12 Ocak 2007 Sayı: 2007/01(01)

  Kızıl Bayrak'tan
   Topyekûn saldırılara karşı direniş yılı!
  Saldırılara karşı
birleşik devrimci direniş!..
  2006 yılında sınıf hareketi
  2006 emperyalist/siyonist güçlerin Irak’ta bataklığa saplandıklarının resmen tescil edildiği yıl oldu!
Üçlü “Şer mihveri” komşu halklara karşı hazırlanıyor!
Asgari ücret kimin
meselesi? - Yüksel Akkaya
Hava-İş Örgütlenme ve Eğitim Uzmanı Munzur Pekgüleç ile asgari ücret üzerine konuştuk...
 Özel güvenlik şirketleri
  Yeni bir yılın başında dünya, Ortadoğu ve Türkiye
  Nükleer silah deposu siyonist rejim bölge
halklarını tehdit ediyor!
  Filistin halkı kazanacak!
  Somali’ye saldırı emrini
ABD emperyalizmi verdi
  Bağdat-Mogadişu
  Faşizmle hesaplaşmak kapitalizmle
hesaplaşmaktan geçiyor!
  Oaxaca’nın ruhu! -
Mumia Abu-Jamal
  Saddam’ın idamı ve düşündürdükleri -
M. Can Yüce
  2007’ye girerken
  Diyeti ödenmeyen
çalıntı bir hayatın rüyası -
H. Eylül
  Başka türlü bir tribün, başka türlü bir futbol:
LİVORNO CALCIO -
Cem Taylan
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

2006 yılında sınıf hareketi

Hatırlanacağı üzere sınıf devrimcilerinin 2005 yılında sınıf hareketinin durumuna ilişkin değerlendirmelerinde vurgu yapılan başlıca üç başlık bulunuyordu. Bu üç başlık alınan yenilgiler, büyüyen sendikal ihanet ve en nihayetinde de filizlenen çıkış arayışları şeklinde sıralanıyordu. Bu genel başlıklar üzerinden bakıldığında geride bıraktığımız 2006 yılının birçok bakımdan 2005 yılı ile benzerlikler gösterdiğini söylemek mümkündür. Sermayenin saldırıları 2006 yılında da devam etmiş ve işçi sınıfının aldığı yenilgilere yeni halkalar eklenmiştir. Sendikal ihanet çeteleri uğursuz rollerini oynamayı 2006 yılında da sürdürmüşlerdir. Fakat bu olumsuzluklara rağmen bir önceki yıl üzerinden ifade edilen çıkış arayışları da hız kesmemiş, hatta hız kesmek bir yana hissedilir ölçüde güçlenmiş, kendini daha ilerden ve daha somut biçimlerde ifade etmeye başlamıştır.

TEKEL işçisi sermayeye geri adım attırdı

2006 yılının başlarında sınıf hareketinin başlıca gündemlerinden birisi TEKEL’deki saldırı ve direnişti. 2005 yılında sermaye kapsamlı bir özelleştirme programını kimi pürüzler dışında başarıyla hayata geçirmişti. Bu pürüzlerden birisi de TEKEL’in özelleştirilmesiydi. Sermaye türlü nedenlerle, yıllardır programda yer almasına rağmen TEKEL’in özelleştirilmesi konusunda istediği adımları tam olarak atamamıştı. Bu pürüzü ortadan kaldırmak isteyen sermaye 2005 yılı bitmek üzereyken yeniden saldırıya geçti. Üç sigara fabrikasının ve birçok işletmenin kapatılması kararlaştırıldı. Daha karar tam anlamıyla resmileşmeden de Adana Sigara Fabrikası’nda üretim durduruldu.

SEKA’nın izinden giden TEKEL işçisi bu saldırıya direnişle yanıt verdi. Adana Sigara Fabrikası işçileri 2005 Aralık ayının son günlerinde kendilerini fabrikaya kapattılar. Yılbaşını, Kurban Bayramı’nı da fabrikada geçiren işçiler Şubat ayının ortalarına kadar uzanan bir mücadele sergilediler. Adana’da devrimci ve ilerici çevreler tarafından erken bir zamanda oluşturulan Tekel İşçileriyle Dayanışma Platformu ise direnişin sesini fabrika dışına taşıma konusunda çaba içerisine girdi. Engelleme ve saldırılara, kendi içinde taşıdığı zayıflıklara rağmen Adana Sigara Fabrikası’nda direnişin ısrarla ve inatla sürdürülmesi, yaygın sayılabilecek dayanışma ve destek eylemlerinin örgütlenmesi giderek belirgin bir basınca dönüştü ve hükümeti zorlamaya başladı. AKP Kemal Unakıtan’ın marifetleri ve Galataport gibi yıpratıcı gündemlere bir de TEKEL’in eklenmiş olmasından fazlasıyla rahatsız durumdaydı. Sonunda hükümet TEKEL sigara fabrikalarında üretimin durdurulmasıyla ilgili kararından geri adım attı ve bu kararı askıya aldığını açıkladı. Tayyip Erdoğan’ın bu kapatma kararından sadece birkaç gün sonra, hem de Adana havaalanında, sendikacıların kendisine “teşekkür etmek için” oraya getirdikleri TEKEL işçilerinin gözlerinin içine baka baka “Özelleştirmeler de devam edecektir. Devletin sırtına kambur olmuş bu kurumları bir bir özel sektöre devredip elimizden çıkaracağız” demesi, hükümetin taktik bir adım attığını, sermayenin TEKEL’in tasfiyesi ve özelleştirilmesiyle ilgili planlarının aynen geçerli olduğunu gösteriyordu.

Yerel kurultaylar tamamlandı, merkezi kurultayın asgari zemini yakalandı

2006’nın ilk aylarında özellikle İstanbul’daki sınıf devrimcilerinin gündemindeki konulardan biri de devam eden yerel işçi kurultayları süreciydi. İstanbul’un 6 temel sanayi bölgesinde yerel işçi kurultayları gerçekleştirme hedefini önlerine koyan sınıf devrimcileri, 2005 yılının son aylarında bunlardan bazılarını belli bir başarıyla tamamlamışlardı. Bazı bölgelerdeki kurultayların ise 2006’nın ilk aylarında yapılması planlanmıştı.

Bu planlamaya uygun olarak Gaziosmanpaşa İşçi Kurultayı 29 Ocak tarihinde, Pendik-Kartal-Maltepe İşçi Kurultayı 5 Şubat günü ve nihayet Tersane İşçileri Kurultayı ise 12 Şubat tarihinde toplandı.

Sınıf devrimcileri, süreçle ilgili olarak yaptıkları ön değerlendirmede, yerel kurultaylar sürecinin asgari bir başarıyla tamamlandığını, İstanbul yerelinde merkezi bir işçi kurultayı düzenlemenin asgari zemininin yakalandığını ifade ediyorlardı:

“Kurultay çalışmasını gerekçelendirirken de belirttiğimiz gibi hedefimiz, yerellerden başlayarak sınıf hareketine daha güçlü-merkezi müdahale kanallarını yaratmak ve daha etkili bir tarzda, içerden dolaysız nüfuz edebilmek, tüm bölgelerde sınıf çalışmamızı ve sınıf güçlerimizi bu temelde değerlendirebilmektir. Yerellerden başlayarak adım adım merkezi bir kurultay örgütleme ihtiyacı, esas olarak tam da bu hedefin bir gereği olarak en baştan konulmuştu. İşte bölgesel işçi kurultaylarını gerekli ve önemli kılan da, yerellerden-merkeze doğru bu süreci organizasyon planında da güvenceleyecek zorunlu ilk adımları atmaktı. Hedeflenenler ölçüsünde bu adımların tek tek bölgelerde ne kadar güçlü atıldığı, kurultay çalışmasının ne ölçüde sınıfa yeterince maledildiği elbette tartışılabilir. Zira ortaya çıkan sonuçlar itibarıyla bir bölgeden diğerine farklılıklar olabilmektedir.

Fakat temel hedeflere toplam bir çalışma düzeyi açısından bakıldığında, azımsanmayacak bir mesafenin alındığı da tartışmasız bir biçimde ortadadır. Diyalektik bir bakış açısıyla söylersek, toplam, kendisini oluşturan parçalardan daha büyük, daha kapsamlı, daha anlamlıdır. Kısacası, İstanbul’un altı ayrı bölgesinde paralel bir çalışmanın konusu olan yerel kurultayların ardından bugün artık merkezi bir işçi kurultayını örgütlemenin asgari zemini yakalanmıştır.” (Kızıl Bayrak, Sayı: 2006/07, 25 Şubat 2006)

8 Mart politik ve pratik olarak kazanıldı

TEKEL işçilerinin direnişi ve İstanbul’daki yerel işçi kurultayları süreci henüz devam ederken, Şubat ayının başlarında devrimcilerin ve ilerici güçlerin gündemine giren bir diğer önemli başlık ise yaklaşan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü idi. Sınıf devrimcileri açısından 8 Mart’ın anlamı bir “anma günü”nün çok ötesindeydi. 8 Mart’ı kutlamak, 8 Martlar’da yaratılan mücadele değerlerine ve sınıf kimliğine sahip çıkmak demekti. 8 Mart’ı kutlamak demek, 8 Mart’ı yaratan emekçi kadınların mücadele taleplerini güncel taleplerle birleştirebilmeyi başarmak, bu zeminde işçi sınıfını ve onun bir parçası olan emekçi kadınları mücadeleye çağırmak anlamına geliyordu.

8 Mart’ın içinin boşaltılmasına, sıradan bir “kadınlar günü”ne dönüştürülmesine dönük girişimlere karşı 2005 yılında devrimci güçler tarafından yapılan müdahale önemli bir politik kazanımla sonuçlanmıştı. Sınıf devrimcileri 8 Mart’ın yeniden kazanılmasına dönük bu müdahalenin kazanımlarının daha da geliştirilmesi ve benzer bir müdahalenin 2006 yılında da örgütlenmesi için üzerlerine düşen çabayı en başından itibaren ortaya koydular.

2006 yılında, 8 Mart’ın içinin boşaltılmasını kabul etmeyen, onu tarihsel özüne uygun bir biçimde kutlamayı tarihsel bir sorumluluk olarak gören devrimci grupların pratiği geçen yılın kazanımlarını genişletme yönünde şekillenmiştir. Başta sendikalar olmak üzere DKÖ’lere, meslek odalarına ve örgütlerine, partilere vb. toplantı çağrıları yapılmış, sınıfsal özüne uygun bir 8 Mart örgütlemek noktasında en geniş birlikteliğin sağlanması için çalışılmıştır. Sonuç olarak arzulanan genişlikte bir birliktelik sağlanamamış fakat 8 Mart’a sahip çıkma konusunda ilkeli ve kararlı bir mücadele yürütülmüştür. Bunun sonucunda devrimci ve ilerici güçler tarafından İstanbul Beyazıt’ta 8 Mart’ın sınıfsal ve tarihsel önemine uygun, kadınların ezilmesi gerçeğine güçlü vurguların yapıldığı bir miting gerçekleştirilmiş, çeşitli illerde de benzer içerikte gösteriler düzenlenmiştir.

8 Mart’ın içinin boşaltılmasını kabul etmeyen devrimci güçler, sürecin devamında yaptıkları ortak açıklamada 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün politik ve pratik olarak kazanıldığını ifade etmişlerdir. 2006 yılında sınıf adına kaydedilen kazanımlardan biri de bu olmuştur.

1 Mayıs’ın gösterdikleri

Sermayenin işçi sınıfına dönük saldırıları sadece ekonomik ve sosyal kazanımları değil, aynı zamanda doğrudan doğruya sınıfsal değerleri ortadan kaldırmayı da amaçlıyordu. Hiç şüphe yok ki sermayenin son yıllarda bu kapsamda yürüttüğü saldırıların hedeflerinden biri de 1 Mayıs’tı. Uzunca bir dönemdir sendikal ihanet çetelerinin elinde göstermelik mitinglerle geçiştirilen 1 Mayıs’ların yeniden kazanılması ve sınıfa maledilmesi için son yıllarda devrimci güçler tarafından belli bir müdahale çabası ortaya konuluyordu.

Bir önceki yılın olumlu pratiğinden de sonuçlar çıkartan devrimci güçler, 2006 1 Mayıs’ını kazanmak için erken sayılabilecek bir tarihte güçlerini birleştirdiler ve bu konuda ortak tutum içinde olacaklarını ilan ettiler. Mart ayının sonlarına doğru oluşturulan Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun yayınladığı bildiride “Birleşik, kitlesel, devrimci bir 1 Mayıs” çağrısı yapılıyor, bütün güçler bu konuda sorumluluk almaya davet ediliyordu.

Ancak Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun bu anlamlı çabası, sermaye adını sınıf hareketini denetleme misyonuna sahip sendikal ihanet çeteleri tarafından pek de sıcak karşılanmadı. 1 Mayıs’ı kendilerine ait gören ve içini boşaltmak, devrimci özünden arındırmak için ellerinden geleni yapan bürokratlar türlü manevralarla Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun çabalarını boşa düşürmeye, platformda yer alan devrimci güçleri 1 Mayıs hazırlıklarının dışına itmeye çalıştılar.

Türk-İş ve Hak-İş tarafından temsil edilen ihanetçi çizginin derdi ise denetim altında tutamayacaklarından kaygılandıkları 1 Mayıs’ın alanlarda kutlanmasını engellemekti. Ülkedeki “kritik durum”u gerekçe gösteren sermaye uşakları 1 Mayıs’ı salonlara hapsetme, işçilerin katılmadığı göstermelik salon toplantılarıyla geçiştirme hayalleri kuruyorlardı. Fakat bu rüyalarını gerçekleştiremediler. Gerek Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun basıncı, gerekse sendikaların tabanındaki 1 Mayıs’ı sahiplenme eğilimi, sendikal korucuların bu yöndeki planlarını boşa çıkardı.

1 Mayıs’ı salonlara hapsetmeyi başaramayan ihanet çeteleri adı var kendi yok Emek Platformu’nu kullanarak merkezi 1 Mayıs kutlamalarının Ankara’da yapılacağını ilan ettiler. Ankara’daki 1 Mayıs kutlamaları ihanet çetelerinin işgali ve denetimi altında gerçekleşti.

İstanbul’daki kutlamaların niteliği gerek kürsü gerekse alandaki tablo bakımından önceki yıllardan daha ileriydi. Türk-İş merkez yöneticileri Ankara’ya kaçtığı için bu konfederasyon alanda Belediye-İş, Petrol-İş gibi ilerici sendikalar tarafından temsil edildi. DİSK’in geçen yıl taşıdığı “işimi seviyorum”, “fabrikamı seviyorum” türü dövizler yerlerini işçi sınıfının genel ve güncel sorunlarına vurgu yapan ve hayli de yaygın taşınan dövizlere bırakmıştı. Düzenleme komitesi tarafından ilan edilen ve 1 Mayıs’tan itibaren başlatılan kampanya çerçevesince kullanılacağı açıklanan bu dövizlerde “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için yürüyoruz”, “1 Mayıs 77 dosyasının açılması için yürüyoruz”, “Tecride ve F tipi cezaevlerine karşı yürüyoruz”, “İşsizliğe, özelleştirmelere ve taşeronlaştırmaya karşı yürüyoruz” ve “Savaşa ve işgale karşı yürüyoruz” gibi şiarlar yer alıyordu. Politik muhtevadaki bu ilerleme sadece dövizlerle de sınırlı değildi. Benzer mesajlar kürsüden de net olarak verildi. Sorunlar, saldırılar dile getirildi. Düzen teşhiri, örgütlenme ve mücadele çağrıları yapıldı.

Tertip komitesinin 1 Mayıs’ın politik düzeyini ilerden kurmasının gerisindeki en önemli neden, Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun oluşturduğu basınç oldu. 1 Mayıs ön sürecinde platformun talep ve önerilerini çeşitli gerekçelerle geri çeviren tertip komitesi, basıncı göğüsleyebilmek için 1 Mayıs’a ilişkin düzenleme ve planlamada Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun görüş ve önerilerinin bir çoğuna uygun davrandı. Bu geride kalan yılın 1 Mayıs’ı üzerinden devrimcilerin inisiyatifiyle elde edilmiş bir başka önemli siyasal kazanımdı.

Özetle, yıllardır 1 Mayıslar’a ipotek koyan, içini boşaltan, tarihsel ve sınıfsal özünü karartan sendikal bürokrasiye karşı devrimci güçler cephesinden bu yıl daha tok ve net bir politik tutumla çıkılmıştır. Öncesinde yakalanan politik başarı alanda kendisini pratik bir tutuma dönüştürmüştür. Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun ortaya koyduğu politik irade, geleceğin devrimci 1 Mayıslar’ını açığa çıkarmanın anlamlı bir adımı niteliğindedir.

Sermayenin sosyal yıkım saldırısı iç hesaplaşmalara takıldı

Sermayenin 2006 yılı saldırı programındaki en temel başlık kuşkusuz ki sosyal güvenlik ve sağlık alanındaki yıkım yasalarının meclisten geçirilmesi, bu alanlarda yeni bir yapılanmaya ve düzenlemelere gidilmesiydi. Sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini piyasaya açmak, işçi ve emekçilerin bu alanlardaki kazanımlarını büyük ölçüde ortadan kaldırmak için uzun zamandır hazırlık içinde olan sermaye iktidarı tam da 1 Mayıs’a sayılı günler kala büyük yıkım yasasını meclisten geçirdi. Aslında bu kadar önemli bir saldırı yasasının 1 Mayıs öncesinde meclisten geçirilmesi işçi sınıfına dönük bir meydan okumaydı. Fakat işçi ve emekçi hareketi, belli bir tepkiye konu etmekle birlikte 1 Mayıs’ı bu saldırıya karşı yaygın, kitlesel ve militan bir mücadele gününe dönüştüremedi. Zaten sendikal ihanet barikatı parçalanmadan bu mümkün de değildi.

Düzen siyasetindeki iç dalaşmanın bir parçası olarak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sözkonusu saldırı yasasının büyük bölümünü veto etti. Fakat hükümet sermayenin ve İMF’nin desteğiyle Mayıs ayı sonlarında SSGSS yasasını bir kez daha meclisten geçirdi. Cumhurbaşkanı ikinci kez veto yetkisi olmadığı için yasayı onayladı fakat aynı zamanda da iptal için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Hükümet ve sermaye, Haziran 2006’dan itibaren yaşanan dönemde sanki yasa 2007 başında yürürlüğe girecekmiş gibi davrandı ve tüm hazırlıklarını buna göre yaptı. SSK hastanelerinin bir yıl önce Sağlık Bakanlığı’na devri sağlık sistemini tümüyle çöküntüye uğratmış, işçi ve emekçiler neredeyse hizmet alamaz duruma düşmüşlerdi. SSGSS yasasının 2007 yılı başında yürürlüğe girmesiyle hem sağlık sistemindeki çöküşün daha da derinleşeceği hem de sosyal güvenlik alanında da benzer bir tabloyla karşılaşılacağı görülüyordu. Fakat böyle bir çöküş ve yıkım sermayenin öngörmediği bir şey değildi ve bu nedenle de uyarılara kulak asması gibi bir şey söz konusu olamazdı.

Ancak sermayenin güç klikleri arasındaki çatışma bir kez daha devreye girdi. Başını ordunun çektiği “laik kanat” ile “irticai güçler” arasındaki çekişme ve rakibinin etkinliğini kırma mücadelesinin yeni malzemesi AKP hükümetinin sermayeye en büyük hizmetlerinden biri durumundaki SSGSS yasası oldu. Anayasa Mahkemesi, yürürlüğe girmesine az bir zaman kala sözkonusu yasanın birçok maddesini iptal etti ve yürürlüğe girmesini imkansız hale getirdi. AKP hükümeti de ilgili yasanın yürürlük tarihini ertelemek zorunda kaldı.

Sendikal ihanetin kapsamı ve boyutları üzerine

Sınıf hareketiyle ilgili gelişmeleri değerlendirirken hemen her seferinde sözün dönüp dolaşıp geldiği konulardan biri de sendikal hareket ve sendikal ihanettir. Sendikal harekette bugün geleneksel düzen sendikacılığı ve uzlaşmacı sendikal anlayış olarak tanımlayabileceğimiz iki kanal bulunmaktadır. Bazı noktalarda birbirinden farklılıklar gösteren bu iki sendikal akım arasında özde ise fazla bir fark bulunmamaktadır. Daha doğrusu, aradaki kimi farklar son yıllarda giderek silinmekte, her iki akım da düzen sendikacılığı ve sermayeye hizmet konusunda neredeyse tekleşmektedirler. Sınıf hareketini ilgilendiren pek çok olayda takındıkları tavırlar her iki sendikal akımın da düzenin sadık hizmetkarları durumunda olduklarını yeterince açık bir biçimde göstermiştir.

Sendikal harekette dikkat çeken bir diğer önemli olgu da sınıfa ve mücadeleye yabancılaşma, ihanet batağına batma pratiğinin yukardan aşağıya doğru hızlı bir yayılma göstermesidir. Bugün artık konfederasyonların ya da sendikaların tepesindeki yönetim kadrosuyla ve onların yakın çeperiyle sınırlı bir ihanet olgusundan söz etmek imkansız hale gelmiştir. Belli istisnalar dışında düzen sendikacılığı anlayışı ve uzlaşmacılık artık şube yönetimleri ve işyeri temsilcileri düzeyine kadar yayılmış durumdadır.

Bu söylenenler 2006 yılında da pek çok pratik örnek üzerinden tekrar tekrar doğrulanmıştır. 1 Mayıs süreci, sosyal yıkım saldırısı ve özelleştirme saldırıları karşısında yaşananlar, toplusözleşmeler ve asgari ücret gibi konularda sergiledikleri tavırlar, sendikal ihanet çetelerinin ve bunların temsil ettikleri anlayışların sınıf hareketinin gelişimi önünde ne büyük birer engel haline geldiğini bütün açıklığıyla ortaya sermiştir.

Bütün bunlar olur, sermaye dalgalar halindeki saldırılarla işçi ve emekçi yığınları perişan ederken, sendikal ihanet çetelerinin 2006 yılındaki asıl gündem maddeleri ya Papa’nın Türkiye’ye gelmesi üzerinden yapılan demagojik açıklamalar, ya da Ecevit gibi bir işçi düşmanına ağıt yakmak olabilmiştir. Ek olarak söylemek gerekirse düzen siyasetinde sağda ya da solda bir yer kapabilmek hemen bütün sendikal korucuların söylem ve pratiğinin arkasındaki en temel nedenlerden biri durumundadır. Kimi hükümete yamanmaya çalışarak, kimi de AB’ye sırtını dayayıp hükümete saldırarak aynı şeyi yapmaya çalışmaktadır.

2006 yılı Kasım ayında gerçekleştirilen İstanbul İşçi Kurultayı’nda sendikal ihanet konusu nispeten ayrıntılı değerlendirmelere konu edilmiştir. Kurultay’da da ifade edildiği gibi devrimci bir sınıf hareketini yaratma görevi ile sendikal ihanet barikatını parçalama görevi birbiriyle iç içe geçmiş durumdadır. Önümüzdeki dönemde bir müdahale konusu olacağı ölçüde de, değişik kanatlarıyla sendikal harekete/ihanete daha özel bir ilgi göstermek, onu ayrı ve daha ayrıntılı bir değerlendirme konusu olarak ele almak gerekmektedir.

İstanbul İşçi Kurultayı toplandı

İstanbul İşçi Kurultayı nispeten yakın bir süre önce toplandığı ve bununla ilgili ayrıntılı değerlendirme ve belgeler henüz kısa bir zaman önce kamuoyuna sunulmuş olduğu için, konuyla ilgili gelişmeleri bir kez daha özetlemek pek de işlevsel değildir. Bunun yerine sonrasında sınıf devrimcileri tarafından yapılan bir değerlendirmeyi aktararak kurultayın 2006 tablosu içinde nereye oturduğunu anlatmaya çalışmak daha isabetli olacaktır:

“Nihayet en önemli başarı kıstası, sınıfın ihtiyaçlarına devrimci bir düzlemden yanıt vermek ve sınıfın dinamik güçlerine dayanarak bir siyasal odak haline gelmek planında elde edilen mesafedir. Sınıf hareketinin bugünkü temel ihtiyacını, dağınıklığına müdahale etmek ve sermaye karşısında mücadele mevzilerini oluşturmak biçiminde tanımlıyoruz. Bu çerçevede özellikle belirtmeliyiz ki, Kurultay işçi sınıfı hareketi öncülerinin oldukça sınırlı bir kesimini bir araya getirmekle birlikte, bizzat kendisi oldukça zor koşullarda atılmış önemli bir adım, somut bir çözüm sayılmalıdır. Zira İstanbul ölçeğinde bu kadar işçiyi bir araya getirmek ve sınıf hareketinin bugün temel sorunları olan bir gündem üzerinde odaklaştırmak, işçi sınıfının birleşik devrimci mücadelesi yönünde oldukça önemli bir adımdır. Böyle olduğu ve belirgin bir güçle tok bir çıkış halinde örgütlendiği ölçüde, Kurultay dosta ve düşmana devrimci sınıf seçeneğinin gücünü ve geleceği konusunda son derece net mesajlar vermiştir. Gerisi, atılan adımların devamının gelmesine bağlıdır”

“Atılan adımların devamının gelmesi” ise sınıf devrimcilerinin, devrimci güçlerin ve sınıf içerisindeki bilinçli öncü unsurların 2007 yılında ortaya koyacakları mücadele pratiklerine, sınıf mücadelesini yükseltmenin araç ve yöntemlerini geliştirme konusundaki çabalarına bağlı olacaktır.