16 Mart 2007 Sayı: 2007/10(10)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırılara karşı Newroz’da “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarını yükseltelim!
  Newroz ve düzenin nevrotik krizi
  “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!”
bilinciyle Newroz alanlarına!
Düzen medyası yine andıçlandı...
Seçim yalanları başladı
8 Mart eylem ve etkinlikleri bu hafta da ülke çapında sürdü...
 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün ardından…
  Parti programımızda ulusal sorun - 1. Bölüm
  Yurtdışında 8 Mart etkinlikleri
  Bir kitap, bir sempozyum ve
sendikacılığa dair
Yüksel Akkaya
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Arka bahçe”de onbinler Bush’u
protestolarla karşıladı
  Irak’a komşu ülkeler Bağdat’ta konferans düzenledi ...
  Gazi katliamı protestoları...
  ODTÜ: Baskılar bizi yıldıramaz!
  Devrimci yurtsever gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları/II
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün ardından…

Emekçi kadınlar günü veemekçi kadın çalışmamız üzerine

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, çeşitli kentlerde gerçekleşen etkinlik ve eylemlerle geride kaldı.

Komünistler olarak Şubat ayının başından itibaren bir yandan kendi bağımsız çalışmamızı yürütürken, diğer yandan devrimci güçlerle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne yönelik ortak bir süreci örgütlemenin adımlarını attık. Sürecin başında çalışma planlandı, bir hat oluşturuldu. 8 Mart’ın gündemleri belirlendi, hedefler ve araçlar tanımlandı. 8 Mart gününe kadar yoğunlaştırılmış bir faaliyet örgütlendi.

Güçlü bir 8 Mart çalışmasının bahar sürecini belirlemedeki öneminin yanısıra emekçi kadın çalışmamızın ete-kemiğe bürünmesi bakımından da önemli olduğunun altını çizmiştik. Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, bahar dönemine canlı, etkin ve yüzü emekçi kitlelere dönük bir çalışmayla girilmiş, yanısıra emekçi kadın çalışmasında anlamlı adımlar atılmıştır.

Emekçi kadın çalışmasında güçlü ve tok adımlar

Geçmiş dönemlerde yürüttüğümüz emekçi kadın çalışmasının bir iç bütünlüğe, sistematik bir yönelime yeterince konu olamadığı biliniyor. Sürecin başında gerçekleştirdiğimiz müdahale ile varolan ve yer yer yeni kurduğumuz emekçi kadın komisyonları ile faaliyet yürüttük. Bulunduğumuz alanlarda oluşturulan emekçi kadın komisyonlarının zeminleri ile çalışmanın düzeyi farklı olmasına rağmen, attığımız yeni adımlar emekçi kadın çalışmasındaki örgütlülük yeni bir aşamayı ifade ediyor. Emekçi kadınlara yönelik çalışmamızın daha önce dağınık ve parçalı yapısına son vermiş, bu alandaki zayıflığımızı güçlü bir politik müdahale ile birlikte geride bırakmış bulunuyoruz. Atılan bu adımlarla birlikte önümüzdeki dönem sürekliliği olan ve örgütlü bir zemine dayanan bir emekçi kadın çalışması yürütmenin güçlerine, olanaklarına ve araçlarına sahibiz.

Bu çalışma ile çevre-çeper güçlerimiz özne haline getirilmiş, çalışmalara aktif katılımları sağlanmış, faaliyet zemininde değişim ve dönüşüm başarılabilmiştir. Bugün bu çalışma tam anlamıyla güçlerini bulamasa da, bu doğrultuda anlamlı adımlar atılmıştır. Halihazırda çalışmanın içinde ya da destekçisi olan güçler siyasal çalışmanın genel etkisiyle çevremizde birikmiş, emekçi kadınlara yönelik çalışmanın bir ürünü olarak kazanılmamış, dahası büyük oranda işçi kimliğini taşımayan güçlerdir. Ancak sistemli ve hedefleri belirgin bir çalışmanın zaman içinde kendi güçlerini üretmesi kaçınılmazdır.

Bir diğer temel kazanımımız ise, çalışmanın başından sonuna kadar iç bütünlüğüne sahip olması ve merkezi bir çalışma olarak yürütülmesidir. Emekçi Kadın Komisyonları’nın güçlerinin tanımlanmasının ardından sürecin gündemleri belirlenmiş, araçları ortaya konulmuş ve çalışmanın hedefleri net olarak çizilmiştir. Mevcut taleplerimiz çerçevesinde önden belirlenen araçlarla emekçi kitlelere seslenilmiş, alana da çalışmanın ifadesi olan talepler taşınmıştır. Tüm süreç boyunca iç bütünlük korunmuştur.

İki aylık süreç boyunca tüm faaliyet sistemli bir şekilde emekçi kitlelere, özelde de emekçi kadınlara seslenmiştir. Genel bir 8 Mart çağrısından öte, emekçi kadınların sorunları ve talepleri işlenmiştir. Aynı zamanda tüm alanlarımızda çalışma zengin araçlar ile örgütlenmiştir. Eğitim seminerlerinden film gösterimlerine, panellerden, şenliklere, afiş, bildiri, bülten ve imza metinlerine kadar çok sayıda propaganda araçlarıyla emekçi kadınlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Bir yandan yaygın ve etkin bir propaganda faaliyeti yürütülürken, diğer yandan gerçekleştirilen kadın etkinlikleriyle yüzlerce emekçi kadının buluşması sağlanmıştır.

Tüm bu başarıya ve kazanımlara rağmen emekçi kadın çalışmamızın yetersizliklerini tespit etmek, bu eksikliklere doğru müdahalelerde bulunmak, yeni dönem çalışmamız açısından önem taşımaktadır. Çalışmamızın başarılarını ve kazanımlarını kalıcı hale getirmek ama aynı zamanda yetersizliklerimizi de tüm açıklığıyla ortaya koyarak geride bırakmak emekçi kadın çalışmamız için tayin edici önemdedir.

En temel eksikliğimizin çalışmanın gereğince sınıf zemininde yürümemesi olduğunu söyleyebiliriz. Emekçi kadın çalışmasından bahsettiğimiz yerde, faaliyetin ağırlığının en başta işçi kadınlar içinde yürütülen çalışma olarak algılanması ve buradan beslenmesi gerekmektedir. Buradan baktığımızda, belirlenen taleplerin fabrika fabrika gündemleştirilmesinden kadın işçi toplantılarının yaygınlığına kadar birçok eksiklikten söz edebiliriz. Kuşkusuz bu durumun kendi içinde çeşitli nedenleri olabilir. Henüz dayandığımız kadın güçlerinin önemli bir bölümüyle dolaysız olarak sınıfın içinde olmamalarından kitlesel etkinlikler gerçekleştirme ihtiyacına kadar bunun çeşitli nedenleri olabilir. Ama önümüzdeki süreçte hızlı bir biçimde, çalışmanın kendi zeminine doğru yol alması gerektiğini bir kez daha vurgulamayı gerekli görüyoruz.

Bir diğer eksiklik alanımız ise taleplerin işlenmesinde yaşandı. Bu konuda geçmişe göre bir hayli yol aldığımızı söyleyebilsek de, taleplerin eylemli süreçlerle birlikte işlenmesinde ve gündemleştirilmesinde eksikliklerimiz oldu. Faaliyetimiz eylemli süreçleri örgütlemeye yönelen, taleplerden somut çalışmayı ören bir perspektifle yürütülse de bu yönlü sonuç yaratamadı. Öte yandan, imza metinleri aynı şekilde fabrikalardan semtlere, sendikalardan kitle örgütlerine kadar daha yaygın şekilde kullanılabilirdi. Bu açıdan da çalışmamızın belli darlıklar taşıdığını söylemeliyiz.

Çalışmamızın başladığı ilk andan itibaren eğitim toplantılarına ve seminerlerine önem verdik. Ama bugün dönüp bakıldığında, emekçi kadın çalışması açısından faaliyetin örgütleyici güçlerinden çeper güçlerine doğru eğitim sürecinin işletilmesi açısından yetersiz kaldığımızı söyleyebiliriz. Bu durum kendisini talepleri emekçi kitlelere anlatmada, emekçi kadınlar arasında etkin bir çalışma yürütürken yaşanan zorlanmada hissettirdi. Emekçi kadın çalışmasının yeniliği bu durumu bir parça anlaşılır kılıyor. Ancak bu duruma hızla müdahale edilmesi ve geride bırakılması gereken bir sorun olarak yaklaşmak durumundayız.

Emekçi kadınlara yönelik çalışmamızın yeniliğini gözettiğimizde, ne kadar etkin bir çalışma yürütsek de mevcut çalışmayı bugün için miting alanına taşımakta zorlanma yaşayacağımızı biliyorduk. Yöneldiğimiz kadın kitleleri açısından alana katılımı artırabilmek için daha zorlayıcı müdahalelerin yapılmasının yanısıra, miting hazırlığını siyasal faaliyetimizin toplam güçlerine maletmenin gerekliliğine de işaret etmiştik. Ne yazık ki, bu açıdan gerekli sonuçların alınamaması, yer yer bu açıdan atıl kalınması, alana katılımımızı bir ölçüde etkiledi. Bu açıdan hedefimizin altında bir katılım sağladığımız söyleyebiliriz.

Eksikliklerimize yüklenerek dönemi kazanmaya!

Tüm eksikliklerimize rağmen, merkezi işçi kurultayı sürecinin ardından yüzünü kitlelere dönen, canlı bir siyasal faaliyet yürüttüğümüzü söyleyebiliriz. Herşeyin ötesinde en önemli sorumluluğumuz, mevcut birikimi ileriye taşımaktır. Attığımız adımları güvenceleyecek ve kalıcılaştıracak bir çalışma kapasitesi sergileyebilmek gerekiyor. Bunun yolu da eksikliklerimize müdahale etmekten, çalışmada ısrar, irade ve süreklilik gösterebilmekten geçmektedir. Mevcut emekçi kadın komisyonlarını büyüterek, güçlerin çok yönlü eğitimini ve dönüşümünü sağlayarak, başta işçi kadınlar olmak üzere emekçi kadınları örgütleme çabamızı sürdürmeliyiz.

Kendi içinde yoğunlaşmış bir siyasal faaliyetin ardından şimdi kesintisiz bir şekilde 1 Mayıs’a yöneleceğiz. 1 Mayıs’ın emekçi kadın çalışmasını zayıflatması bir yana, 1 Mayıs’ı emekçi kadınların mücadeleye çağrılması için etkin bir faaliyete dönüştürebilmek, politik hattı önden belirlenmiş, hedefleri iyi çizilmiş, araçları tanımlanmış bir çalışmaya tüm güçleri seferber etmekten geçiyor.



Ankara’da 8 Mart süreci...

Tutumlar, eğilimler ve ayrışmalar...

Üç yıldır bir ayrışmaya konu olan 8 Mart süreci, Ankara’da yine bir dizi tartışmalara ve dolayısıyla farklı tutum ve eğilimlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Genel planda iki ayrı sınıf tutumu ve ideolojik konumlanıştan kaynaklanan ayrışma süreci, toplumsal muhalefetin her alanını kesen bir çerçevede gerçekleşti.

Burada ilk olarak kısaca reformist-feminist çevrelerin süreç içerisindeki yerini özetlemek gerekiyor. Zira bu çevreler Ankara’da 8 Mart sürecini 25 Kasım’da oluşturulan Kadın Platformu üzerinden önlerine alarak, Ocak ayından itibaren 8 Mart hazırlıklarını başlattılar. Önceki yıllardan farklı olarak herhangi bir çağrı yapmaksızın kendi durdukları zemin üzerinden hareket eden Kadın Platformu, hemen hemen birbuçuk ay öncesinde bir program oluşturmuştu. Politik-siyasal zemini bildiğimiz bir eksene, “liberal-reformist” bir çizgiye sahip olan Kadın Platformu, bu yönüyle, durduğu yeri herhangi bir tartışmaya konu etmeksizin daha net bir şekilde pekiştirmiş oldu.

Sürece dahil olan bir diğer blok tutum ise Ankara’da yakından tanıdığımız dörtlü DİSK, KESK, ATO ve TMMOB üzerinden şekillendi. 8 Mart sürecine en geç giren, hemen hemen hiçbir ön hazırlık sürecine sahip olmayan bu birlik, esasta ve siyasal planda Kadın Platformu’ndan farklı bir zemine sahip değildi. Zira buraları tutan sendikal bürokrasi bilindiği gibi siyasal kimliğini, Kadın Platformu’nun bileşeni olan liberal-reformist parti ve çevreler üzerinden belirliyor. Daha doğrusu siyasal tutumunu örgütlü oldukları reformizm içerisinden şekillendiriyor ve bu tür platformalara taşıyor.

Bu iki kümenin 8 Mart sürecinin başında ayrı gibi görünen tutumları ise, önceki yıllarda ve yakın tarihte yaşanan bir dizi teknik ve pratik sorundan kaynaklanıyor. 8 Mart’a yönelik yaklaşımlarında temelli bir sorun olmayan bu iki platform, esasta bir ve aynı siyasal ve ideolojik zemini ifade ediyor. Hal böyle olunca geriye sadece kendi aralarında ilişkileri onarmak ve aynı yerde bütünleşme sorunu kalıyordu ve bunu da birkaç toplantının ardından çözdüler. Devrimcilerin defalarca yaptığı çağrılara hiçbir yanıt vermeyen dörtlünün, sözde “Birleşik ve kitlesel bir 8 Mart” adı altında yaptıkları kendi çağrıları, gerçekte Kadın Platformu ile bütünleşme çabasından öte bir şey ifade etmiyordu. Ki bu çağrı sadece bu temelde bir karşılık buldu ve zaten hedeflenen de bundan ibaretti.

Yaptıkları çağrı içerisinde devrimcileri de hesaba katan DİSK, KESK, TMMOB ve ATO amacı ise, “yaramaz çocuklar” olarak baktıkları devrimcileri kendi geri zeminlerinde sürece katmak, iki yıldır yaşanan ayrışmanın temsilcilerini bu temelde yan yana getirmekten ibaretti. Kendi tabirleri ile “iki uç noktayı” birleştirme iddiasıyla hareket eden dörtlü, gerçekte ayrışmanın “ideolojik-siyasal” bir muhtevaya, sınıfsal bir konumlanışa sahip olduğunu gayet iyi bilmesine rağmen sürecin sonunda “ne yapalım, birleştirmek için biz elimizden geleni yaptık” deme samimiyetsizliğini gösterdi. Kaldı ki tüm çabası Kadın Platformu ile bütünleşmek olan dörtlünün devrimcilere yönelik çağrısının ne kadar göstermelik bir tutum olduğu çok geçmeden ortaya da çıktı. Yaptıkları son deklarasyonla Kadın Platformu ile birlikte hareket edeceğini duyuran dörtlü, aslında sürecin en başından itibaren buna yönelik bir hazırlıkta olduğunu da deklare etmiş oldu.

Bu temelde Ankara’da gerçekte tek bir ayrışma yaşanmıştır. Bu da devrimciler ve reformist-feminist çevreler arasında yaşanan ayrışmadır.

Devrimci-ilerici güçler de Ankara 8 Mart sürecini erken bir tarihte, Ocak ayı içerisinde başlattılar. Komünistlerin çağrısı ile yan yana gelen devrimci-ilerici güçler, 8 Mart’ı tarihsel, sınıfsal ve devrimci içeriğine uygun bir temelde örgütlemek, bu zeminde en geniş birlikteliği yakalayabilmek hedefi ile hareket etti. Fakat çağrı bu kadar erken yapılmasına, tartışmalar erken başlatılmasına rağmen maalesef bu sürecin kendisi yeterince güçlü değerlendirilemedi diyebiliriz.

Bunun gerisinde somut birkaç neden yatıyor. Birincisi dörtlünün esasta oyalamaktan başka hiçbir şey ifade etmeyen, devrimcileri geri bir zemine çekme çabasından ibaret olan çağrısıdır. Devrimci birliktelik içerisinde yer alan ve dörtlünün çağrısını “gayet anlamlı ve iyi niyetli” olarak değerlendiren siyasetlerin tutumu oldu. Komünistlerin tüm ısrar ve müdahalesini “önyargı” olarak değerlendiren bu siyasetlerin “iyi niyetli” tutumları sürecin zayıflamasında fazlasıyla etkili oldu diyebiliriz. Birlikteliğin eylem programını dahi deklare etmesinin önüne geçen bu tavır devrimcilere sadece zaman kaybettirdi. “Birleşiklik ve kitlesellikten” yana tavır alan bu siyasetlerin meselenin gerisinde yatan sınıf tutumunu, siyasal arka planını maalesef yeterince kavrayamadığını söyleyebiliriz. Devrimci siyasal bir zeminde, buna uygun politik bir tutum etrafında yaratılacak “birleşik, kitlesel bir 8 Mart’ı” reformizmi ikna etme sınırlarında algılayan bu anlayış sürecin yeterince değerlendirilememesinde önemli bir etken oldu. Buradan bakıldığında önceki yıllara göre kendi durduğu geri liberal zeminde daha ısrarcı olan, bu çerçevede herhangi bir tartışmaya dahi kapı aralamayan bir Kadın Platformu vardı karşımızda. Yaşanan ayrışmayı gayet açık bir şekilde “siyasal” olarak değerlendiren, “1987’den beri bunun mücadelesini veriyoruz” diyen bu feminist-reformist blok yaşanan ayrışmanın arka planına gayet hakimdi.

Süreci zayıflatan bir başka etken ise birlikteliğin oluşturulma sürecinde yaşanan tartışmalar oldu. Gerek politik bütünlüğün kurulmasını geciktiren, gerekse oyalayan bu tartışmalar maalesef iki yıldır birlikte hareket edilen kimi güçler şahsında da bir etki alanı yaratabildi. Bu çerçevede yine 8 Mart’larda bir süredir ortak tutum alan devrimcilerin yakaladığı siyasal zeminin ESP tarafından tartışma konusu edilmesi, pratik olarak süreci kazanmayı geçiktiren bir faktöre dönüşebildi. Defalarca benzeri tartışmaların açılması ve yaratılan belirsizlik tablosu, zaman zaman somut adım atmanın önünde bir engele dönüşebildi. Birlikteliğin iki yıldır ördüğü süreci bir yerden “kırmaya”, “öncesiz” olarak tartışmaya çalışan bu eğilim, kimi siyasal çevrelerin yine temelsiz bir “birleşiklik” anlayışıyla birleşince tartışmalar da fazlasıyla uzadı. Bu tartışmaların kendisi maalesef bir kez daha zaman kaybetmekten başka bir işleve sahip olmadı. Zira esasta bu tartışmaları sonlandıran şey, komünistlerin döne döne izah ve ısrar ettiği önden oluşturulmuş birleşik, güçlü politik bir tutumdan ziyade, yazık ki reformist-liberal çevrelerin ve dörtlünün açık siyasal tutumu oldu. Liberal-reformist çevrelere fazlasıyla “iyimser” yaklaşan, “bütünleşme” çabası gösteren platform bileşenlerinin geç de olsa reformistler tarafından deklare edilen bu açık politik tutum karşısında önü kesilmiş oldu. Süreç bir kez daha sınıf devrimcilerini doğruladı.

Komünistler olarak 2007 8 Mart’ında yürütülen tartışmaların, yaratılan pratik ve siyasal birikimin önümüzdeki yıllarda takipçisi ve temsilcisi olmaya devam edeceğiz. 8 Martlar’ın, 1 Mayıslar’ın ve işçi sınıfının devrimci mirasına ait her şeyin bu temelde sahiplenilmesi bugün için tarihsel ve sınıfsal özüne, devrimci içeriğine uygun bir temelde örgütlenmesi, aynı zamanda kendi tarihsel sürecine hakim olmaktan, güncel planda yaşanan ayrışmaların ve konumlanışların bu tarihsel-sınıfsal temele sahip olduğunu görmekten geçiyor. Bu unutularak, bir kenara bırakılarak hareket edilemez. Güne yüklenmek ve geleceği kazanmak, aynı zamanda bu tarihsel zemine güçlü bir şekilde hakim olmaktan geçiyor.

Ankara’dan Komünistler



Irkçı Perinçek Lozan’ı “fethetti”!

“Anti-emperyalizm” sosuyla sıvanmış ırkçılık çizgisinin simgeleştiği İşçi Partisi ile şefi Doğu Perinçek, birkaç yıl önce kaçınılmaz olan durağa, faşist partiyle kucaklaşma merhalesine varmıştı. İşçi Partisi (İP)-MHP buluşması, Perinçek ve şebekesini “sol maske” takma yükünden kurtarmıştı.

“Solcu” bir partinin faşist partiyle kucaklaşması şaşırtıcı görünebilir ama değil. Zira “Perinçekçi sol” çizginin geçmişi de karanlık ve lekelidir. Bu zihniyetin ‘70’li yıllardaki ayırt edici özelliği, devrimcileri ihbar etmekti. Bir dönem reformist sol çizgi tutturma teşebbüsleri olsa da, Perinçek ve şürekâsı kısa sürede olmaları gereken yere, devletin militarist kurumunun postal yalayıcılığı misyonuna dönüş yaptılar.

Üstlendiği misyon gereği, “Perinçekçi sol”un politikasında devrimci harekete düşmanlık önemli bir yer kaplamaktadır. Irkçı-şoven yarışta kimi zaman faşist partiyi bile geride bırakan Perinçekçi-İP çizgisi, “anti-emperyalist” söylemi de dilinden düşürmüyor. Ancak bu “anti-emperyalist” hamaset emperyalizmin iç dayanaklarına karşı tutumla birleştirilmediği gibi, emperyalizmin içteki en güçlü dayanağı olan NATO’nun ikinci büyük ordusuna tiksinti verici bir yaltaklanmayla birleşiyor.

Irkçı-faşist histerinin körüklendiği bir dönemde Ermeni halkına düşmanlık yarışına Perinçekçi-İP’in de katılması kimse için şaşırtıcı olmadı. İP’in şefi Perinçek, kendi deyimiyle, yaptığı “Lozan çıkarması”nda Ermeni katliamını inkar ettiği için, İsviçre’de hakkında soruşturma açılmıştı. Duruşmaya 90 kiloluk dosya ile giden Perinçek’in mahkeme salonunda şov yapma girişimleri olduysa da, savcı tarafından azarlanarak yerine oturmak durumunda bırakıldı.

Yaptığı savunmada, “Ermeni katliamını inkar etmediğini, çünkü böyle bir katliam olmadığını” iddia eden İP şefi, Türkiye’ye gelişinde “Lozan fatihi” olarak karşılandı. “Ermeni katliamı olmamıştır” diyerek Ermeni halkının kıyımdan geçirilerek sürgüne gönderilmesi politikasını savunan Perinçek, diğer sermaye hizmetçileri gibi ırkçı-şoven histerinin yükselişinden siyasi rant elde etme peşinde. “Lozan’ı fethetmek” dönemin ruhuna fazlasıyla uygundur. Ancak orijinal faşist partiler varken, solcu olduğunu söyledikten sonra ırkçı-faşist kulvara demir atan Perinçekçi-İP gibilerinin ırkçı-şoven histerinden nemalanma şansları zayıf görünüyor.

“Lozan fatihi”ne destek veren resmi kişiler de dikkat çekiciydi. İlki kendisi de ırkçı-faşist zihniyeti temsil eden İsviçreli Adalet Bakanı’dır. İsviçreli Bakan, Türkiye’ye gelmiş, ülkesinde çıkan ve Türkiye’de Ermeni katliamını tanıyan yasa ile İsviçre’deki ırkçılık karşıtı yasadan duyduğu rahtsızlığı dile getirerek Perinçek’in arkasında durmuştu. Diğeri ise, yine faşist çizgisiyle bilinen eski MHP’li yeni AKP’li Adalet bakanı Cemil Çiçek’tir. Gerçi iki bakanın sahiplenmesi Perinçek’i mahkum olmaktan kurtaramadı ama arkasının da “sağlam” olduğunu gösterdi.

İsviçre, Fransa gibi gerici rejimlerin halkların kıyımına karşı olduklarını söylemeleri elbette ikiyüzlü bir iddiadan ibarettir. Zira, bu iddialarında samimi olsalardı Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de halen devam eden kıyımlara karşı dururlardı. Buna karşın, emperyalistlerin ikiyüzlülüğü İP şefinin ikiyüzlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi, ırkçı-faşist histerinin önemli bir aktörü olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.