22 Aralık 2006 Sayı: 2006/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler, rant kavgası ve işçi sınıfını bekleyen seçim...
  İşçi-memur elele, mücadeleye!
  Anayasa Mahkemesi GSS Yasası’nı sadece “kamu görevlileri” yönünden iptal etti…
  Cevahir’deki işkence açığa çıktı, ya diğerleri!..
Porno operasyonlarının asıl hedefi devrimci faaliyettir...
Asgari ücret mi, askeri ücret mi? - Yüksel Akkaya
Gençlikten...
 Erdal Eren anmalarından...
  6. ayında günlük Kızıl Bayrak sitesi...
  19 Aralık katliamı unutulmadı, unutulmayacak!
  Emperyalist/siyonist güçler Filistin’de iç savaşı kışkırtıyor!..
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  “Yeni” sendikal anlayış ya da faşist hareketin yeni tuzakları - Yüksel Akkaya
  Türk-İş Başkanı Salih Kılıç patronlarla boy gösteriyor!
  Haklarımızı kazanmak için ölümüne direnmeliyiz!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

 

MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/5

“Yeni” sendikal anlayış ya da faşist hareketin yeni tuzakları

Yüksel Akkaya


MİSK: Tamam mı devam mı

12 Eylül’le birlikte tüm konfederasyonların olduğu gibi MİSK’in de faaliyetleri durduruldu, sendika yöneticileri göz altına alındı, fakat MİSK’in merkezinin bulunduğu Ankara’da sıkıyönetim komutanlığı MİSK hakkında soruşturma açmadı. Soruşturma açılmadığı için de MİSK’in faaliyetlerinin durdurulması hakkındaki karar boşlukta kaldı. MİSK’e bağlı Türk Ağaç İş eski genel başkanı F. Berberoğlu ve Türk Deri İş eski genel başkanı H. Aslan, 26 Aralık 1983 günü Ankara Sıkıyönetim Komutanlığına baş vurarak sendikaların yeniden faaliyete geçmelerine izin verilmesini istediler. 11 Mayıs 1984 tarihinde Genel Kurmay’ın da 2821 sayılı Sendikalar Yassı’nın 5. Maddesi kapsamı dışında kaldıkları gerekçesiyle izin vermesi ile MİSK ve bağlı sendikalardan Genel Sen dışındaki tüm sendikalar yeniden faaliyete geçti, 15-16 Eylül 1984’te Olağanüstü genel Kurul’unu yapıp, tüzük değişikliğine giderek kendisini yeni Sendikalar Yasası’na uyarladı. 3-4 Kasım 1984 tarihinde ise dördüncü genel kurulunu yaptı.

Ancak, MİSK’e bağlı sendikaların büyük bölümü, faaliyete geçmelerine izin verilmiş olunmasına rağmen, faaliyete geçecek güçte değildiler. Faaliyete geçebilen sekiz sendikaya üye olana işçiler ise istifa edip ayrılmaktaydılar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) 1985 yılı Ocak ayı istatistiklerine göre MİSK’e bağlı ve faaliyette bulunan sekiz sendikanın toplam üye sayısı 4.750 idi Ancak, MİSK’e bağlı sendikalar yeni yasal düzenlemenin açık bıraktığı bir alandan yararlanarak üye sayılarını yüksek gösterme ve beş sendika için de işkolu barajını aşma olanağına kavuşmuş oldular. MİSK’e bağlı sekiz sendikanın üye sayısı bu yasal boşluğun tanımış olduğu olanak ile bir anda 115.000’e yükselmiş oldu. Kuşkusuz bu sayının gerçekle bir ilgisi yoktu. Türk-İş’e bağlı sendikalara üye olan pek çok işçi MİSK’e bağlı sendikalara üye gösterildikleri için bu sendikaların yöneticileri hakkında dava açtı. Türk-İş Genel Başkanı, ÇSGB M. Kalemli’yi Türk-İş’e alternatif bir işçi örgütü yaratmaya çalışmakla suçladı. Anlaşılan o ki DİSK’in yasaklı olduğu bu dönemde tek kalan ve hükümet ile bir türlü iyi ilişkiler kuramayan Türk-İş’e ANAP’taki “milliyetçi hareketçiler”in de katkısı ile bir gözdağı verilmek istenmesinin yanı sıra, ilk gözağrıları MİSK de güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Ancak ANAP ve ÇSGB’ındaki “milliyetçi hareketçilerin” katkısı MİSK’i canlandırmaya yetmeyecek, bu başarısızlık izleyen yıllarda MİSK’de huzursuzluklara neden olacaktı.

Gecikmeli de olsa, 21 Mayıs 1985 tarihinde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesi’nde 1975 ve 1978 yılarında seçilen MİSK yöneticilerinden bazıları hakkında MHP ve ülkücü kuruluşlara maddi yardım yaptıkları gerekçesiyle dava açıldı. Mahkeme MİSK davasının MHP ve ülkücü kuruluşlar davası ile birleştirilmesi kararını vermesine rağmen Askeri Yargıtay bu kararı bozarak, sanıkların sadece sendikalar yasasını ihlalden yargılanmalarını istedi, bu arada dava zaman aşımına uğradı, böylece MİSK faaliyetine devam etme olanağına kavuştu.

MİSK’in 19-20 Aralık 1987 tarihinde toplanan beşinci Genel Kurul’unda tıkanma noktasında olunması nedeni ile yeni bir isim ile daha meşru bir ortamda güç toplanabileceği düşünülmüş konfederasyonun ismi Yurdumuz İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Yurt-İş) olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik MİSK’in kendi geçmişini de inkar etmek, çıkış kaynağından kopuş anlamına gelmektedir. Genel Kurul’da başkan seçilen M. Beşen, isim değişikliğinin nedeni olarak “MİSK’in adının MHP ile birlikte düşünülmesinin bir çok sorun yaratmasını” göstermiştir. Ancak, bu değişiklik de MİSK’in dağılma sürecini durdurmamış, izleyen yıllarda sendikalar konfederasyondan ayrılarak bağımsız kalmayı tercih etmeye başlamışlardır. 1988 yılı sonuna gelindiğinde konfederasyona üye sendika sayısı dörde düşmüştü. Sendikalar Yasası’na göre konfederasyon kurabilmek için en az beş sendikanın bir araya gelmesi zorunluluğu nedeni ile, ÇSGB üye sayısı beşin altına düşen konfederasyonun fesih işlemlerinin başlatılması için 28 Eylül 1988 tarihinde Ankara Valiliği’ne başvurdu, tasfiye komisyonu 26 Temmuz 1989 tarihinde tasfiye işlemlerini tamamladı, Konfederasyon’un dosyası ÇSGB’nca 11 Ekim 1993 tarihinde işlemden kaldırıldı.

MİSK’in (aynı anlamda Yurt-İş’in) çözülüp dağılmasını hızlandıran en önemli etmen ise Sendikalar Yasası’nda 1988 yılı Mayıs’ında yapılan değişiklikle, sendikaların 1983 öncesindeki üyeliklerinin noter aracılığıyla yenilenmesi zorunluluğunun getirilmesi olmuştur. ANAP’lı ve ÇSGB’ndaki “milliyetçi hareketçilerin” desteği ile varlığını sürdürmeye çalışan MİSK için, bu yeni zorunluluk yolun sonu anlamına da gelmiştir. Gerçek üyeleri bulunmayan sendikaların bu yasal zorunluluk sonucunda varlıklarını sürdürmeleri olanaksızlaşmıştı. Bu durum, işçi sınıfının yükselen mücadelesinin önünü kesmek için kurdurtulan MİSK’in işçi hareketinin “terbiye edildiği” bir dönemde gereksizliğinin tescilinden başka bir şey değildi.

Ancak MİSK’in devamı Yurt-İş’in tasfiye işlemleri sürerken, 30 Ocak 1993 tarihinde Yeni Bes-İş, Tek Tarım İş, Genel Deri-İş, Türk Genel Sen ve Tek Yapı-Sen İzmir’de aynı mirasın sürdürümcüleri olarak Birleşik İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (BİSK) kurdular. Böylece 1980’li yılların sonuna doğru yok olmaya yüz tutan bir sendikal anlayışı yeniden canlandırmaya çalıştılar. Kuşkusuz böyle bir girişimde bulunma cesaretini 1990’lı yıllarda yükselen “milliyetçilik” dalgasının kendilerine de yansıyacağı düşüncesinin önemli bir payı bulunmaktadır. Böyle bir düşüncede MHP’nin mirasçısı MÇP’nin giderek artmaya başlayan gücünün de önemli bir payı bulunmaktadır. BİSK, işçiler içinde umduğu desteği bulamayınca, adresi netleştirmek için eski referanslara yönelme gereği duydu, 22-23 Ocak 1994 tarihlerinde 65 delegenin katılımı ile yaptığı 1. genel kurulda adını Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) olarak değiştirdi. ÇSGB’nın Temmuz 1994 istatistiklerine göre MİSK’e üye 6 sendikadan 2si üye sayısı bildirmişti ve bu sayı toplam 5.959 idi. Ocak 1995’te ise MİSK’e bağlı sendika üye sayısı 7’ye, 2 sendikaya üye işçi sayısı da 7.488’e yükselmişti. Ocak 2000 istatistiklere göre ise, MİSK’e üye sendika sayısı asgari sınır olan 5’e, üye sayısı bildiren 2 sendikaya üye işçi sayısı da 3.945’e düşmüş bulunmaktadır. Bu haliyle MİSK, kağıt üzerinde kalmış bir konfederasyon özelliği taşımaktadır. Çünkü artık, ne sermayenin ihtiyaç duyduğu bir yedek güçtür, ne de kendisini destekleyecek bir Milliyetçi Cephe anlayışı vardır. Var oluşunu temel nedeni olan bu koşulların yokluğu, MİSK’in varlığını da gereksiz kılmıştır. Deniz bitmiş, yolun sonuna gelinmiştir.

MİSK’in tükenişinde, artık işçi sınıfının karşısında tutulması gereken bir yedek güç olma özelliğini yitirmesinin yanı sıra MHP’nin yönelmiş olduğu yeni sendikacılık politikasının da önemli bir payı bulunmaktadır. Sendikal hareket 1980’li yılların sonundan itibaren özellikle de 1990’lı yıllarda MHP için bir meşrulaşma ve kitleselleşme aracı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Asıl önemli olan ve üzerinde durulması gereken de bu yeni durumdur.

“Yeni” sendikal anlayış: MHP’de meşrulaşma ve kitleselleşmenin bir aracı

MHP’deki sendikal politikalardaki dönüşümün izlerini bulmak için öncülü MÇP’nin programlarından başlayarak MHP’nin son programındaki ve yayınlarındaki sendikal politikalara ilişkin görüşleri değerlendirmek gerekmektedir.

MÇP’nin 27 Kasım 1988 tarihinde yapılan 2. Olağan Büyük Kongresi’nde kabul edilen Programının “İşçi Hakları ve Sendikalar” başlıklı bölümünde sendikal politikaya yönelik görüşler şöyle dile getirilmektedir:

“Sendikaları işçilerin mesleki teşekkülü olarak kabul ediyor ve bütün prensipleri ile hür sendikacılığın tesis edilmesini öngörüyoruz. Serbest toplu pazarlık sisteminin işletilmesi ve grev hakkının kullanılması sağlanacaktır. Devlet iş hayatındaki mücadelede taraf olarak hareket etmemelidir. İş mücadelesi taraflar arasında hükümetlerin müdahalesine uğramaksızın gerçekleşmelidir. Çalışma hayatının huzur, barış, verimlilik ve barış getirici bir istikamette düzenlenmesi iktisadi ve sosyal kalkınmamızın temel ilkelerinden birisidir. Bunun için işçi ve işveren sendikalarının demokratik ve hürriyetçi anlayış içinde güçlü sendikacılık motifi ile yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Her iş kolunda güçlü sendikaların kurulması teşvik edilerek sendika himayesinden mahrum sendikasız işçilerin hakları güçlü olan işverenler karşısında teminat altına alınmalıdır. (...) Sendikaları, sınıf mücadelesinin aracı olarak görmemekteyiz. Sendikalar kendi mensuplarının hak ve menfaatlerini koruma mücadelesi veren kuruluşlardır. Sendikal faaliyetler toplu iş sözleşmelerinde zam yarışına inhisar edilmekten kurtarılarak çalışma hayatının istihdam, işsizlik, verimlilik, sosyal güvenlik, iş değerlendirmesi, otomasyon, işçilerin yönetime ve karara katılmaları gibi meselelerine el atılmalıdır. Sarı sendikacılık ve tabela sendikacılığına karşı mücadele edilmeli, işçi ücretlerine yapılan zamlarla, fiyat artışları arasında gerekli olan ilişkiler kurularak işçilerin gerçek ücretlerinin gerilemesine son verilmelidir. Sendikaların, işçiyi ideolojik amaçlar için istismar ettiği veya sendika ağalarını lüks içinde yaşattığı bir sendikacılık düzeninin faturası sendikal haklar kısıtlanarak işçiye çıkartılır. Bu hal kesinlikle önlenmelidir. Sendikaların baskı grubu olma özelliklerini, sergileyebilecekleri bir ortam ve anlayış hakim kılınacaktır. İşçi-işveren-devlet arasında eşit taraflar olarak bir işbirliği ve diyaloğun, milli kalkınma ve çalışma barışı bakımından önemine inanmaktayız. Bu işbirliğinin hem milli kalkınmanın hem de demokrasinin bir gereği olarak kabul etmekteyiz. Devlet bu, işbirliğini artırıcı teşvik ve desteği sağlayacaktır. Bu diyaloğun, milli tesanüdün sağlanmasına hizmet edeceğine inanmaktayız. Bu anlayış içerisinde sendikalaşmanın önündeki bütün engeller kaldırılacak ve işçilerin serbestçe sendikaya üye olmalarını destekleyici hukuki müeyyideler getirilecektir”.

MÇP’nin 1988 yılı Programında sendikacılığa ilişkin görüşlerinde yer yer 1980 öncesinin izleri bulunsa da söylem olarak önemli bir kopuşa işaret etmektedir. Ne “milliyetçi toplumcu sendikacılıktan”, ne de “zorunlu üyelikten” söz edilmektedir. 1980 öncesi söylemde “her iş kolunda bir tek sendikanın kurulması” benimsenmişken, yeni söylemde bu biraz daha yumuşatılmış, “her iş kolunda güçlü sendikaların kurulmasının teşvik edilmesi” öngörülmüştür. Yeni anlayışta 1980 öncesinin sermayeye yönelik “sert” ifadelerine de yer verilmemiş, tersine “işbirliğinin gerekliliği” dile getirilerek korporatist ilişkilerin önemine vurguda bulunulmuştur. 1980 öncesi MHP programı ile 1988 yılında kabul edilen program karşılaştırıldığında daha önce de belirtildiği gibi yeni programın bütününün faşist niteliği belirgin olan bazı önerilerin yumuşatılmasıyla ve kimi ‘ülkü’lerin biraz mütevazileştirilmesiyle yeniden” yazımı sendikal anlayış için de yapılmıştır. Kuşkusuz, bunda sermaye ve işçiler için ürkütücü olmama isteğinin büyük yeri bulunmaktadır.

1988 yılında MÇP Programında dile getirilen “yumuşatılmış faşist” bu yeni anlayış, kaçınılmaz olarak MİSK’ten kopuşu da dile getirmektedir. MİSK, ürkütücü olmak istemeyen, medeni bir görüntü vermek isteyen MÇP için inkar edilecek bir çocuk konumuna düşmüştür. Bunu fark eden MİSK de MHP ile olan özdeşlikten kopmak için 1987 sonunda adını değiştirmiştir. 1980’li yılların ikinci yarısı MİSK ile MÇP’nin yeni sendikal anlayış nedeni ile birbirlerinden uzak düşmeye başladıkları yıllardır. MÇP için önemli olan artık, güçlü sendikalar için de örgütlenmektir, ayrı MİSK vari bir örgütlenme değil. Bunu fark eden “milliyetçiler” MİSK’den ayrılmaya başlamışken, sendika yöneticiliğinin nimetinden yararlanmak isteyenler, geçmişin mirası üzerinden bir şeyler yapabileceklerini düşünmüşlerse de büyük düş kırıklığına uğramışlardır. MİSK, milliyetçiler için bir nostalji olarak kalmaya mahkum olmuştur.

24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4. Olağanüstü Kongresi, MÇP’nin ismini MHP olarak değiştirdiğinde, değişecek olan sadece ad, amblem değildi. Program da gözden geçirilecekti. Çünkü, “değişen şartlar karşısında niteliği farklılaşan veya yeni ortaya çıkan sorunlara yeni çözümler üretmek mecburiyeti hasıl” olmuştur. Ancak, bu mecburiyet, faşist özelliklerden arınmayı gerektirmemektedir, çünkü, “milliyetçi hareketin (...) herhangi bir çizgi değişikliğine ihtiyacı yoktur”. İhtiyaç, hedeflere en kısa zamanda ulaştıracak yeni yöntem ve araçların tespit edilmesidir. “Milliyetçi, Ülkücü Hareketin siyasi teşkilatı olan Milliyetçi Hareket Partisi Türk siyasi hayatına girişinden bu yana sahip olduğu felsefe, görüş ve koyduğu hedefleri savunmaya, onları iktidar yapma gayretine bugün de, yarın da şevkle devam edecektir (vurgu bize ait, y.a.)”.

Daha sonra kabul edilecek olan program taslağının “çalışma hayatı ve sosyal güvenlik” başlığı altında dile getirilen sendikal politika anlayışı şöyledir:

“Sendikaları işçilerin mesleki teşekkülü olarak kabul ediyor ve bütün prensipleri ile hür sendikacılığın tesis edilmesini öngörüyouz. Serbest toplu pazarlık sistemini işletilmesi ve grev hakkının tam kullanılması sağlanacaktır. Devlet iş hayatındaki mücadelede taraf olarak hareket etmemelidir. İş mücadelesi taraflar arasında hükümetlerin müdahalesine uğramaksızın gerçekleşmelidir. Çalışma hayatının huzur, barış, verimlilik ve barış getirici istikamette düzenlenmesi iktisadi ve sosyal kalkınmamızın temel ilkelerinden birisidir. Bunun için işçi ve iş veren sendikalarının demokratik ve hürriyetçi anlayış içinde güçlü sendikacılık amacına uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Her işkolunda güçlü sendikaların kurulması teşvik edilerek sendika himayesinden mahrum sendikasız işçilerin hakları güçlü olan iş verenler karşısında teminat altına alınmalıdır. (....) Sendikaları, sınıf mücadelesinin aracı olarak görmemekteyiz. Sendikalar kendi mensuplarının hak ve menfaatlarini koruma mücadelesi veren kuruluşlardır. Memur sendikaları hizmetin özelliği de göze alınarak düzenlenecektir. Sendikal faaliyetler toplu iş sözleşmelerinde zam yarışına inhisar edilmekten kurtarılarak çalışma hayatının istihdam, işsizlik, verimlilik, sosyal güvenlik, iş değerlendirmesi, otomasyon, işçilerin yönetime ve kararlara katılmaları gibi meselelerine el atılmalıdır. Sarı sendikacılık ve tabela sendikacılığına karşı mücadele edilmeli, işçi ücretlerine yapılan zamlarla, fiyat artışları arasında gerekli olan ilişkiler kurularak işçilerin gerçek ücretlerinin gerilemesine son verilmelidir. İşçi-işveren-devlet arasında eşit taraflar olarak bir işbirliği ve diyaloğun, milli kalkınma ve çalışma barışı bakımından önemine inanmaktayız. Bu işbirliğin[i] hem milli kalkınmanın hem de demokrasinin bir gereği olarak kabul etmekteyiz. Devlet bu, işbirliğini artırıcı teşvik ve desteği sağlayacaktır. Bu diyaloğun, milli tesanüdün sağlanmasına hizmet edeceğine inanmaktayız. Bu anlayış içerisinde sendikalaşmanın önündeki bütün engeller kaldırılacak ve işçilerin serbestçe sendikaya üye olmalarını destekleyici hukuki tedbirler alınacaktır”.

1996 Program taslağı bazı yazım düzeltmeleri ve “sendikaların, işçiyi ideolojik amaçlar için istismar ettiği veya sendika ağalarını lüks içinde yaşattığı bir sendikacılık düzeninin faturası sendikal haklar kısıtlanarak işçiye çıkartılır. Bu hal kesinlikle önlenmelidir. Sendikaların baskı grubu olma özelliklerini, sergileyebilecekleri bir ortam ve anlayış hakim kılınacaktır” bölümünün çıkarılmasından başka sendikal anlayışa yönelik önemli bir değişiklik içermemektedir. Sendika ağalığı ile mücadeleyi içeren bu ifadenin çıkarılması örgütlenmeye çalışılan sendikaların yöneticilerine sunulan bir “jest” olarak değerlendirmeyi hak ediyor gibi görünmektedir.

Program taslağındaki en önemli yenilik memur sendikalarına yönelik bir cümlenin eklenmesi ve böylece memur sendikacılığının da benimsenmiş olmasıdır. KESK altında merkezi örgütlenmeye yönelen kamu emekçilerinin karşısına, DİSK’in karşısına çıkarılan MİSK’de olduğu gibi, yeni bir sendikacılığın çıkarılmasının gerekliliği olarak değerlendirilebilir. “Milliyetçi memurlar” sınıf mücadelesi güden sendikalardan uzak tutulmalı, yükselen kamu çalışanları hareketi önlenmelidir, kuşkusuz, her zamanki ulvi kaygılar nedeniyle.

MHP’nin sendikal anlayışındaki “köklü” ve “radikal” değişiklik için, 18 Nisan seçim “zaferi”nden sonraki programını beklemek gerekmektedir. Kasım 2000 tarihini taşıyan Programda sendikal anlayışa ilişkin görüş tek bir cümle ile dile getirilmektedir: “Çalışanların uluslar arası normlara uygun şekilde sendikalaşması sağlanacaktır”. Bu yaklaşım, artık MHP’nin ısrarla üzerinde durduğu, yaklaşık otuz yıl boyunca savunduğu, “her işkolunda güçlü sendikaların kurulması” temel ilkesinden vaz geçtiğini göstermektedir.

“MHP, neden otuz yıllık temel ilkesinden vaz geçmiştir” sorusunu sormak gerekiyor. 1990’lı yılların ortasından itibaren üniversite öğretim üyeleri ile ilişkilerini geliştiren MHP, en çok çalışma hayatı sorunlarından sendikacılık ile ilgili bölümünden etkilenmiş görünmektedir. Örneğin, MHP’nin “Siyaset Okulu”nda ders vermiş olan iş hukuku profesörü Kadir Arıcı’nın 1999 yılında sendikacılık konusunda söyledikleri ile programdaki yaklaşım büyük benzerlik göstermektedir: “Ülkemizde sendikal hareketin kamu çalışanları ve işçiler bakımından milletler arası standartlarda tanınmış olması önem taşır”. Bu yaklaşım, MHP AR-GE Yayın Organı olan Çare’nin Şubat 1999 sayısında daha açık bir şekilde dile getirilmektedir. “Sendikacılıkta Yeni Anlayış” başlığını taşıyan yazı 1980’li ve 1990’lı yıllarda ilk kez sendikalar üzerine bu kadar geniş kapsamlı bir değerlendirme olarak dikkati çekmektedir. Sendikal hareketteki gelişmelerin kısa ve genel olarak değerlendirildiği bu yazıda dünyadaki sendikal gelişmeleri görmezlikten gelen zorlama düzenlemenin bir faydası olmayacağı; kendimize has bir sendikal haklar düzeni kurmak düşüncesinin yanlış olacağı; bu nedenle MHP’nin çağdaş sendikal anlayışa uygun olarak hür, bağımsız ve demokratik sendikacılığı savunacağı belirtilmektedir. Bu metinde dile getirilen sendikal anlayış ile daha önceki programlardaki anlayış, özellikle 1980 öncesindeki anlayış arasında önemli bir farklılık vardır. Ürkütücü olmaktan kaçınıp, medeni olmak için çaba sarf eden MHP, daha önceki programlarda faşist yüzünü yumuşatmaya çalışmışken, bu kez tamamen gizlemektedir.

18 Nisan seçimlerinde “beklenmedik” bir zafer elde eden MHP için artık yumuşamak değil, gizlenmek kaçınılmazlaşmaktadır. Yumuşayarak ulaşabileceği oy sınırına gelmiş olan MHP’nin iktidara giden yolda daha da meşrulaşarak kitleselleşmesi gerekmektedir, ki yeterli oy alarak tek başına, ya da çok güçlü bir parti olarak iktidara gelebilsin. Yumuşamadan gizlenmeye geçişte, zaman zaman törenin neden olduğu kazalar olsa da MHP bu yolda önemli bir mesafe kat etmiş bulunmaktadır.

MHP’nin sendikal anlayışının meşrulaşma ve kitleselleşmenin bir aracı olarak değişiminde A. Türkeş’in de önemli katkıları olduğu belirtilmektedir. MHP’nin önde gelen isimlerinden Prof. Dr. K. Turan’a göre “Türkeş’in Türk sendikacılığı hakkındaki görüşlerinin zaman içinde giderek zenginleşerek siyasi parti farkının ötesine vararak geliştiği görülmektedir”. A. Türkeş, 1 Şubat 1997 tarihinde sendika yöneticileri, iş hayatı ile ilgili bürokratlar ve öğretim elemanlarına verdiği iftar yemeğinde sendikacılara yönelik olarak şunları söyler:

“Ben sizlere huzurunuzda şu sözleri vermek istiyorum. Bundan böyle sizlerle daha yakın ve daha çok beraber olacağım. Türk-İş, Hak-İş, DİSK gibi bir ayrım yapmaksızın bütün sendikaların problemlerini ve dileklerini kendi problemlerim olarak kabul edeceğim. Bu arada değişik sendikalarda yer almış, üye olmuş, yönetici olmuş ülkücülere ve MHP’lilere şöyle seslenmek istiyorum: Önce kendi meselelerinize, kendi sendikanıza, kendi konfederasyonunuza ve yöneticilerinize sahip çıkın, sonra partinize. Bundan böyle MHP ve yöneticileri nasıl ki memleket menfaatlerini parti menfaatlerinin üstünde tutuyorsa, işçi kesiminin çıkarları da particiliğimizin üstünde olacaktır”.

Türkeş, sendikaların meşrulaşma ve kitleselleşmede önemli bir araç olacağını fark etmiştir. “Yeni yüz, yeni imaj” için hoş görü önemlidir, sadece Nazım’dan şiir okumak yetmemektedir. Toplumun içine bir kılcal damar gibi yayılmış olan, örgütlülüğün önemini bilen işçilerin üye oldukları sendikalar bu açıdan büyük önem taşımaktadır, ihmal edilmemelidir. MHP, sendikalar aracılığı ile toplumsallaştırılmalı, kitleselleştirilmelidir. Bunu için de üye olunabilecek, güçlü tüm sendikalarda çalışılmalıdır.

Aslında bu eğilimin netleşmesinde 1980’li yıllarda reel ücret kaybına uğrayan işçilerin, özellikle MHP’ye yakın işçilerin 1990’lı yılların başında içine girdikleri arayışın da katkısı büyüktür. Örneğin, 1990’lı yılların hemen başına kadar TEKSİF’te örgütlü bulunan Adana’daki BOSSA fabrikasının MHP yandaşı işçileri, sendikanın toplu pazarlıklardaki tutumuna karşı çıkarak, istifa etmiş, DİSK’e bağlı TEKSTİL’e üye olmuşlar, 1992 yılında da BOSSA tarihinde ilk kez grev gerçekleştirmişlerdir. Kendiliğinden gelişen bu örgütsel arayış bilinci, MHP’ye de yansımakta gecikmemiştir. 1990’lı yıllar pek çok “sol” sendikada da artan sayıda MHP yandaşı işçinin üyeliğine tanıklık etmeye başlamıştır. Öyle ki, 2000’li yıllara gelindiğinde bu sendikalarda delege yapısı değişmiş, sendika şubelerinin yanı sıra genel merkez yönetimlerine de MHP’li işçiler gelmeye başlamıştır. DİSK’e bağlı TEKSTİL ve Lastik-İş; Türk-İş’e bağlı Türk Harb-iş, Petrol-İş, Liman-İş, Kristal-İş ve benzeri sendikaların kimisinin merkez yönetiminde, kimisinin önemli şube yönetimlerinde artık MHP’li işçiler egemendir. Türk-İş’in son genel kurulunda yönetime gelecek kadar güç biriktirmiş olan MHP, biraz Türk Metal Sendikası başkanı M. Özbek’e olan “kırgınlığı”, biraz da zamanın daha “erken” olması nedeniyle bu yönde temkinli hareket etmeyi ve Türk-İş yönetimine gelmeyi ertelemeyi tercih etmiş görünmektedir. İktidarda olmanın nimetlerinden yararlanarak hem kamu hem de özel kesimde işçiler içinde taraftarlarını arttıran MHP, Ülkücü İşçiler Birliği aracılığı ile de güçlenmeyi sürdürmektedir.

İşçiler ve sendikalar içindeki bu gelişmenin en vahim yanı, sendika yönetimlerine gelmiş olmaları değil, bunun da ötesinde iktidarda meşrulaşan MHP’nin, bunu işçi sınıfı içinde de iyice pekiştirerek, kitleselleşip, sınıfsal dinamiklere de egemen olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, MİSK ile yaşanan işçi sınıfı içindeki köksüzlük handikapı da aşılmaya başlanmaktadır. MHP, yeni sendikal anlayışı ile işçi sınıfı içinde kök salmaya çalışmakta, bunda başarılı olmaktadır. Faşizm için, işçileri doğrudan etkileme ve onları örgütsel bir biçimde kendine bağlamak önemlidir. Bu yüzden sendika sorunu, sendikal örgütlenme sorunu faşist partiler için her zaman önemli bir sorun olmuştur. Çünkü, bu faşizmin karakteristik özelliklerinden biridir. Yerel sendikalar, işyeri, sendika temsilciliği faşist sendikalar için en kızgın savaş alanlarıdır. 1920’lerin İtalya’sı, 1930’ların Almanya’sı bu açıdan öğretici derslerle doludur. Bu deneyimlerden ne ders çıkardığımız ise önümüzdeki yıllarda belli olacaktır. Aymazlıkla tarihsel sorumluluk arasında bir tercih yapmak gibi bir lüksümüz bulunmamaktadır. Faşizm küçümsenmeye gelmez. Kanlı tarihi bunu hatırlatan bir “belge” olarak hep önümüzde durmaktadır.

1999 yılındaki ansızın gelen “zafer” ve iktidar sarhoşluğu MHP’yi derinden olmasa da sarsmış, merkez üzerinden yapacağı siyaset ile memleketin “sahibi” olduğu duygusunu yaratmış idi. Ne var ki, gerçek olanca çıplaklığı ile kendisini bir erken seçim sürecinde gösterdiğinde büyük bir düş kırıklığı ile karşılaşılmış, “hareket” kendisini uzun süre toplayamamıştı.

MHP’nin son kongresi, tüm ırkçı, faşist söylemlerin yanı sıra tarihinde yoksul ve emekçilere yönelik olarak ilk kez Genel Başkan konuşması düzeyinde yer vermiş bulunması nedeni ile sınıf mücadelesinin de ulaştığı gerilim düzeyine işaret ediyor. Bugüne kadar temel metinleri olan programlarından dergi ve gazete yayınlarına kadar pek çok yerde emekçilerin sorunlarına geçerken değinen MHP, son kongresi ile bunu biraz daha önemli bir yere çekmiş bulunuyor. Irkçılığın ötesinde faşist duygularını bangır bangır ortaya koyan ve taraftarlarını faşistleştirmede daha kararlı davranan MHP’nin bu tutumu sınıf mücadelesinde mutlaka “not edilip” ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Zira faşist tutum ile işçi sınıfı arasında ciddi bir bağ kurmak yönünde açık bir tutum olan bu yaklaşım, emekçiler açısından önümüzdeki yıllarda önemli sorunlara gebe görünmektedir. Bu tutumu iyi algılayıp, sınıf mücadelesinde ırkçılığın ötesinde faşizmi egemen kılmaya kalkan bir yaklaşıma gereken cevabı vermek için hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Bu son kongreden çıkarılacak asıl ders budur.

* Bu yazıda daha önce yazmış olduğumuz bir yazıdan da yararlandık: “Milliyetçi/Ülkücü İşçi Hareketi”, Milliyetçilik Faşizm ve MHP, Aykırı Yayınları, İstanbul, 2002.