12 Ocak 2007 Sayı: 2007/01(01)

  Kızıl Bayrak'tan
   Topyekûn saldırılara karşı direniş yılı!
  Saldırılara karşı
birleşik devrimci direniş!..
  2006 yılında sınıf hareketi
  2006 emperyalist/siyonist güçlerin Irak’ta bataklığa saplandıklarının resmen tescil edildiği yıl oldu!
Üçlü “Şer mihveri” komşu halklara karşı hazırlanıyor!
Asgari ücret kimin meselesi? - Yüksel Akkaya
Hava-İş Örgütlenme ve Eğitim Uzmanı Munzur Pekgüleç ile asgari ücret üzerine konuştuk...
 Özel güvenlik şirketleri
  Yeni bir yılın başında dünya, Ortadoğu ve Türkiye
  Nükleer silah deposu siyonist rejim bölge
halklarını tehdit ediyor!
  Filistin halkı kazanacak!
  Somali’ye saldırı emrini ABD emperyalizmi verdi
  Bağdat-Mogadişu
  Faşizmle hesaplaşmak kapitalizmle hesaplaşmaktan geçiyor!
  Oaxaca’nın ruhu! -
Mumia Abu-Jamal
  Saddam’ın idamı ve düşündürdükleri -
M. Can Yüce
  2007’ye girerken
  Diyeti ödenmeyen
çalıntı bir hayatın rüyası -
H. Eylül
  Başka türlü bir tribün, başka türlü bir futbol:
LİVORNO CALCIO -
Cem Taylan
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Saddam’ın idamı ve düşündürdükleri

M. Can Yüce

Yeni yıla iki gün kala Saddam Hüseyin Bağdat’ta idam edildi. Saddam’ın idamından sonra gösterilen tepkiler farklı farklı oldu. Irak Şiileri tepkilerini sokakta sevinç gösterileriyle gösterdi. Genelde Kürtler, bu olaydan duydukları memnuniyeti ifade ettiler. Eski Baasçılar ve yandaşları ise zaman yitirmeden bu olayı bir intikam vesilesi yapacaklarını eylemli olarak gösterdiler. Kuşkusuz idam fermanı ABD tarafından imzalandı; o ve aynı çizgide olan İngiltere gibi devletlerin bu kararı açıkça savunmaları ve sevinçlerini dile getirmeleri anlaşılmaz değildir. AB idamı kınadı. İnsan haklarını savunan veya kendilerini öyle tanımlayan kuruluşlar tepkilerini kınama biçiminde ifade ettiler.

Saddam, gelmiş geçmiş en büyük Kürt ve halk düşmanlarından biri, binlerce Kürdün, Iraklı komünistin kanında eli olan, eli kanlı bir cellât; Halepçe ve Enfal bunun en somut ve kanlı örneklerinden sadece bilinen ikisi… Bu nedenle Kürtlerin kendi cellâtlarından birinin ölümüne sevinmeleri, bu kanlı cellâtlarına karşı sınırsız bir kin ve öfke beslemeleri anlaşılırdır. Ama bununla birlikte yeni bir gelecek projesi uğruna mücadele edenlerin, böyle bir iddiada bulunanların, kendilerini toplumlarının vicdanı olarak tanımlayanların idama karşı net, kesin ve tutarlı bir görüşleri ve tavırları olmak zorundadır.

Birey olarak, yaşamını devrime ve sosyalizme adamış biri olarak idama karşıyım. Bu, ilkesel ve ahlaki anlayışımın ve duruşumun kaçınılmaz bir gereğidir. İdama karşı bu ilkesel duruşumun herhangi bir istisnası yok, olamaz. Bir kez bu duruşta bir istisna konuldu mu, bu istisna, bir kural haline gelir. Çünkü istisnanın nerede başlayıp nerede biteceğinin bir ölçüsü yok. “İdama karşıyım, ama …” ile kayıtlanan ve istisnalarla süren bir duruşun kendi içinde tutarlı ve samimi olması beklenmemelidir! “Saddam, çok büyük insanlık suçları işlemiş, o nedenle idam edilmeli” gibi bir yaklaşım, devrimci sosyalistler, tutarlı insan hakları savunucuları için ilkeli, tutarlı ve samimi bir yaklaşım olamaz!

Açıkça ve hiç tereddütsüz vurguluyorum ki, ben, devrimci sosyalist, halkının vicdanı olma iddiasında olan, sınıfsız, sömürüsüz ve özgür bir toplum ideali uğruna mücadele eden bir devrimci olarak her idama karşı olduğum gibi, Saddam’ın idamına da karşıyım! Bu karşı duruş, Saddam veya başka birinin kişiliğinden ve suç konumlarından bağımsız, ilkesel ve ahlaki bir duruştur!

İdam hukuksal ve ceza hukuku açısından tartışılabilir, öteden beri tartışılıyor da… Bu tartışmalara girmek bu yazının kapsamı dışındadır. Ancak şu kadarını belirtmeliyim ki, idam cezası insani olmayan, insanlığın kaydettiği gelişme düzeyi bakımından geri, ilkel ve dar intikam duygularının tatminden öte bir anlam ifade etmeyen bir ceza yaptırımıdır. Dolayısıyla ceza hukukundan çıkarılmalıdır! Özellikle özgür, adil, sömürüsüz ve sınıfsız bir toplum iddiasında olan devrimci sosyalistler, hatta tutarlı demokrat ve insan hakları savunucuları bu görüşü ve duruşu ödünsüz bir biçimde savunmalıdırlar!

İsterdim ki, kendisini Kürdistan ve Kürt devrimcisi, sosyalisti ve tutarlı demokratı olarak tanımlayanlar, ortaya çıkıp Saddam’ın idamına karşı net ve ikirciksiz bir tutum alsaydılar. Aynı zamanda bu ilkeli duruşlarını Saddam’ın işlediği bütün suçlardan dolayı adil yargılanması talebiyle birleştirmeliydiler. Saddam işlediği bütün suçlardan dolayı yargılanmadı, Duceyl denen, diğerleri yanında “devede kulak” kalan bir dosyadan yargılandı ve apar topar verilen idam cezası infaz edildi. Bu yargılanma bir komedi ve Saddam’ın ve müttefiklerinin suçlarını örtbas etme operasyonuna dönüştü.

Gönül isterdi ki, Güney Kürtleri, onların yönetici partileri ve iktidar organları, bir yandan Saddam’ın bütün suçlarını ve suç ortaklarını açığa çıkaracak açık ve adil bir yargılanma talebinin ısrarlı savunucuları olmalıydılar; bir yandan da ilkesel olarak idama karşı olduklarını deklare etmeliydiler. Bu iki yaklaşım, hem onların ulusal ve uluslararası prestijlerini arttırır, hem de Güneyde kurmaya çalıştıkları siyasal ve sosyal yapının daha demokratik ve adil olması konusundaki sözlerinde tutarlı ve inandırıcı olurlardı. Ancak Saddam’ın idamından sonra Barzani tarafından yapılan açıklamada Halepçe ve Enfal operasyonları davasının devam etmesini umduklarını belirtiliyordu. Kuşkusuz bu açıklamaların ve diplomatik ifadelerin pratik hiçbir değeri yok, çünkü “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş”ti; ABD, Saddam’ı idam ederek suçlarını örtbas etmeyi başardı. Bir kez daha görüldü ki, Irak yönetiminde olanların, Kürt veya diğerlerinin gerçek anlamda bir iktidar hükümleri yoktur; onlar, ancak ABD’nin çizdiği çerçevede hareket etmekle yükümlüdürler, “iktidar alanları ve güçleri” ABD’nin çerçevelediği sınırlar dâhilindedir! Bu gerçeklik Saddam’ın yargılanması süreci ve idamında bir kez daha net olarak ortaya çıktı ve doğrulandı…

Saddam’ın adil ve bütün suç dosyalarının yargılanması konusunda Güney Kürt yönetimi sınıfta kalmıştır. Genel iktidar ilişkileri ve işgalci otorite karşısındaki güç konumları bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kendi geçmişlerini ve geleceklerini bu kadar doğrudan ilgilendiren ve etkileyen Saddam’ın bütün suç dosyalarının yargılanması davasında ve idamında bu kadar etkisiz kalmaları mutlaka tartışılmalı ve bunun anlamı Kürt halkının bilincine kazınmalıdır! Bunu gerçekten gerçek yurtseverler, tutarlı demokratlar ve devrimci sosyalistler yapar. ABD’ye övgü dizenler, ona tapınma veya minnet ayinlerini düzenleyenlerin yapabilecekleri, olup biteni gizlemek veya geçiştirmekten başka bir şey olmayacaktır!

Bu kadar büyük insanlık suçları işlemiş Saddam’ın bu davaları yargı konusu yapılmadan neden alelacele idam edildi?

Bu, önemli bir soru… Kürtler açısından, Irak’ın geçmişinin açığa çıkarılması ve geleceği açısından yanıtlanması gereken bir soru… Neden bütün insanlığa mal olmuş Halepçe değil de, Şiilerin ayaklanması bahanesiyle katledilen kişilerin davası olan, bugüne kadar adı sanı bilinmeyen Duceyl davası ilk başta yargılanma konusu oldu?

Hemen vurgulamamız gerekiyor ki, Saddam, başını ABD’nin çektiği emperyalist sistemin ürünüdür. İran savaşında, Halepçe’de, Enfal hareketinde, 1991 Kürt ve Şii kırımında, milyonlara varan Kürdün yerinden yurdundan edilerek sınırlara yığılması hareketinde ABD, İngiltere ve diğer emperyalist devletler Saddam’ın suç ortaklarıdır! 1980’den 2003 yılına kadar süren 23 yıllık iktidar döneminin suçları yargılansaydı, bu yargılama açık ve belli kurallara uygun işleseydi, anılan suç ortaklığı bütün çarpıcılığı ile açığa çıkacaktı veya açığa çıkma olasılığı çok büyüktü. İşte Saddam’ın kısa sürede infaz edilmesi öncelikle bu gerçeklerin karanlıkta kalmasını sağladı. ABD ve İngiltere’nin öncelikli hedefi buydu. Bundan da başarılı oldular. Duceyl davası bu hedeflerine uygundu… Dolayısıyla Duceyl davasının seçilmesi kesinlikle rastlantı değil, belli bir planın önemli bir halkasıdır!

İkincisi, Saddam’ın idamının sorumluluğunun Şiilerin üzerinde kalacağı kesindi. Bu da mezhep çatışmalarını tırmandıracak ve önlenemez boyutlara çıkaracak bir olasılıktı. Mezhep çatışmalarında tarafların zayıf düşeceği ve zayıflayan tarafları kontrol altına almanın daha kolay olacağı düşünülüyordu. Bu düşüncenin bir ürünü olarak öteden beri klasik “parçala, çatıştır ve yönet” taktiği uygulanıyor. Saddam’ın idamı bunu zirveye tırmandırdı… Ancak bu klasik sömürgeci yöntemin tersine işleyen bir silaha dönüşme olasılığı da çok büyüktür, bugün bir bakıma gerçekleşen de budur!

Saddam’ın işlediği ve dünyaca az çok bilinen büyük insanlık suçlarının suç ortağı ABD’dir. İngiliz gazeteci ve Ortadoğu uzmanı Robert Fisk, bunları, yazdığı “ABD suçlarını da Saddam’la gömdü” (Radikal, 1 Ocak ‘07) adlı makalede çok çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır. Bu makaleden birkaç alıntı yapmak yararlı olur kanısındayız.

“Saddam’ın, İran’la savaşında veya Halepçe’de yaptığı katliamlar nedeniyle yargılanmadan apar topar idam edilmesi kimseyi şaşırtmasın. 1980’lerde İran’a karşı onu destekleyen, Irak’a el altından kimyasal silah satan ABD, Saddam’la birlikte bu gerçekleri de gömerek rahat nefes aldı.

Onu susturduk. Dün sabah Bağdat’ta Saddam’ın kukuletalı cellâdı darağacının ipini çektiği an, Washington’un sırları güvenceye alındı. ABD ve Britanya’nın Saddam’a 10 yılı aşkın bir süre verdiği utanmaz, rezil, gizli askeri destek, başkan ve başbakanlarımızın dünyanın hatırlamasını istemediği korkunç hikâyelerden biri olmayı sürdürüyor. Ve İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en zalim saldırıların bazılarını tertiplerken Batı’dan aldığı bu desteği bütün yönleriyle bilen Saddam öldü.

Ölen adam, Irak komünist partisini imha ederken CIA’den şahsen destek almıştı. Saddam iktidarı ele geçirdikten sonra ABD istihbaratı Bağdat ve diğer kentlerdeki komünistlerin ev adreslerini verdi; amaç, Irak’taki Sovyet nüfuzunu ortadan kaldırmaktı. Saddam’ın muhaberatı her evi ziyaret etti, içeride kim var kim yoksa tutukladı ve birçoğunu katletti. Halka açık idamlar komplocular içindi; komünistler, onların eşleri ve çocuklarına özel muamele yapıldı: İdamdan önce Ebu Garib’de işkencenin her türlüsü...”

Makalenin başka yerinde başka çarpıcı bilgiler var, aktaralım:

“Arap dünyasında Saddam’ın 1980’deki İran istilası öncesinde üst düzey Amerikalı yetkililerle bir dizi toplantı yaptığına ve Pentagon’un, İran’ın savaş düzeni hakkında istihbarat sağlayarak Irak askeri aygıtına yardım etmesi emri aldığına dair giderek artan kanıtlar var. 1987’nin sisli bir gününde, Köln yakınlarında bir Alman silah tüccarıyla görüşmüştüm; Amerika’nın isteği üzerine Washington’la Bağdat arasındaki ilk doğrudan bağlantıyı bu adam kurmuştu.

Şunları anlatmıştı bana: ‘Sayın Fisk, savaşın en başında, Eylül 1980’de Pentagon’a davet edildim. Orada bana İran cephe hatlarını gösteren en son ABD uydu fotoğrafları teslim edildi. Fotoğraflarda her şeyi görebiliyordunuz. Abadan’daki ve Hürremşehr’in arkasındaki top mevzilerini, Karun Nehri’nin doğusundaki siperleri ki binlerceydi, Kürdistan’a doğru sınırın İran tarafındaki bütün bölgeyi kaplayan kamuflajlı tankları... Bir ordu bundan daha fazlasını isteyemezdi. Ve bu haritalarla birlikte Washington’dan Frankfurt’a, oradan da Bağdat’a uçtum. Iraklılar çok ama çok minnettardı!’

Ben o günlerde Saddam’ın ön cephedeki komandolarıyla birlikteydim; İran topçu ateşi altındaydık ve Irak güçleri top mevzilerini İran hatlarını gösteren ayrıntılı haritalar sayesinde muharebe alanının epey gerisine çekmişti. Basra dışından İran’a açtıkları top ateşi, ilk Irak tanklarının bir hafta içinde Karun’u geçmesine imkân verdi. O tank birliğinin komutanı, İran zırhlılarınca korunmayan tek nehir geçidini seçmeyi nasıl başardığını bana anlatmayı reddetti. İki yıl önce Amman’da karşılaştık tekrar, yanındaki düşük rütbeli subaylar ona ‘General!’ diyordu. Bu rütbe kendisine Basra’nın doğusundaki tank taarruzu sonrası Saddam tarafından, Washington’un istihbarat bilgilerinin yüzü suyu hürmetine verilmişti.

İran’ın Irak’la sekiz yıllık savaşına dair resmi tarihi, Saddam’ın İran birliklerine karşı ilk kimyasal silahı 13 Ocak 1981’de kullandığını ifade ediyor. Basra’nın doğusundaki bir Irak zaferinin ardından savaş alanına götürülen AP’nin Bağdat muhabiri Muhammed Salim, gördüklerini şöyle anlatıyor: ‘Saymaya başladık. O kahrolası çölde sadece sayarak kilometrelerce yürüdük. 700’e geldiğimizde şaşırdık ve tekrar saymaya başladık... Iraklılar ilk kez bir bileşim kullanmıştı; sinir gazı İranlıların gövdelerini felç etmiş, hardal gazıysa akciğerlerine dolarak boğmuştu. Bu yüzden kan kusarak ölmüşlerdi.’”

Robert Fisk’ten son bir aktarma daha:

“Pentagon, Irak’ın kimyasal silah kullanımının ne boyutlara vardığından habersiz değildi. Sözgelimi 1988’de Saddam, ABD savunma istihbaratı yetkililerinden Yarbay Rick Francona’nın Irak güçlerinin İranlılardan geri aldığı Fao Yarımadası’nı ziyaret etmesine şahsen izin verdi. Francona, Irak genelkurmayına İran mevzileri, taktik planlama ve bombardıman hasar tespiti konusunda gizlice bilgi sağlayan 60 Amerikalı subaydan biriydi. Yarbay, Washington’a Iraklıların kimyasal silah kullanarak zafere ulaştığını rapor etti. O dönemde üst düzey savunma istihbarat yetkilisi olan Albay Walter Lang, sonradan Iraklılar tarafından savaş alanında gaz kullanılmasının ‘ciddi bir stratejik kaygı nedeni sayılmadığını’ söyleyecekti.

Ancak sonuçları gördüm. Savaş alanından Tahran’a dönen bir sıhhiye treninde, öksürdüğünde ciğerlerinden kan ve balgam kusan yüzlerce İranlı asker vardı; askerlerin eşyalarına bile o kadar çok gaz sıvanmıştı ki, pencereleri açmak zorunda kaldım. Kolları ve yüzleri kabarcıklarla kaplıydı. Ardından o kabarcıkların da üzerinde yeni deriler ve kabarcıklar çıktı. Çoğu korkunç biçimde yanmıştı. Aynı gaz sonra Halepçe’de Kürtlere karşı da kullanıldı. Saddam’ın en başta, İran’a karşı işlediği savaş suçlarından değil, Bağdat’taki Şiileri katletmekten yargılanmasında şaşılacak hiçbir şey yok.”

Halepçe katliamı, 1991 yılına kadar ABD ve diğer emperyalist devletler ve medyaları tarafından örtbas edildi, her zaman görmezlikten gelindi. Ne zaman ki Saddam ile Kuveyt işgali nedeniyle araları açıldı, çelişkileri büyüdü, işte o zaman, Halepçe katliamı yavaş yavaş gündeme getirildi. Enfal operasyonları ise her zaman göz ardı edildi. Yine 1991’de ayaklanan Kürtleri ve Şiileri bastırmada tank, uçak ve helikopterlerin kullanılması iznini veren “Baba” Bush’tan başkası değildir. Bu bastırma hareketinde milyona yakın Kürt yerinden yurdundan edilmiş ve sınırlara yığılmıştı, o günün Kürt trajedisi hala gazete ve TV arşivlerinde saklıdır! 1975 Cezayir Anlaşmasının baş mimarı ABD’den başkası değildir. Bunları Kürtler çok iyi biliyor. Ama bu bilgilerine rağmen kimilerinin tarih bilinçleri tutulmuş gibidir! Peki, “yeni ihanetlerin” olmayacağının garantisini kim verebilir?

ABD için önemli olan stratejik çıkarlarıdır. Bunun için geliştirmeyeceği ilişki, satmayacağı, idam etmeyeceği, ayaklar altına almayacağı “müttefik ve dost” yoktur! Bunun sayısız örnekleri var! Önemli olan ders alması gerekenlerin bundan gereken dersleri almalarıdır! Ama bu, “bizimkiler” açısından çok güç görünüyor!

Kısacası, emperyalizmin, ABD’nin ürünü ve suç ortağı olan Saddam idam edilerek suç ortaklarının suç defteri kapatılmak istenilmektedir. Bu gerçeği de bütün boyutlarıyla açığa çıkarmakta ve anlatmakta yarar vardır!

2 Ocak 2007


Saddam’ın insanlığa karşı işlediği suçlar kapitalist-emperyalist düzenin suçlarıdır!

İşgalcilerin emriyle hareket eden Bağdat’taki kukla yönetim, devrik diktatör Saddam Hüseyin’in idam cezasını kurban bayramı arifesinde infaz etti. Oysa infazdan bir gün önce kukla yönetimin sözcüleri, Saddam’ın cezasının 30 gün içinde infaz edilebilmesi için Irak “Cumhurbaşkanı” Celal Talabani’nin “hızlı infaz emri”ni veren bir kararname yayınlaması gerektiğini, bunun da henüz mümkün görünmediğini söylüyordu. Buna karşın infaz, cezanın onaylanmasından dört gün sonra gerçekleştirildi.

Saddam Hüseyin’in alelacele infaz edilmesinin, elbette yargılama ya da mahkeme kararıyla bir ilgisi yoktur. İnfaz, Bush liderliğindeki savaş kundakçılarının iğrenç taktiklerinden biriydi. Mahkemenin göstermelik karar süreci, infazın Celal Talabani’nin onayından geçmeden gerçekleşmesi, ABD medyasının, “infazı gerçekleştirenler Mukteda el Sadr’a bağlı güçlerdir” şeklindeki haberleri… Tüm bunlar, Saddam’ın idamının açıkça Şii-Sünni çatışmasını körükleyecek şekilde kurgulandığına da işaret ediyor.

İdam kararı, Duceyl’de Saddam’a karşı suikast hazırlığı yapıldığı gerekçesiyle 148 Şii’nin idam edilmesine dayandırıldı. Diğer suçlarıyla karşılaştırıldığında “hafif” kalan Duceyl katliamının öne çıkarılması da bir rastlantı değildir elbet. Zira şimdi Saddam’ı yargılayıp idam edenler, devrik diktatörün işlenmesine öncülük ettiği akıl almaz suçların dolaysız suç ortaklarıydı. Bu suçlar, diktatörün ABD emperyalizmi ile batılı müttefiklerinden aldığı teknik donanım, silah, politik-diplomatik destek sayesinde işlenmişti.

Bu suçların en büyüğü, kuşkusuz Irak-İran savaşının başlatılmasıydı. ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli kalelerinden birini yerle bir eden İran devrimine karşı saldırı emrinin bizzat Washington’dan geldiğine kuşku yok. İran’a saldırının Türkiye’deki 12 Eylül askeri faşist darbesinden yalnızca bir hafta sonra başlamış olması da hiçbir şekilde tesadüf değildi. Faşist askeri darbe ile o dönem büyük bir devrimci sosyal kaynaşma içinde bulunan Türkiye yeniden tam denetim altına alınmak, Ortadoğu’da ABD’nin ve NATO’un “istikrarlı” kalelerinden biri haline getirilmek istenmişti ve sonuçta yapılan bu oldu. İran’a yönelik olarak Saddam üzerinden kışkırtılan savaş da aynı plan ve hesapların bir parçası, bir başka yönüydü.

Bu savaş, Saddam rejiminin emperyalizm adına bölge halklarına karşı işlediği en büyük suçlardan biri oldu. Aynı zamanda kendi sonunun başlangıcı da olan bu savaş, İran’la Irak’ı harabeye çevirmiş, büyük kaynakların heba olmasına yolaçmış, her iki taraftan en az birer milyon insanın telef edilmesine yol açmıştı. ABD emperyalizminin bölgede daha yaygın ve kalıcı savaş üsleri kurması için de zemin hazırlayan bu savaşta İran’a atılan kimyasal bombalar, bilindiği üzere ABD ve emperyalist müttefikleri tarafından tedarik ediliyordu.

Kürt halkının Enfal Harekâtı ve Halepçe kıyımında kimyasal silahlarla imha edilmesi de, ABD-AB emperyalistlerinin çok yönlü desteğiyle olmuştur. Bölgedeki Amerikancı rejimler de bu vahşi kıyıma destek vermişlerdir. Bu ülkelerdeki güdümlü medya, ancak Kuveyt işgalinden sonra Saddam rejiminin Kürtleri kimyasal silahlarla katlettiğini ifade etmeye başlamıştır.

Saddam rejiminin, kapitalist/emperyalist güçlerin borazanlığını yapan medya tarafından sözü bile edilmeyen ağır suçlarından biri de, zindanlara kapatılan komünistlerin toplu şekilde katledilmesidir. Bütün gerici medya organları, komünistlerin toplu katliamını yerine getirilmesi gereken “bir görev” olarak görüyor olmalı ki, hiçbir şekilde sözünü etmiyorlar.

“Uygar batı”dan aldığı desteğin de katkısıyla bu suçları işleyen Saddam rejimi, elbette mezhep ayrımcılığı da yapmış ve Şii Araplara karşı ağır suçlar işlemiştir. İdama gerekçe olan Duceyl katliamı bunlardan biridir. Mahkemenin bu katliam üzerine odaklanması ise, bizzat mahkemeyi kurduranların suçlarını örtmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu ağır suçların üstünü, diktatörü yargılayıp idam eden bir mahkeme mizanseniyle örtmenin olanağı yoktur.

Saddam’ı yargılayanlar, Irak başta olmak üzere halen tüm bölge halklarına karşı ağır suçlar işlemektedir. Irak’ı yakıp yıkarak ortaçağ karanlığına sürükleyen, 650 bin Iraklının katledilmesinden sorumlu olan emperyalist güçlerin Saddam’ı yargılamaları iğrenç bir gösteridir. Zira salt Irak’a bakmak bile, bu güçlerin insanlığı, demokrasiyi, özgürlükleri değil, fakat vahşeti, yıkımı, katliamı özetle faşizmi temsil ettiklerini göstermeye yeter.

Saddam Hüseyin bir diktatördü. Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı sayısız diktatörlerden biriydi. Diğerlerinden farkı, yeni dünya düzenini ilan eden ABD emperyalizmiyle belli konularda uyuşmazlık içine düşmesinden ibarettir.

Saddam Hüseyin de her diktatör gibi ağır suçlar işledi. Fakat o, her yönüyle kapitalizme/emperyalizme aitti. Batılı dostlarının desteğiyle işlediği ağır suçlar düzenin bekası içindi. Başka bir ifadeyle, diktatör Saddam’ın insanlığa karşı işlediği tüm suçlar, esas olarak kapitalist/emperyalist düzenin suçlarıdır!