta devam eden mezhep çatışmalarına bölgesel bir boyut kazandırma çabaları İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı harekete geçirdi. Ahmedinecad geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’a giderek, kral Abdullah bin Abdülaziz’le görüştü ve “bazı düşmanların İslam dünyası arasında fitne çıkarma planları”nı bozmak için birlikte çalışma önerisi götürdü.

Basına kapalı yapılan görüşmelerin ardından ortak bir basın toplantısı yapılmadı. Ancak Ahmedinecad, Tahran’a döndükten sonra Suudi Arabistan ziyaretiyle ilgili açıklamalarda bulundu. Suudi Arabistan ile “İslam dünyasındaki komplolara karşı ortak girişim kararı aldıklarını” söyledi. Bütün müslümanları düşman komplolarına karşı uyanık olmaya çağıran Ahmedinecad, iki ülkenin çoğu konuda aynı görüşe sahip olduğunu, düşmanların “İslam bölgesine” hakim olmasına da karşı çıktığını dile getirerek oldukça iyimser bir tablo çizdi.

Suudi Arabistan’ın eski Washington büyükelçisi Türki el-Faysal da olumlu bir tablo çizdi. Ülkesinin dost olarak nitelendirdiği İran’la tarihi ve ekonomik ilişkilere sahip olduğunu belirtti. İran ve Suudi liderlerinin Irak ve Lübnan’da mezhepler arası sorun ve çatışmaları bitirme konusunda anlaştıklarını belirten Faysal muhtemelen kişisel görüş veya temennilerini dile getiriyordu. Zira 20 yıldır Washington büyükelçiliği yaptığı halde, İran’a olası bir saldırıya karşı çıktığı için geçtiğimiz aylarda istifa etmek zorunda bırakılmıştı.

Suudi kralının Ahmedinecad’ın ziyaretiyle ilgili açıklaması iki satırdan ibaret kaldı. “Bütün müslümanların kışkırtmalara karşı uyanık olması gerektiğini” söyleyen Suudi kralı, “iki ülkenin bundan sonra İslam dünyasının sorunlarının çözümünde daha etkin rol oynamasını umduğunu” belirtmekle yetindi. Ziyaretin planlanandan kısa sürmesi de, İran liderinin hedeflediği etkiyi yaratamadığını gösterdi.

Herşeye rağmen Amerikancı Suudi rejimi şeflerinin İran’a askeri saldırıyı tercih ettiği söylenemez. Zira emperyalist/siyonist güçlerin tüm bölgeyi ateşe vermesi anlamına gelecek böylesi bir saldırının kokuşmuş krallık rejimi için de ciddi tehlikeler yaratabileceğini iyi biliyorlar. Eğer buna rağmen “ılımlı Sünni eksen”in başını şeriatçı Suudi rejimi çekiyorsa, bu “tercih”, ancak emperyalizme uşaklığı içselleştirenlerin hayati konularda bile irade gösterme gücünden yoksun olmalarıyla açıklanabilir.



Siyonist rejimin “yeni ölüm makinesi”!

Türk ordusunun verdiği ihalelerle kasalarına milyarlarca dolar giren İsrail savaş sanayi, tüm yeteneklerini daha çok insan katledecek makineler geliştirmeye hasretmiş. Irkçı-siyonist devlet aygıtının organik bir parçası olan İsrail savaş sanayi, teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak daha çok Filistinli’yi/Lübnanlı’yı imha edebilecek yeni bir makine geliştirdiğini “müjdeledi”.

Siyonist kaynaklar tarafından yapılan açıklamaya göre, çatışma bölgelerinde işgalci İsrail ordusu askerlerinin yerini alabilecek bir robot geliştirildi. Savaş alanlarına gidip çatışmalara katılabilecek şekilde tasarlandığı söylenen makineye “avcı-katil robot” adı uygun bulunmuş.

Siyonist kaynaklar, küçük bir televizyon büyüklüğündeki VIPeR robotunun, Filistinliler veya Lübnan’daki gerillalarla çatışan İsrail askerlerinin karşılaşacağı riskleri azaltma çabasının bir parçası olarak tasarlandığını bildirdi. Üretici firma yetkilileri de, robotun merdivende, moloz yığınlarında, karanlık geçitlerde, dar tünellerde, mağaralarda hareket edecek şekilde tasarlandığını söylüyor. Robotun bomba tespit etme, bombaları imha etme mekanizması bulunduğu, hatta Uzi makineli tüfeği taşıyabileceği veya el bombası atabileceği iddia ediliyor.

Irkçı-siyonist rejimde ordu her zaman yönetimin köşe başlarını tutar. “Emekli” olan generaller de “sivil” hayatta genellikle başbakan veya bakan olurlar. Militarizmin tabana yayıldığı bu ülkede, siyonist propagandayla sersemletilmiş, “güvenlik paranoyası” içine sürüklenmiş Yahudi kadın ve erkeklerden sayısız ölüm makinesi devşirmek yazık ki zor olmamaktadır.

Filistin’de çocuk avına çıkan veya uçağına doldurduğu bombaları Filistin/Lübnan halkları üzerine serpen bu ölüm makineleri, siyonistleri “büyük İsrail” hedefine ulaştırmaya yetmedi. Tabii bu ölüm makinelerinden birçoğu ölü veya yaralı olarak savaş dışı da kalmaktadır. Daha önemlisi bazı askerler ölüm makinesi olmayı reddederek Filistinliler’i katletme emrini yerine getirmiyor. Dahası, İsrail ordusunun vahşetini ortaya koyan açıklamalar da yaparak siyonist şefleri zor durumda bırakabiliyor.

Siyonist ordu şefleri, ABD’den akıtılan sınırsız mali kaynak ve teknoloji transferinin de katkısıyla geliştirilen bu ölüm makinesinin sözkonusu sıkıntıları hafifleteceğini varsayıyor. Zira bu makine çocuk katletmeyi reddedemez, işlediği suçlardan dolayı yargılanamaz, İsrail vahşetinin görgü tanığı olmaz, katliamlar konusunda sorgulanamaz, tahrip edildiğinde ise Yahudiler ölmüş olmaz. Kısacası bu makine, zihinlerinde aydınlığa, güzelliğe, insanlığa dair zerre kadar yer ayırmayan, ölümün karanlık simgesinden öte bir şey ifade etmeyen siyonist şefler için biçilmiş kaftandır.

Kapitalizmin geldiği evrede mali kaynakların sınırsız kullanımı ve teknolojik birikim sayesinde “mükemmel ölüm makineleri” tasarlayıp üretmek mümkündür. Ancak hem tarihsel, hem güncel deneyimler, canlı/mekanik ölüm makinelerinden oluşan savaş aygıtlarının direnen halkları teslim alabilmesinin mümkün olmadığını da göstermektedir.


 

Yunanistan’da büyük öğrenci gösterisi

Yunanistan’da aylardır süren büyük protesto eylemlerine rağmen üniversitelerin işleyişine ilişkin yeni yasal düzenleme Yunan parlamentosu tarafından, 8 Mart Perşembe günü öğlenden sonra yapılan oturumda, hükümet partisinin oylarıyla kabul edildi. Yasanın oylandığı sırada, ağırlığını öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin oluşturduğu 35 bin kişiyi aşkın büyük bir gösterici kalabalığı parlamento binasına doğru yürüyüşe geçti ve binayı kuşattı.

Yunanistan’ın hemen her kentinden gelen öğrenciler, önce öğle saatlerinde başkentteki Atina Üniversitesi Rektörlüğü önünde toplandılar. Hükümetin eğitim yasasında değişiklik yapmayı öngören yasa tasarısını protesto eden göstericiler, daha sonra meclis binasına doğru yürüyüşe geçtiler. Göstericiler meclis çevresine geldiğinde, Yunan kolluk güçlerinin yoğun güvenlik önlemleri ile karşı karşıya kaldılar. Bir süre meclis önünde hükümet aleyhine slogan atan kitle polis barikatını kırmak isteyince, polisle çatışma çıktı. Göstericilerin ön safında polisle yaşanan çatışmada polis vahşice davrandı, biber gazı ile birlikte ilk kez olarak plastik mermi kullandı. Çatışma sırasında çok sayıda öğrencinin gözaltına alındığı bildirildi.

Geçen Mayıs ayında sözkonusu yasa gündeme geldiğinden bu yana büyük tepkilere konu olmuş ve uluslararası yankısı olan büyük protesto eylemleri düzenlenmiş, üniversiteler işgal edilmişti.